Ebü’l-Hüseyin en- Nûrî -KS-
ALLAH DOSTLARI
Yusuf Şahin
Kendi zamanında “Gönüller sultanı, sûfîlerin parlak ayı” gibi lakaplarla anılan zahid ve sûfîlerin öncülerinden Ebü’l-Hüseyin en- Nûrî rahmetullahi aleyhin tam adı, Ahmed bin Muhammed’di. Cüneyd-i Bağdadi rahmetullahi aleyh kendisine üstün bir ferâset sahibi olması dolayısıyla “kalplerin casusu” derdi.
Allah-u Teâlâ’nın aşkıyla yanan, ömrünü ibadet ve tâata, nefse düşmanlığa ve kalbi masivadan temizlemeğe adayanların öncülerindendi. Son derece güzel yüzlüydü. Hatta Nûrî lakabını alması bu yüzdendi. Anlatıldığına göre Şünuziyye camiine geldiği zaman, onun geldiği farkedilir, herkes yüzündeki secde parlaklığına hayran kalırdı.
Ebü’l-Hüseyin hazretleri ilk dinî tahsilini aldıktan ve medrese ilimlerini tahsil ettikten sonra tasavvufa ilgi duymaya başladı. Bağdat’ta meşhur mutasavvıf Serî es-Sakatî rahmetullahi aleyh’in sohbetlerine devam etti. Tasavvuf terbiyesini Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri ile birlikte Serî es-Sakatî rahmetullahi aleyh’in yanında tamamladı. Ahmed b. Hadraveyh hazretlerinin sohbetine katıldı.
Muhammed b. Ali el-Kassâb ve Ahmed b. Ebü’l-Havârî hazretleri gibi sûfîlerden istifade eden Ebü’l-Hüseyin’in daha sonra İbnü’l-Cellâ, Ebû Bekir el-Kettânî, Ebû Saîd b. Arabî, Ca‘fer el-Huldî, Ebû Ali er-Rûzbârî, Ebû Bekir el-Vâsıtî rahmetullahi aleyhim ecmeiyn gibi birçok mutasavvıfın yetişmesinde etkili olduğu söylenir. Ebü’l-Hüseyin’in Mısır’a gidip Zünnûn el-Mısrî hazretleri ile görüştüğü de rivayet edilmektedir.
Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî rahmetullahi aleyh bir taraftan tasavvufun inceliklerini kavramak için Serî’nin sohbetlerine devam ederken diğer taraftan geçimini temin etmeye çalışıyordu. Ferîdüddin Attâr’ın Tezkiretü’l-evliyâ adlı meşhur eserinde naklettiğine göre sabah evden çıkarken yanına aldığı ekmeği sokakta karşılaştığı bir fakire verirdi. Camiye girip birkaç saat ibadet ettikten sonra öğleye doğru dükkânına gidip çalışırdı. Bu şekilde aslında gizlice oruç tutup ibadet ettiği halde ailesi onun dükkânda, çarşı halkı ise evde yemek yediğini zannederdi. Bu şekilde yirmi yıl devam ettiği söylenmiştir. Nefsine ağır gelen şeyleri yapmakta çok şiddetli olup, çok sıkıntılara katlanırdı.
Tasavvuf tarihinde “Allah aşkı” tabirini ilk defa kullanan Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî hazretleri, sözlerine “Müminler Allah’ı, Allah da müminleri sever” âyetini (Mâide; 54) okuyarak delil getirirdi.
Coşkun bir sevgi ve iştiyak ile ibadet anlayışına sahip olan en-Nûrî hazretleri vecdi şöyle açıklardı: “Vecd ruhta meydana gelen bir kıvılcımdır, dille anlatılmaz.” Yakın dostu olan Cüneyd-i Bağdadi’nin onun hakkında: “Onun ölümünden sonra artık sıdktan bahseden kalmadı, çünkü çağın sıddîkı o idi” dediği nakledilir.
Ebü’l-Hüseyin, diğer mutasavvıflar gibi tasavvufî çevrelerdeki şekilciliğe dikkat çekmiştir. “Tasavvuf bilgi ve şekil değil ahlâktan ibarettir” derdi. Ebû Muhammed Megazilî diyor ki: “Nûrî kadar çok ibâdet eden başka bir kimse daha görmedim.”
Tasavvuf yazarlarından Hücvîrî rahmetullahi aleyh Ebü’l-Hüseyin’in görüşlerini mücâhede ve riyâzete devam, nefsin arzularına karşı müsamahayı terk, insanlara bel bağlamamak şeklinde özetler. Üzerinde özellikle durduğu husus îsâr ve fedakârlıktır. Îsârı esas alan tasavvuf anlayışını benimseyen akıma Nûriyye denilmiştir.
Canını Feda Etti
Ebü’l-Hüseyin rahmetullahi aleyhe göre gerçek fedakârlık arkadaşın rahatı için güçlüğü tercih etmekti. Tasavvuf karşıtı görüşlere sahip olan devrin veziri Gulam Halil, devrin meşhur sûfîlerin idam talebiyle Halifeye şikâyet etti. Halife, ağır ithamlarla kendisine şikâyet edilen bu sûfîlerin derhal huzuruna getirilmesini emretti.
Onlara sorular sorunca Cüneyd-i Bağdadi’nin fıkıh bilgisi karşısında ikna olup onu salıverdi. Ebu Hamza, Rakkam ve en- Nûrî rahmetullahi aleyh’in ise idamına ferman çıktı.
Cellâd boyunlarını vurmak üzere onları sıraya dizdi. İlk sıra Rakkam’ındı. En- Nûrî yerinden fırlayarak sevinç ve heyecanla cellada boynunu uzatıp:
– Önce benim boynumu vur, dedi. Cellâd:
– Sıranı bekle, hem kılıç o kadar merak edilecek bir şey değildir, deyince:
– Benim yolum îsâr ve fedakârlık tarikidir. İnsan için en aziz şey, candır. Ben kardeşlerimin birkaç dakika daha fazla yaşamasını istiyorum, dedi.
Bu sözleri duyan celladın eli varmadı ve onun boynunu vurmaktan uzak durdu. Durum Halife’ye haber verildi. Halife, en-Nûrî hazretlerinin bu sözlerini duyunca ölüm fermanını durdurdu. Durumu tetkik için de devrin başkadısı Abbas bin Ali’yi görevlendirdi
Kâdı, Şiblî hazretlerine “yirmi altının zekâtı nedir?” dedi. Şiblî rahmetullahi aleyh: “Yirmi buçuk altın” dedi. Kâdı, “Böyle yapan bir kimse var mı?” diye sordu. Hazreti Şiblî, “Evet, Ebû Bekr-i Sıddîk, elinde bulunan kırk bin altının hepsini vermiş idi” buyurdu.
Kâdı, “Peki, yirmi buçuk altın dediniz. Elinde bulunan yirmi altının hepsini verdikten sonra, bu yarım altın ne demek oluyor?” deyince, Hazreti Şiblî “O, altınları elinde biriktirmiş olmanın cezasıdır” buyurdu.
Kâdı, En-Nûri rahmetullahi aleyhe de bir suâl sorup, hemen cevâbını aldı. En- Nûrî hazretleri:
“Ey kadı! Bu suâlleri soruyorsun ama, Allah-u Teâlâ’nın öyle kulları vardır ki, onların oturması, kalkması, durması, yürümesi, uyuması, dinlenmesi, hâsılı bütün hayatları, bir an kesintiye uğramadan hep Allah-u Teâlâ iledir. Sen niçin bunları sormuyorsun? Esas ilim bu âlimlerdedir…” buyurdu.
Kâdı bunları dinleyince, derhal halifeye haber gönderip, “Eğer bu zâtlar mülhid iseler, yeryüzünde hiç tevhid ehli kalmamıştır.”
Halife bu haberi alınca, kendilerini çağırarak bir arzuları olup olmadığını sordu. Onlar, “Bizim arzumuz, bizi unutmandır. Biz, senin bizi kabûl etmen ile şeref kazanmayız, buradan kovman ile de hakîr olmayız. En iyisi sen bizi unut, bizi kendi hâlimize bırak” dediler. Halife çok ağlayıp, izzet ikram ve hürmet ile kendilerini uğurladı.
Murakabe Dersi
Şiblî hazretleri şöyle anlatır:
Bir gün Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî rahmetullahi aleyh’in yanında bulunuyordum. Murakabeye vardı. Öylesine dalmıştı ki, vücudunun bir tek kılı bile kımıldamıyordu. Murakabesinden sonra sordum:
– Bu murakabeyi kimden öğrendin?
– Fare deliğinin karşısında hiç kıpırdamadan dört gözle avını gözleyen kediden, dedi.
Dünyayı Verip Ahireti İstedik
Bağdad çarşısında bir yangın çıktı. Her taraf cayır cayır yanıyordu. Bu arada, köle olan iki Rum çocuğunun bulunduğu yeri de ateş sarmıştı. Çocukların ateşten kaçıp kurtulabilecek halleri yoktu. Bu çocukların efendileri şöyle bağrışıyordu:
– Bu çocukları kurtarana bin tane Magrip altını vereceğim!
Hiç kimse onlara yaklaşmaya cesaret edemiyordu. Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî rahmetullahi aleyh çıkageldi ve Rum çocuklarının feryadını duyunca besmele çekip ateşin içine daldı. Ve bu iki yavruyu sağ salim çıkardı.
Çocukların sahibi, bin adet altını getirip Nuri’nin önüne döktü. Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî hazretleri şöyle konuştu:
– Bunları al götür ve Allah’a şükret! Bize verilen bu mertebe kimseden bir şey almadığımız içindir. Biz dünyayı verip ahireti istedik.
Hasta Ziyareti
Rivayet edildiğine göre Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî hazretleri hastalanınca Cüneyd-i Bağdadi rahmetullahi aleyh onu ziyarete geldi. Hediye olarak da çiçek ve meyve getirdi.
Bir müddet sonra da Cüneyd-i Bağdadi hazretleri hastalandı. Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî hazretleri bütün ihvanını toplayıp onu ziyarete vardı. Ziyaret sırasında ihvanına:
– Şimdi herkes Cüneyd’in hastalığından birazını üzerine alacak ve o da böylece sıhhat bulacak, dedi. Oradakiler:
– Tamam baş üstüne, dediler. Cüneyd hazretleri derhal iyileşip ayağa kalktı. Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî hazretleri ona dönüp:
– Bizim hastalığımızda da siz böyle yaparsınız. Çiçek ve meyve ile ziyaret ederek değil, dedi.