AILE ve TOPLUM / Şükür Nimeti, Şikâyet Derdi Artırır

  • 07 Ağustos 2023
  • 216 kez görüntülendi.
AILE ve TOPLUM / Şükür Nimeti, Şikâyet Derdi Artırır
REKLAM ALANI

AILE ve TOPLUM
Şükür Nimeti, Şikâyet Derdi Artırır
Gülistan Araştırma

Rasulullah aleyhisselatu vesselam efendimiz buyuruyor ki:
“Mü’minin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Bu özellik, sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin bu hadis-i şerifinde müminin sahip olması gereken güzel bir haslete işaret ediliyor; nimetlere şükretmek, bir derde uğrayınca da güzelce sabretmek. Eğer bu güzel ahlaka ve gönül huzuruna sahip olursa başına gelecek olan hiçbir hal ona şer ve zarar getirmez, her şey onun hayrınadır ve yarar getirir.
Bu durum ahirette kurtuluş yönünden olduğu gibi dünyada saadetin de anahtarıdır. İnsan başına gelen her hadiseyi mümince bir olgunlukla karşılarsa hiçbir şey onun iç huzurunu ve psikolojik dengesini bozamaz.
Günümüzde psikolojik sorunlar hayli yaygınlaşmış durumdadır. Birçok kişi çok da büyük bir derdi yokken psikolojik sorunlar sebebiyle sağlığını, ailevi huzurunu, toplumdaki itibarını kaybetmektedir. Bunların altında yatan sebebe baktığımız zaman, dertleri şikayetle karşılarken nimetleri görmezden gelmenin çok yaygın bir sorun olduğunu görebiliyoruz.
Birçok insan “Evim dar, işim zor, gelirim kıt, eşim geçimsiz, çocuklarım yaramaz…” gibi sözlerle hayatından dert yanıyor. Halbuki dünyada “Dar da olsa bir evim olsaydı,” “İş bulsam, çalışsam da kimseye el açmasam,” “Ne olurdu benim de bir eşim, çocuklarım olsaydı…” diyen bir sürü kişi var. Hatta bunların hayalini bile kuramayan, hasta, sakat, mülteci, savaş şartlarında yaşayan, sömürü ve zulüm altında inleyen müslüman kardeşlerimiz var. Onların halini düşünsek hiç halimizden şikayet eder miydik?
Onların yerinde biz, bizim yerimizde onlar olabilirdi. Bu güzel ülkede, müslüman bir ailede dünyaya gelmek için hiçbir bedel ödemedik. Müslüman olmak için ailesini, ülkesini terk etmek zorunda kalan bir mühtedi olabilirdik. Mülteci kamplarında itilip kakılan, çocukları için güzel bir hayal bile kuramayan çaresiz, dul bir anne olabilirdik.
Ülkemizde en fakir ailenin bile iyi kötü tenceresi kaynıyor. Sağlık, eğitim ve benzeri konularda devlet yardımları sağlanıyor. Bunlar çok az ülkede bizimki kadar iyi işliyor. Hatta başımıza gelen deprem ve benzeri felaketlerde de hem devletin hem de yardım kuruluşlarının ellerinden geleni yaptığı bir ülkedeyiz.
Üzerimizdeki nimetleri saymakla bitiremeyiz. Fakat birçok insan ufak tefek meseleleri şikayet konusu yapıyor. Böylece hiçbir şeyi çözemediği gibi bir de üstüne gönül huzursuzluğunu ve psikolojik problemleri davet ediyor.
Şikayet Hastalık Yapıyor
Tasavvuf yolunda haline razı olmak, başa gelen hallerden şikayet etmeden güzellikle sabretmek önemli bir edeptir. Günümüzde tıp dünyası da şikayet etmenin hastalık yaptığını ortaya koyarak tasavvuf ahlakının isabet ettiğini tasdik ediyor.
Yapılan araştırmalara göre halinden şikayet etmek, sıkıntıların geride bırakılmasını engelleyip sürekli tekrar tekrar hatırlanmasına sebep oluyor. Bu da stresin kronik bir hal alıp sağlığı bozmasına yol açıyor. Yani dert bir iken iki oluyor. Hatta çözümü kolay olan küçük bir dert adeta bir kartopunun çığa dönüşmesi gibi büyüyor ve kişinin sağlığını, gücünü, manevi kuvvetini yok ediyor.
Psikologlar çok şikayet eden kişiler hakkında bazı uyarılarda bulunuyorlar. Bu kişiler genellikle hayatlarının sorumluluğunu almayan, hep başkalarından bir şeyler bekleyen ve suçlayacak birilerini arayan kişiler oluyor. Mesela doktora gidip dertlerini anlattıkları zaman, doktorun tavsiyelerini dinleyip hayatlarındaki yanlış alışkanlıkları değiştirmeyi düşünmüyorlar. Onun yerine kendilerine suçlayacak birilerini arıyorlar. Genellikle mantık kurallarını hiçe sayan bir düşünce yapıları oluyor. “Ben çok yemiyorum, tansiyonum şekerim hep sinirden yükseliyor,” gibi bahanelere sığınabiliyorlar.
Şikayetçi bir karaktere sahip olanların bir kısmı narsist denilen, kendini beğenmiş, kendilerini üstün gören, kendi isteklerini merkeze koyan kişiler. Bunların şikayetlerinde başkalarını hor görme tavrı hissediliyor. Bunlar hiç kimseyi kendilerine layık görmüyorlar. Bunları çekmeye mecbur olmadıklarını düşünüyorlar.
Kronik şikayetçi kişilerin bir kısmı da kendine acıma eğilimi yüksek olan kişiler. Bunlar kendilerini hep çok şanssız, çok bahtsız görüyorlar. Aslında bunda da nefsin gizli bir bencilliği var. Yani bunlar da başlarına gelen şeyleri haksızlık olarak görüyorlar. Çünkü aslında bunlara layık olmadıklarını düşünüyorlar. Hep kendilerinden bahsetmeye eğilimliler. Duygusal gibi görünseler de aslında sadece kendi duygularını önemsiyorlar.
Bazıları da aşırı kuralcı ve mükemmeliyetçi oldukları için çok şikayet ediyorlar. Ufak bir eksiklik ve aksamaya bile tahammülleri yok. Bunda da yine nefsin gizli bir kendine hayranlık duyma isteği etkili oluyor. Çünkü onlar her şeyin mükemmel olmasına layık ve herkesin beğenisini kazanan, zirvede kişiler olmalılar. Görüldüğü gibi aslında şikayetçi kişilik bir nefis hastalığı. Nefiste gizli bulunan kendini üstün görme hastalığının bir yansıması.
Şikâyet Bulaşıcıdır
Bizim ülkemiz gibi birçok ülkelerde şikayetçilik aynı zamanda aileden öğrenilen bir huy olarak gelişiyor. Birçok insan anne babasından hep şartlardan şikâyet etmeyi görüp öğreniyor. Sohbet etme adı altında gıybet, halinden dert yanma, kendini sürekli bahtsız görme davranışı çok yaygın.
Ülkemiz insanında çözümü mümkün olan şeyler karşısında bile kendini aciz görmek, pasiflik, miskinlik, edilgenlik tavrı çok yaygın. Mesela batılı bir insan sorunlarını mantık yoluyla çözümler arar. Çözümü bulunca da artık şikayet etmez, işine gücüne bakar. Mesela evi dar ise, evinde yer işgal etmeyen ama çok işe yaran eşyalar alır. Mesleğini sevmiyorsa başka hangi mesleği yapabileceğini araştırır. Gerekirse eğitim alır. Eşiyle geçinemiyorsa alıp karşısına konuşur, aile danışmanına gider. Psikoterapilere, ilaçlara başvurur. Kısacası çözüm arar. Çözümü yoksa o zaman kendi yoluna bakar. Dikkatini başka alanlara verir. Bizim ülkemizde ise çok büyük bir sorun olmadığı halde şikayet bitmez.
Şikayet hastalığına yakalanmış bazı kişiler vardır ki, çözüm aramak şöyle dursun, hatta şikayetlerine bir çözüm sunulsa bundan memnun olmazlar. “Bu sorunun şöyle bir çözümü var.” veya “Şunu denedin mi?” deseniz sözünüzü keser, hiçbir işe yaramayacağını söylerler. Veya inanmaz bir edayla dinleyip geçiştirirler. Çünkü dert yanmayı ilgi çekmek yolu gibi görür hale gelmişlerdir.
İşin kötüsü tam tersine çok şikayet eden bu kişiler zamanla insanları bıktırır ve yanlarından kaçırır. Kimse arayıp sormak istemez. Hatta eşi bile terk eder.
Elbette herkes bazen derdini paylaşır. Hatta bu gereklidir. Ama sağlıklı olan, derdini paylaşırken niyetin çözüm bulmak ve bu sorunu geride bırakmak olmasıdır. Mesela insan hastalandığı zaman doktora gider, derdini anlatır ve verdiği tedaviyi uygular. Bunun gibi bir derdini açtığı zaman kendisine tavsiye edilen değişiklikleri uyguluyor ve çözüm bulmaya çalışıyorsa bu yanlış değildir. Ama niyet çözüm bulmak değil şikayet ederek kendini öne çıkarmak, ilgi odağı olmak ise o zaman hiçbir şey çözüm olmaz.
Gerçek Çözüm Derinlerde
Bazı psikologlara göre bir kişi sürekli halinden şikayet ediyorsa aslında onun derinlerde çok daha ciddi bir sorunu vardır. Belki kendine bile itiraf edemediği çok daha gerçek bir derdi sebebiyle iç huzurunu kaybetmiştir ama suçluyu dışarıda aramaktadır. Mesela kişinin yaşı icabı bazı hastalıkları vardır. Görünüşte bunlardan dert yanmaktadır ama aslında o ihtiyarlığı ve ölümün yaklaşmasını kabullenememektedir. Çünkü hayatını iyi değerlendirememiştir. Yaptıklarından tatmin olmamıştır. Bu gerçeği de her zaman göz önünde bulundurmalıdır.
İnsan bu dünya hayatının geçici olduğunu asla unutmamalı, her zaman ahirete odaklı bir hayat yaşamalıdır. Ahireti için elinden geleni yaptıysa artık bu dünya hayatının nasıl geçtiği çok önemli değildir. Çünkü bu hayatın kendisi fani olduğu gibi sevinçleri ve üzüntüleri de fanidir.
Hz. Ali radıyallahu anh ne güzel söylemiş:
“Hayatın nimetlerine nail olduğun zaman sakın fazla sevinme. Mihnet ve meşakkate maruz kaldığın zaman da asla yerinme. Çünkü ikisi de bekasızdır.”
Dünyanın sevinçlerine de üzüntülerine de fazla kapılmamalı, iç huzurunu bu değersiz şeylere feda etmemelidir. Daima kulluk şuuru içinde vazifelere bakmalı, Allah’ın rızasını kazanma derdi içinde olmalıdır. Asıl derdi bu olduğu zaman insana hiçbir dert zarar vermez. Bilir ki, dünya hayatının inişleri çıkışları bir denizin üstündeki köpükler gibi gelip geçicidir.
Hz. Mevlânâ ne güzel buyurmuştur:
“Senin iç dünyan bir misâfirhâne gibidir. Sevinçler de, kederler de gelip geçicidir. Ne sevinçlere aldan, ne de gamları kendine dert edin! Gamlar sürûruna mânî olursa üzülme; çünkü o gamlar, sabredersen senin için sevinç ve neşe hazırlamaktadır.”
Esasen hakiki manada kul olan kişi kendinde bir şikayet hakkı görmez. Kendini kul olarak bilen kişi “Niye istediğim gibi olmadı?” diye dertlenmez. Biz kimiz ki istediğimiz istemediğimiz şeyler olsun? Biz Allah’ın takdirini yaşıyoruz. Önemli olan Allah’ın bizden ne istediği, neyle razı olacağıdır.
Nitekim hayatı boyunca ağır imtihanlardan geçmiş olan Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem Tâif’e İslam’a davet için gittiği zaman taşlandığında, ellerini açıp;
“Ey merhametlilerin en merhametlisi! Eğer bana karşı gazaplı değilsen, çektiğim mihnet ve belâlara aldırmam!.. İlâhî! Sen râzı oluncaya kadar işte affını diliyorum…” niyâzında bulunmuştur. (İbn-i Hişâm, II, 29-30; Heysemî, VI, 35)
En ağır dertlere uğradığı zaman bile bunun Allah’tan geldiğini bilen ve bir imtihan olduğuna inanan mümin, mümkün olduğu kadar iç huzurunu bozmamaya çalışır. Hele Hak aşıkları için Allah’tan gelen iptilâlar adeta bir hediye gibidir. Çünkü o imtihanlara sabretmenin hatalarına kefaret olup derecelerini yükselteceğini bilirler. O sebepledir ki Zünnûn el-Mısrî kuddise sırruh hazretleri: “Rıza, kaderin tecellileri karşısında kalbin manevi haz içinde olmasıdır.” Demiştir.
Onlar başlarına gelen şeyler hakkında “Bu hoşuma gitti, bu hoşuma gitmedi,” diye ayırım yapmazlar. Nefsin hoşuna giden şeylerde şer, hoşuna gitmeyen şeylerde hayır olduğuna inanırlar. O yüzden nefislerinin arzu ve ihtiyarlarını terk ederler.
Cüneyd el-Bağdâdi kuddise sırruh hazretleri:
“Rıza, kulun ihtiyarını terk etmesidir” demiştir.
Allah-u Zülcelâl bizlere gönül huzuru içinde kulluk yapmayı ve rızasını kazanmayı nasip eylesin. Amin.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ