HİKMET PINARI / İsrailoğullarının Halinden İbretler

  • 05 Eylül 2024
  • 209 kez görüntülendi.
HİKMET PINARI / İsrailoğullarının Halinden İbretler
REKLAM ALANI

HİKMET PINARI
İsrailoğullarının Halinden İbretler
Hayrünnisa Hanım

يَا رَبِّ لَكَ الْحَمْدُ كَمَا يَنْبَغِي لِجَلاَلِ وَجْهِكَ وَلِعَظِيمِ سُلْطَانِكَ
“Ey Rabbim! Zât’ının Celal’ine ve Hâkimiyetinin azametine layık şekilde Sana hamd olsun”
Allah-u Zülcelâl Kur’ân-ı Kerim’de dünyaya gönderiliş amacımızı kulluk olarak belirtmiştir.
Nasıl ki Rabbimizi tanımamız ve O’nun azze ve celle kudretini, azametini, Malik-ül mülk olmasını bilmemiz ve ona göre kulluk yapmamız gerekiyorsa aynı zamanda Rabbimizin düşmanlarını da bilmemiz ve onlara karşı gerektiği şekilde tavır almamız gerekir. Bu aslında Allah’ın bizlerden istediği imanın bir gereğidir.
Allah-u Zülcelâl Fetih suresi 29. ayeti kerimede müminlerin vasıflarını belirtirken şöyle buyurmaktadır:
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِؕ وَالَّذٖينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعاً سُجَّداً يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَاناًؗ سٖيمَاهُمْ فٖي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِؕ ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرٰيةِۚ وَمَثَلُهُمْ فِي الْاِنْجٖيلِࣞۛ
“Muhammed Allah’ın Rasûlüdür. Onunla beraber olan o kimseler (sahabeler) kafirlere karşı son derece şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. O secdeleriyle Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secde eseri görürsün. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir:”
Yani Rabbimiz buyuruyor ki; Biz o ümmetin kafirlere karşı şiddetli, birbirlerine karşı merhametli olacağını ve secde eseri yüzlerinde bulunan o müminleri Tevrat’ta zikrettik. İncil’de de onların vasıfları şöyledir. Allah-u Teâlâ çok güzel bir benzetme yapmış, buyuruyor ki;
كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِهٖ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغٖيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَؕ وَعَدَ اللّٰهُ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظٖيماً
“…Bir ekin gibidir ki filizini çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirmiş, sonra kalınlaşmış da gövdesi üzerine dikilmiştir; (bu hâl) ekincilerin hoşuna gider, kafirleri de kızdırmak içindir. Allah, onlardan îmân edip sâlih ameller işleyenlere bir mağfiret ve (pek) büyük bir mükâfât va’d etmiştir.”
Bir nebatın gövdesinin kalınlaşıp kendi gövdesinin üzerinde tomurcuklarını çıkarması ve ziraatçinin de onu görüp sevinmesinin misali gibidir, o kadar sağlamlardır. Tomurcuktan da döküldüğü her yere tohum düştüğünden dolayı onlardan da yeni tohumlar ve yeni nebatlar çıkar.
Kafirlerin onca yaptıklarına karşı onlar kendi gövdeleri üzerinde aynen bir ekinin ziraate ekilmesi misali gibi kendi gövdeleri üzerinde öyle sağlam ve dik dururlar, tomurcuklanırlar ve o tomurcuklar sonra yeryüzüne dökülür, yeni yeni nebatlar çıkar. Bu, emri bil maruf’un işaretidir. İnsan, anlattıkça yeni nesillerin hidayetine vesile olur Allah’ın izniyle.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem müslümanlar arasındaki kardeşlik hakkında şöyle buyuruyor:
“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66)
Müslümanların da bu şekilde olması gerekir ki o iman Allah’ın katında makbul bir hale gelsin. Biz buradan şu dersi çıkarmalıyız:
Allah-u Zülcelâl birçok ayet-i kerimede şeytanın açık düşmanlığını, zararlarını bizlere bildirmiştir. Bizim de yapmamız gereken gerçek düşmanı bilip birbirimize merhametli olmaktır. Kendi aramızda yaşadığımız bir olaydan dolayı bir kızgınlığımız, kırgınlığımız varsa her şeyi kenara atıp birbirimize sıkıca sarılalım. Düşmanlarımız, Allah-u Zülcelâl’in Kur’an’da belirttiği gibi şeytandır ve kafirlerdir. Bizler de düşmanlarımızı bilip ona göre hareket edip, birbirimize karşı merhametli olalım.
Aramızda ne yaşarsak yaşayalım onu kine ve düşmanlığa dönüştürmeden affedici olup Allah’ın bu ayetine müstahak olmaya gayret edelim.
Müslümanlar olarak birbirimizin dostuyuz. Birbirimizin kıymetini bilip birbirimize sımsıkı sarılalım ve düşman olarak Allah-u Zülcelâl bize kimi düşman belirtmişse onu düşman olarak bilelim.
Yahudilerin Hallerinden İbretler
Allah-u Zülcelâl Bakara suresinde Yahudilerden bahsetmektedir. Onların Mûsâ aleyhisselam ile olan diyalogları, Allah-u Zülcelâl’e isnad ettikleri hoş olmayan sözleri, Allah’ın onları sürekli uyarması ve uyarı olarak gönderilen azaplar bildirilmektedir. Allah-u Zülcelâl o kadar sabırlı ve merhametli ki yaptıklarına karşı onları helak etmemiş, uyarılar göndermiş.
Allah-u Zülcelâl kullarının cehenneme gitmesini istemez. Bu nedenle Allah-u Zülcelâl tevbe etsinler, hakiki manada iman etsinler diye onlara uyarılarda bulunmuştur ancak onlar tabiatları gereği sürekli isyanda bulunmuşlardır.
Resulullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem dönemine baktığımızda yine en büyük düşmanlığı yapan yahudilerdi. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem zamanındaki Yahudiler ile önceki zamanlarda yaşayan ve şimdi yaşayan yahudiler de aynı hiçbir farklılık yok. Sadece zaman değişmiş, insanlar değişmiş ancak onların tabiatları ve ahlakları, nankörlük ve isyanları hep aynı.
Allah-u Zülcelâl, bizler düşmanı tanıyıp ona göre hareket edelim diye Kuran-ı Kerim’de Yahudileri bize anlatmış ve yaptıklarını bildirmiştir. İslam düşmanları teknolojilerini geliştirip biz müslümanları nasıl öldürebiliriz nasıl yok edebiliriz, müslümanların inançlarına nasıl zarar getirebiliriz diye çalışırken biz Müslümanlar çok yazık ki uyumuşuz.
Şu an da Gazze’de yaşananlardan ders çıkarmamız gerekir. Bunların aslında Müslümanların dirilişine ve hidayetine vesile olması gerekir. Dua etmemiz, elimizden ne gelirse yardımcı olmamız, tepkimizi belirtmemiz, bir şekilde tarafımızı belli etmemiz, sesimizi duyurmamız, her bir fert olarak kendimize ders çıkarmamız gerekir.
Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti ve sizi bir zamanlar alemlere üstün kıldığımı hatırlayın.” (Bakara; 47)
Nankörlükle, isyanla değil şükürle, taatle, imanla, son gönderilen nebiye iman ederek hatırlayın, şükredin. Allah-u Zülcelâl onlara çok nimetler verdi onlar ise her nimete nankörlükle, yüzsüzlükle, hadlerini aşarak karşılık verdiler.
Bu, Resulullah aleyhisselatu vesselam Efendimizin dönemindeki Yahudilere hitabendir ama aslında bütün yahudileredir.
İsrail, Yakup aleyhisselamın ismidir ve ondan gelmedir. Sadık olan Yusuf aleyhisselam da O’nun oğludur. Mûsâ aleyhisselam da bir Beni İsrail idi. Bu nedenle “Bunların soyundan hep kötüler geldi,” demek doğru değildir. Allah-u Zülcelâl onlardan layık olanlara bu imanı, şerefi nasip etti. Onların içlerinden Peygamberler de geldi, bu şekilde kötü olan insanlar da geldi.
Allah-u Zülcelâl ayetin devamında buyuruyor ki:
“Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size vaad ettiklerimi vereyim.”
Allah-u Zülcelâl onlardan sözler aldı. Başlarına bazı imtihanlar gelince dediler ki: “Ya Rabbi! Biz Sana söz veriyoruz. Biz tevbe ettik, artık düzeleceğiz.” Bu şekilde hep söz verdiler. Allah-u Zülcelâl onlara verdikleri bu sözleri hatırlatıyor.
“Babalarınızın verdiği sözleri hatırlayın. Onlara uyarılar gelince, söz verdiler. Siz de sözünüzde durun ki ben de vaadimi yerine getireyim. Hem dünyadaki hem de ahiretteki nimetlerimiz yerine getireyim.”
Alimlerden biri bu ayeti şöyle tefsir etmiş;
“İnsan doğduğu ve öldüğü zaman birer melek kulağına fısıldar. Doğduğu zaman ki melek şöyle der:
‘Bu vücut emanettir. Sen bu vücudu Allah-u Zülcelâl’in istediği gibi korursan Allah da sana karşılığını verecek, seni ona göre mükafatlandıracaktır. Eğer sen onu kirletirsen Allah azze ve celle de seni ona göre cezalandıracaktır.’ İnsan vefat ettiği zaman ki melek ise:
‘Bu vücut sana emanetti. Eğer sen bu vücudu temiz olarak kullandıysan şimdi Allah’ın vaadiyle karşılaşacaksın. Eğer sen onu kirlettiysen şimdi Allah’ın cezası ile karşılaşacaksın.’ der.
“Ey İsrailoğlulları! Size verdiğim bir başka nimeti daha hatırlayın. Ben sizi insanoğluna, aleme üstün olarak yarattım.”
Peygamberlerin çoğu, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem hariç, İsrailoğullarının soyundan geldi. İsrailoğulları bundan dolayı haset ederek Peygamber Efendimizi kabul etmediler, karşı çıktılar.
Yahudilere Verilen Nimetler
Sonra ayet-i kerimelerde Allah-u Zülcelâl onlara verdiği nimetleri hatırlatıyor:
“Hatırlayın ki sizi Firavun’un adamlarından kurtardık. Onlar size işkencenin en kötüsünü revâ görüyorlar, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlar, kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bu size reva görülenlerde Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık; Firavun’un adamlarını da gözünüzün önünde denizde boğduk.”(Bakara 49-50)
Kahinler Firavun’a, ‘Birisi çıkacak ve tahtını elinden alacak,’ diye haber verince Firavun doğan bütün erkek çocuklarını öldürüp kız çocuklarını bırakmıştı. Allah-u Zülcelâl onları kurtarmak için Mûsâ aleyhisselamı gönderdi, denizi yardı, onları Mısır’dan çıkardı ve Firavun’un zulmünden kurtardı.
“Mûsâ’ya kırk gece için söz vermiştik. Mûsâ gittikten sonra siz, haksızlık ederek buzağıyı (tanrı) edindiniz. Bundan sonra da (akıllanıp) şükredersiniz diye sizi affettik. Doğru yolu bulasınız diye Mûsâ’ya kitabı ve hak ile bâtılı ayıran hükümleri ­vermiştik. Mûsâ kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim! Şüphesiz siz buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Onun için yaratanınıza tevbe edin de nefislerinizi öldürün. Öyle yapmanız yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir; böylece Allah tevbenizi kabul etmiş olur. Çünkü acıyıp tevbeleri kabul eden ancak O’dur.’” (Bakara 51-54)
Mûsâ aleyhisselam kendisine Tevrat’ın nazil olacağı Tur Dağı’nda iken İsrailoğullarından Sâmirî isminde bir adam altından bir buzağı yaptı. Bu kadar da mal mülk sahibiydiler. Ve birçoğu ona ibadet ettiler. Bundan önce Allah’a ibadet eden halk Mûsâ aleyhisselamın aralarından gitmesiyle bu buzağıya tapmaya başladılar.
Mûsâ aleyhisselam döndüğünde buzağıya taptıklarını görünce onlara çok gadaplandı. Buyurdu ki:
“Ben sizi belli bir müddet bıraktım, siz bu sürede kalkıp bu kadar kısa bir zamanda hemen şirke döndünüz, Rabbinizi unuttunuz.”
Allah-u Zülcelâl yaptıkları bu şirke karşılık tevbe etmeleri, bu tevbelerinin kabul olunması ve Allah’ın kelamı Mûsâ Aleyhisselam’a nasıl iniyorsa onlar da birebir Mûsâ Aleyhisselam’a inen vahye şahit olup da iman etmeleri için Mûsâ Aleyhisselam’a kavimden yetmiş kişiyi seçip Tur-i Sina Dağına getirmesini buyurdu.
Mûsâ Aleyhisselam kavminin içinden en hayırlı, en önde gelen yetmiş kişiyi seçti ve onları Tur-i Sina Dağı’na götürdü. Bu yetmiş kişi orada Allah-u Zülcelâl’in birçok mucizesine şahit olduktan sonra şöyle dediler:
“O zaman “Ey Mûsâ! Allah’ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayız” demiştiniz de bakıp dururken hemen sizi yıldırım çarpmıştı. Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki şükredesiniz.” (Bakara; 55-56)
Görmedikçe iman etmeyeceklerini alay yoluyla söyleyen bu kavim Allah-u Zülcelâl’e karşı böyle hadsizlerdi. Bu yetmiş kişi orada öldüler. Allah-u Zülcelâl o kadar merhametli ki, uyarı olsun diye öldüren Allah onları tekrar diriltti.
Öldükten sonra da her şeyi gördüler. Bu hem onlar hem de etrafındakiler için büyük bir ders idi. Şirkten sonra ‘Görmezsek iman etmeyiz’ dedikleri için ebedi azaba uğramasınlar diye Allah-u Zülcelâl onlara tekrar bir fırsat verdi.
Allah-u Zülcelâl buyurdu: “Beytü’l Makdis’e gidin orada cebbar, kötü, asi bir hükümdar var, onunla savaşın.”
İsrailoğulları şöyle cevap verdi:
“Ya Mûsâ! Sen Rabbine söyle biz gitmeyiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın.” Bunun üzerine Allah-u Zülcelâl:
“Biz onları çöle sürükledik, sürgün ettik,” buyurdu. İsrailoğulları kırk yıl çölde kaldılar. Kaldıkları bu çöl, üzerinde hiçbir dağın, bitkinin olmadığı dümdüz bir arazi idi. Allah-u Zülcelâl yine onlara merhametinden buyurdu ki;
“Ve sizi bulutlarla gölgeledik; size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik; “Verdiğimiz güzel nimetlerden yiyin” (dedik). Gerçekte onlar bize değil, kendilerine kötülük ediyorlardı.” (Bakara; 57)
Allah-u Zülcelâl onlar çölde kaldıkları sürece men ve selva yiyecekleri verdi. Ayette geçen kudret helvası olarak mana verilir ama tefsirde “Allah katından cennetten indirilmiş bal misali bir şerbet gibiydi,” denilmektedir. İsrailoğulları su ile karıştırıp onu içerlermiş. İsrail oğulları buna da nankörlük ettiler:
“Hani siz, “Ey Mûsâ! Biz bir tek yiyecekle dayanamayacağız. Bizim için Rabbine dua et de bize toprağın mahsullerinden; sebzelerinden, kabakgillerinden, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bitirsin” demiştiniz. Mûsâ ise, “İyiyi kötü ile değişmek mi istiyorsunuz? Şehre inin; istedikleriniz orada var” dedi. Zillete, fakru zarûrete mahkûm oldular; Allah’ın gazabına uğradılar. Bu durum, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerinin, bütün bunlar da isyan etmeleri ve haddi aşmalarının sonucuydu.” (Bakara; 61)
İnsan, “Acaba insanoğlu aynı yemekleri yiyince sıkılır mı?” diye düşünür ama her yenilen lokmanın ayrı lezzet verdiği söylenilen Allah-u Zülcelâl’in cennetten nimetleri insana bıkkınlık vermez. Mesela üzüm tanelerini yersin her bir tanesi ayrı bir lezzettir.
Allah-u Zülcelâl buyuruyor: “Biz misal olsun diye size cennetin nimetlerini anlatıyoruz. Siz onları gerçek anlamda hayallendiremez, akıl edemezsiniz.” İşte onların nimetleri de o şekilde lezzetliydi. Ama onlar: “Biz bunlardan bıktık, Rabbin bize başka nimetler versin.” Dediler. Sonunda zillete yani horluğa hakirliğe mahkum oldular. Allah-u Zülcelâl bunun sebebini açıklarken “Peygamberleri öldürmeleri yüzünden,” buyuruyor.
Abdullah Bin Mesut radıyallahu anh bu ayeti tefsir ederken İsrailoğullarının bir günde kırk üç Peygamber öldürdüğünü, sonra çarşıya gittiklerini, dükkanlarını açıp hiçbir şey yokmuş gibi akşama kadar satış yaptıklarını söylemiştir. Kötülük yapıyorlardı ama bu vicdanlarını sızlatmıyordu. Bu kadar vicdansız, merhametsizlerdi. Bir başka rivayette ise İsrailoğullarının bir günde yetmiş peygamber öldürdüğü söylenmiştir. Burada iman olmayınca insanların ne kadar merhametten vicdandan yoksun bir hale geldiğini görüyoruz. Bu nedenle bizim onlara buğzumuz haktır.
Allah’ın Emirlerini Değiştirdiler
Mûsâ Aleyhisselam Tur-i Sina Dağı’nda kaldığında O’na Tevrat levhaları verilmişti. Bu levhalarda Allah-u Zülcelâl’in emir ve nehiyleri vardı. Bu levhalardaki Allah’ın emir ve yasaklarını okuyorlardı.
“Demiştik ki: “Şu şehre girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yiyip için. Kapıdan eğilerek girin ve “hıtta” diyerek af dileyin ki hatalarınızı bağışlayalım. Biz iyi davrananlara fazlasıyla vereceğiz.” Fakat zalimler kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik.” (Bakara; 57-59)
Hıtta kelimesi “bizi bağışla,” anlamında tefsir edilmiştir, ‘estagfirullah’ manasındadır. Onlar bunu “hındat’’ kelimesi ile değiştirdiler, yani ‘buğday’ diye alaya alarak o yere girdiler. Allah-u Zülcelâl bu alayları sebebiyle onlara bir hastalık verdi.
“Bir zamanlar Mûsâ kavmi için su istemiş, biz de ona, “Asânı taşa vur!” demiştik. Bunun üzerine taştan on iki göze fışkırdı. Her topluluk kendi içeceği yeri bildi. “Allah’ın rızkından yiyin için; yeryüzünde fitne fesat çıkarmayın” (dedik).” (Bakara; 60)
İsrailoğulları on iki kabileden oluşuyordu ve taştan da on iki ayrı kaynak fışkırdı ki her kabile kendi yerini bilsin, kendisine ait bir çeşmesi olsun, aralarında bir taşkınlık olmasın.
“Sizden kesin söz almıştık. Tur dağını yükselterek tepenize dikmiştik. “Allah’a karşı gelmekten sakınanlardan olabilmeniz için, size verdiğimiz Kitab’a kuvvetle sarılın, onda bulunanları hatırda tutun” demiştik. Bundan sonra yine yüz çevirdiniz; eğer Allah’ın size bol nimeti ve merhameti olmasaydı, muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz.” (Bakara; 63-64)
Allah-u Zülcelâl daha birçok ayet-i kerimelerle Yahudilerin neden lanete uğradığını bize haber veriyor ki ibret alalım. Allah-u Zülcelâl kötülerin kötülüklerinden haber vermezse İnsanoğlu gaflettedir. Allah-u Zülcelâl bildirmezse İnsanoğlu kendi başına bir şeyi bilemez. O yüzden haber veriyor ki biz de ona göre tedbir alalım.
Bizim Allah-u Zülcelâl’e karşı sevgimizin gereği, Allah’ın düşmanlarını bilmemiz gerekir ki gerektiği şekilde onlara katı davranalım. O şekilde uyanık olmamız gerekir ki Allah-u Zülcelâl bizleri onlara karşı zelil kılmasın.
Ümmetin uyanması gerekir eğer uyanmazsak onlar sürekli bu şekilde zulmedecek. Onların anladığı tek şey şiddettir. Kimse şiddet yapmadığından dolayı kendileri şiddet anlamında ellerinden geleni yapıyor. Bizim de bunlara karşı uyanık ve birlik beraberlik içinde olmamız gerekir.
Nasıl onların yanında bir insanı öldürmek basit bir şey ise İslam’da bir insanı diriltmek o kadar kıymetlidir. Bizler de bir birimizin hidayetine vesile olarak ölü olan kalpleri diriltmemiz gerekir. Bu İslam davası için daha çok çalışmaya gayret edelim.
Onların derdi İslam’ladır. İslam da Allah-u Zülcelâl’in dini olduğuna göre onlar Allah’a karşı bir savaş açmışlar. Bizim de düşmanlarımızı bu şekilde bilip daha çok uyanık olup daha çok çalışmamız, İslam adına daha çok insanı kazanmamız gerekir. Allah-u Zülcelâl o feraseti, gücü kuvveti imanı nasip etsin. Âmin.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ