Affetmek, Allah’a Çok Kolay
Kamil imanın alameti nedir?
Allah-u Zülcelal, mübarek Ramazan-ı Şerif’i hemen hemen sonlandırdı… Zaten bu son on gün de itikaf günleridir. Peygamber aleyhissalatu vesselam kendisi hayatta iken, bu on gecede daima camide itikaf etmiş; ibadetle, zikirle, taatle vaktini geçirmiştir.
O dünyadan ayrıldıktan sonra da hanımları (ve Sahabe-i Kiram), yine böyle devam etmişlerdir. Böyle olduğu için elimizden geldiği kadar, son on geceyi, Kadir Gecesi’ni yakalamak niyetiyle değerlendirelim. Zikirle, taatle, dua ile ibadetle bunu değerlendirelim. (Fazilet ve sevap bakımından) Seksen küsur seneye tekabül eden Kadir Gecesi, bu günlerin içindedir çünkü. Böyle olduğu için, garantiye almak için bu on gün on geceyi değerlendirmek lazımdır.
Tabi bazı âlimler 21. gününde, 23’ünde, 25’inde, çoğunluğu da 27’sinde demişler fakat bu konu yine de ihtilaflıdır. Kesin olarak bu son on gündedir. Yalnız bu on günlerin hangisi? Belli değildir. Onun için tam olarak Kadir Gecesi’ni yakalamayı garanti altına almak için elimizden geldiği kadar, bu son on geceyi değerlendirelim. Böyle yaparsak onu kesin olarak, inşaallah yakalamış olacağız.
Tevrat’ta geçiyor, Allah-u Zülcelal buyuruyor ki, “Amel ihlaslı olduğunda, Allah kabul ederse, ne kadar az da olsa yine de çok sayılır.”
Bakınız, dikkat edelim, Allah bir ameli kabul ettiği zaman, az olsa da Allah kabul ettiği için çok sayılır. Ama kulun, Allah’ın kabul etmediği amelleri ne kadar çok olursa olsun, faydası yoktur. Demek ki, biz yoldan bir diken, bir taş kaldırırsak, Allah kabul ettiği zaman, Allah’ın katında çok sayılır.
Yani, burada bizim için işaret vardır, ne yaparsak Allah için yapalım. Ne yaparsak Allah dediği için, Allah rızası olduğu için yapalım. Böyle yaptığımız zaman, az dahi olsa Allah katında çok sayılır. Ve onunla, Allah insandan razı olur.
Bundan daha önemlisi, Allah’ın nazargahı insanın kalbi olduğu için, kalbe baktığı için, daima kalbimizi, niyetimizi, Allah rızası için yapalım. Ne yaparsak, “Allah kalbime bakıyor, Allah kalbimi görüyor, beni görüyor” diyerek, bu şekilde murakabeli olarak amel yaptığımız zaman, amelimiz az da olsa yine Allah’ın katında makbul olur.
Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma buyuruyor ki, “Hiç bir kul, nerede olursa olsun, ne yaparsa yapsın, Allah onu görüyor diye bilmediği müddetçe kâmil iman sahibi olamaz.”
Ancak böyle olduğu zaman, iman-ı kâmil sahibidir. Bilecek ki, nerede olursa olsun, ne yaparsa yapsın, Allah onu görüyor. Bu şekilde idrak içinde olması lazımdır. O zaman gizli bir amel, gizli bir hata yapamaz. Çünkü bakınız diyor ki, nerede olursa olsun, kapalı bir kutunun içinde dahi olsa yine de “Allah beni görüyor” idraki içinde olması lazımdır. Böyle bir imanın sahibi olması lazımdır. O zaman diyor, gizli olarak hata yapmaz.
Böyle açıkta, insanların gördüğü bir yerde, “Allah beni görüyor” diye düşünüp gizli bir yerde “Allah beni görmez” diye kabul ediyorsa o kimse kâmil insan sahibi olamaz. Kapalı bir kutunun içinde olsan dahi, yine bileceksin ki Allah seni görüyor. Ancak böyle olduğu zaman, insan kâmil iman sahibi olur ve gizli olarak bir günahı kolay kolay yapmaz. Çünkü diyecek ki “Bu yaptığım gizli ameli, Allah, kıyamet gününde bütün insanların önünde açığa çıkaracaktır. Allah beni görüyor, Allah yazıyor bunu kendi katında, kıyamet gününde bütün insanların içinde beni mahcup edecek!” Böyle düşündüğü zaman, bu idrak içinde olduğu zaman, kolay kolay gizli yerlerde de günah yapamaz o kişi.
Kalbin ıslahı için
İyilerle berber olalım
Şunu çok defalar söylüyoruz; elimizden geldiği kadar iyi kişilerle beraber olalım. Çünkü şahit oluyoruz bazı şahıslar; tevbe de ediyor, ibadet yapmak istiyor, zikir yapmak istiyor, günah yapmak istemiyorlar bir daha. Nefret ediyorlar günahtan. Ama eski arkadaşları var, bırakmıyorlar onları. Ya bunlar onların yanına gidiyor veya onlar bunların yanına geliyor, bu sefer, bunlar yine eski hallerine dönüyorlar.
O eski kötü arkadaşların zararı bu kadar kötüdür. Çünkü bir yerde yangın varsa sen oraya gittiğin zaman, elbisene dokunabilir. Yangın sana da sıçrayabilir.
Yangındır… İnsan ondan uzaklaşıyor, kaçıyor ondan. Öyle bir çevre, öyle günahın içinde ki insanlar, adeta bir ateş yakmışlar. Onların içine girersen seni de yakarlar. Onun için elimizden geldiği kadar, daima iyi kişilerle beraber olalım.
Bakınız, Ahmet bin Harb ismindeki bir zat şöyle buyuruyor: “Kişinin kalbinin ıslah olması için salih kişilerle oturup kalkmak ve onların amellerine bakmak kadar menfaatli bir şey görmedim.”
Yani, iyi kişilerle oturup kalkmak, bir kişinin kalbinin ıslah olması için en kuvvetli bir delildir. Ve onların yaptığı amellere bakmak… Onlarla beraber oturup kalkmak… Bunu yapmak, kalbi o kadar ıslah edicidir ki, yeryüzünde bunun kadar faydalı bir hal görmedim diyor.
Bakınız, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Bir zikir halkası kurulduğu zaman, o zikir halkasının etrafında melekler de halka oluyorlar, ta Arş-ı Ala’ya kadar. Orada Allah-u Zülcelal soruyor,
– Benim kullarımı nasıl gördünüz?
– Yarabbi, senin zikrini yapıyorlar, seni anıyorlardı.
– Siz şahit olun, ben de onları affettim, diyor Allah-u Zülcelal. Ama melekler diyor ki,
– Ya Rabbi, bir kişi onların yanındaydı, onların içindeydi, fakat o zikir için gelmemişti, bir ihtiyaç için oraya gelmişti.
– Olur, olabilir ama onlarla beraber oturan şahıs şaki (isyankâr) olmaz. Onu da onlarla beraber affettim. (Buhârî, Daavât 66; bknz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 251-252, 358-359)
Burada, ne işaret var bize? İyi kişilerle beraber oturup kalkmak, onlardan olmasa dahi, Allah onların hatırına veriyor. Bakınız, onlardan menfaat gördü. İşte, o zat böyle diyor: “Kişinin kalbinin ıslah olması için salih kişilerle oturup kalkmak ve onların amellerine bakmak kadar menfaatli bir şey görmedim.”
Ve devam ediyor: “İnsanın kalbi için en zararlısı da kötü kişilerle beraber oturup kalkmak, onların yaptığı amellere bakmaktır.”
Doğrudur. Bakıyorsun, iyi bir kişi kumarcılarla beraber oturdu, rakı içenlerle beraber oturdu, bir iki üç gün, o da onlar gibi yapmaya başlayacak… Kalbi bu şekilde onlardan zarar görecek. Onun için elimizden geldiği kadar, kötü kişilerle beraber oturduğumuz zaman, onlara nasihat etmemiz lazımdır. Onlar konuşunca dinlemek, zehirdir. Biz konuşacağız. Biz Allah’tan bahsedeceğiz. Tevbeden bahsedeceğiz. Ancak bu şekilde biz kendimizi kurtarabiliriz. Yoksa sen gidip onların yanında oturursan, o sana sohbet yaparsa, gidersin onlarla beraber.
Elimizden geldiği kadar, Allah-u Zülcelal’e karşı hata yaptığımız zaman, günah işlediğimiz zaman, özür dileyelim, tevbe istiğfarda bulunalım. Amel yaptığımız zaman da Allah’a şükredelim.
Ya tevbe etmemiz veya şükretmemiz lazım
Demek ki, yeryüzünde insan, ya hata sahibi olacak ki o zaman özür dilemesi lazımdır, tevbe etmesi lazımdır. Ya da ibadet sahibi olacak, o zaman da Allah’a şükretmesi lazımdır. “Sen bana nasip ettin ya Rabbi! Sen bana kuvvet verdin. Bu tevbeyi, bu yolu, Sen bana nasip ettin. Sana şükürler olsun.” Demesi lazımdır. Günah işlediği zaman da özür dilemesi lazımdır.
Demek ki, daima Allah’a karşı ya tevbe etmemiz lazım veya şükretmemiz lazımdır. Ortası yok. İkisinden biri olacak. O zaman, Allah-u Zülcelal’e karşı edebimiz çok güzel olmuş oluyor. İnsan insan olarak, Rabbine karşı kul olarak, edebli bir kul, edebli bir mümin olarak meydana çıkıyor.
Yani, Allah-u Zülcelal’den gelen amel-i salihi, yine Allah’tan bilelim. Hataların da nefsimizden olduğunu bilelim. O halde, hatalar nefsimizden geldiği için Allah-u Zülcelal’den özür dilemek lazım. Allah’tan gelen hayırlar da Allah’tan geldiği için O’na şükretmemiz lazımdır.
Sadece yediğimiz yemeklere karşılık olarak değil, amel-i salih için de… Allah bize tevfik verdiği için, amel-i salih nasip ettiği için, tevbe etmeyi nasip ettiği için, bu manzarayı (camide sohbet dinlemek) böyle bize nasip ettiği için, buna da şükür etmemiz lazımdır.
Allah sevdiriyor, bakınız, şunu iyi bilelim… Şimdi bizim bazı komşularımız var, yakın oldukları halde gelemiyorlar buraya. Bazıları da ta İstanbul’dan hatta Almanya’dan, şuradan buradan geliyor. Allah, bir kimsenin kalbine bu manzaranın, burada oturmanın sevgisini koymadığı zaman gelemez. Onun için hep Allah’tan olduğunu bilelim.
Bu şuuru kaybettiğimiz zaman da tekrar Allah-u Zülcelal’den istememiz lazımdır. Peygamberimiz de istemiş. O kadar çok seviyordu Allah’ı, yine de diyordu ki: “Ya Rabbi! Ben senin sevgini, muhabbetini istiyorum ya Rabbi!” İşte böyle istiyordu Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam. Öyle olduğu için biz de her şeyi Allah’tan isteyelim. Allah da karşılığını verecektir inşaallahu teala.
Bu imanın, Allah’ın bize verdiği ihsanın kıymetini bilelim. Daima Allah-u Zülcelal’e karşı hamd u senada bulunalım, şükredelim.
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “İyiliğin, iyilikten başka bir karşılığı olabilir mi?” (Rahman; 60) Bu ayet-in tefsirini Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam, şöyle yapmıştır: “İmanın mükâfatı cennettir.” Yani, “Lailahe illellah” demenin, Kelime-i Tevhid’in karşılığı cennettir, buyuruyor.
Onun için imanın kıymetini iyi bilelim. Bunu da Allah vermiş bize, Azze ve Celle. Bir de unutmamak lazımdır ki diğer insanlar gibi Amerika’daki, Rusya’daki kafirler gibi biz de Allah’ın kuluyuz. Ama Allah bizi onların içinden seçti, iman nasip etti bize. Bizi seçtiği ve iman nasip ettiği için Allah’a şükür ve hamd u sena edelim.
Hatta bir kitapta şöyle geçiyor, Şeytan-ı Lain, Allah’a isyan edip şeytan olmadan önce çok fazla ibadet yapıyordu. Ama bir sefer dahi onun ağzından “Elhamdulillah” lafı çıkmadı, şükretmedi. Bu nimet karşısında, bu iman, bu ibadet karşısında, “Allah’a hamd olsun” demedi. Onun için de Allah ondan bu nimeti aldı.
Bu sebeple, elimizden geldiği kadar, Allah-u Zülcelal’in nimetlerine karşılık olarak, imanı, tevbeyi, ibadet etmeyi nasip ettiği için Allah-u Zülcelal’e şükür ve hamd u senada bulunalım inşaallah. Unutmayalım bunu. Allah’ın iyiliği, mükâfatıdır. Allah’ın nimetidir, bize verdiği.
Mümin daimi muhacir olmalı
Ashab-ı Kiram, nasıl Mekke-i Mükerrem’den Medine-i Münevvere’ye hicret etmişler ise müminin de daima muhacir olması lazımdır. Onlara mutabaat olarak. Çünkü Peygamber aleyhissalatu vesselam şöyle demiştir: “Hakiki mümin, elinden ve dilinden diğer müslümanların emniyet ve selamette olduğu kimsedir. Hakiki muhacir de Allah’ın yasakladıklarından uzaklaşıp Allah’ın hoşnut olduğu şeylere hicret edendir.” (Sahih-i Buhari; Sahih-i Müslim; Müsned-i Ahmed b. Hanbel)
Onlar Mekke’den Medine’ye hicret etmişler; Peygamber aleyhissalatu vesselam da ondan daha eftal olarak, daha önemli olarak günahlardan hicret edip, terk edip, Allah’a ibadette bulunmayı göstermiştir. O halde, elimizden geldiği kadar, nefsimize, şeytana mağlup olduğumuz zaman, bir hata yaptığımız zaman, hemen o hatadan hicret edip, tevbe edip özür dilemek suretiyle Allah’a, Allah’a ibadete, zikre, taate hicret edelim inşaallah.
Hiç bir zaman günahın içinde kalmayalım. Oradan hicret edip Allah’ın zikri, Allah’ın ibadetinin yanına geçelim inşaallahu teala. Bu şekilde, daima müminin muhacir olması lazımdır. Hicret etmesi lazımdır. Doğrudur, insan dünyayla müpteladır, dünyada hata da vardır, günah da vardır. Fakat bir hata yaptığı zaman hemen orada, Allah’tan özür dilemek, hicret edip ibadete, tevbeye, zikre; Allah-u Zülcelal’in tarafına iltica etmek lazımdır.
Affetmek, Allah’a çok kolay
Böyle yaparsak bizi affetmek Allah’a çok kolaydır. O’nun mağfireti, O’na göre zor bir şey değildir. Öyle insanlar gibi gözü arkada da kalmaz. Bir iyilik yaptığı zaman, “Ben bunu affettim” demez. O hiçbir şeye benzemez.
Fudeyl bin Iyad rahmetullahi aleyhi diyor ki: “Bir gün, Arafat dağında (Hac vakfesinde) iken arkadaşlarıma dedim ki,
– Siz bu insanların dualarını, ağlamalarını, Allah’a yalvarmalarını görüyor musunuz?
– Evet, dediler.
– Ben size bir misal söyleyeceğim… Dedim.
– Nedir? Dediler.
– Bir kişi bir kişiden istese veyahut bu insanların hepsi bir zengin kişinin yanına gitse, bir kuruş isteseler, o insan da yanındaki hazineden bu insanların hepsini razı etmek için bir kuruş verse, o adam rahatsız olur mu bir kuruştan?
– Hayır, dediler, Bir kuruş nedir ki? Bu insanların hepsini bir kuruşla razı edecek. Bu, o zengine göre çok kolay bir iştir. Dedim ki;
– Vallahi, Allah’a yemin ediyorum ki, Allah’ın katında, bu insanların hepsini affetmek, o zengin kişinin bir kuruş vermesinden daha kolaydır.
Yani, Allah azze ve celle, bu kişilerin günahı ne kadar büyük olursa olsun, her birisinin günahı yerden göğe kadar da ulaşsa, Allah bunları affetse, Allah katında, o bir kuruş vereninki gibi sayılmaz yine de. Allah’ın katında hiçbir şey değildir affetmek!
Allah böyledir… Yeter ki kul, kendini göstersin, af edilmek için bir gayret göstersin, bir niyeti olsun, bir yalvarması olsun… Allah onun ciddiyetinin hakiki olduğunu bir görsün, Allah’a hiç zor değildir onu affetmek inşaallahu teala.
İşte, bu yüzden ısrarla diyoruz ki elimizden geldiği kadar, imanın, tevbenin kıymetini iyi bilelim. Tevbeye dört elle sarılalım. Bilhassa, bu son on gece… Hakiki olarak, samimi bir şekilde Allah-u Zülcelal’i razı etmek için gayret edelim. Çünkü senede bir sefer bize nasip oluyor. Elimizden geldiği, gücümüz yettiği kadar bu fırsatı iyi değerlendirelim.
Bu mübarek geceleri değerlendirmek için Allah-u Zülcelal hepimize kuvvet versin inşaallah. Nefsimizi; ibadetinde, zikrinde, taatinde kullansın ve kendi fazlıyla, hepimizden razı olsun inşaallah.