Ahir Zamanda Hicret İbadeti
DİN VE HAYAT / Hatice Kübra Ergin
Hicri takvim İslam dininde ibadetlerin esas alındığı, insanlık tarihinin asıl takvimidir. Bu takvime göre yılın ilk ayı da Allah’ın hürmet edilmesini emrettiği aylardan biri olan Muharrem ayıdır. Muharrem ayı, Zilkade, Zilhicce ve Receb ile beraber Kur’an’da bildirilen haram aydan biridir.
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor ki:
“Muhakkak ki Allah’ın kitabında gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır…” (Tevbe; 36)
İslam devletinin kurulmasından sonra Müslümanlar takvim ihtiyacıyla karşılaştıklarında, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem’in de hicret ettiği yılı, İslam takviminin miladı kabul etmişlerdi. Bu yılın ilk ayı olan Muharrem ayı Kameri takvimin başlangıç ayı olarak kabul edilmiştir.
Hicret ve Önemi
Hicretin sözlük anlamı bir yerden veya bir şeyden ayrılmak demek olsa da ıstılahtaki manası dinini yaşamak gayesiyle İslam diyarına göç etmek, demektir.
Hicret, dünyevi imkanları ve bağları din uğruna feda etmek demektir. Kişinin doğup büyüdüğü yeri, akrabalarını, işini, gücünü bırakıp gurbet yoluna düşmesi kolay değildir. Bu fedakarlığın Allah’ın katında değeri çok büyüktür. Birçok ayet-i kerimelerde hicret fedakarlığının karşılıksız kalmayacağı haber verilmiştir:
“İman edenler, Allah yolunda hicret edip savaşanlar var ya, işte Allah’ın rahmetini umacaklar onlardır. Allah, çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” (Bakara; 218)
Gerçekten de Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ve ashabının Mekke’den Medine’ye hicretinin tarihte büyük bir önemi vardır.
İslâm daveti açısından bir dönüm noktası olan hicretin ve muhacirlerin şerefinden bahseden pek çok âyet ve hadis vardır. Meselâ bir âyette şöyle denilmektedir:
“Öne geçen ilk muhacirler ve ensarla onlara güzellikle tâbi olanlar, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur” (Tevbe; 100)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de ensara karşı yaptığı bir konuşmada, “Eğer hicret şerefi olmasaydı ben muhakkak ensardan bir fert olmak isterdim” (Müsned, II, 315; Müslim, “Zekât”, 139) buyurarak muhacirliğin faziletinin yerini hiçbir şeyin tutamayacağını belirtmiştir. Sahâbeyi tabakalara ayıran İslâm âlimleri ilk sırayı daima muhacirlere vermişlerdir.
Diriliş Muştusu
Tarihte birçok Peygamber hicret etmiştir. Davetlerini kabul etmeyip iman edenlere zulmeden kavimlerini terk ederek Allah-u Teala’ya rahatça ibadet etmek ve Allah-u Teala’nın ahkâmını ikame ve dinini tebliğ etmek için vatanlarını terk etmişlerdir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ve ashabının Mekke’den Medine’ye hicreti ise İslam tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur.
Mekke’deki müşriklerin baskıları karşısında pek çok eziyet ve işkenceye mâruz kalan müslümanlar hicret sayesinde güç bulmuş ve Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in önderliğinde bir devlete kavuşmuşlardır.
Elbette Rabbimiz; Habibini ve ashabını Mekke’den çıkmadan da başarıya ulaştırabilirdi. Allah dileseydi Kureyş kabilesi topluca iman ederler ve Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın yardımına koşarlardı. Fakat Allah-u Zülcelâl kıyamete kadar gelecek ümmete örnek olması için onları böyle bir imtihandan geçirmiştir.
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselama ilk iman edenler, on üç yıl süren Mekke dönemi boyunca sabır ve sebat ile dinlerine bağlı kaldılar. Bu dönemde türlü eziyetlere ve boykota sabrettiler.
Allah-u Zülcelâl onları bu sefer de hicret imtihanından geçirdi. Ailelerini, ticaretlerini, evlerini bırakıp yollara düştüler. İlk bakışta zor bir tercihti bu. Sonu belli olmayan bir yola çıkıyorlardı. Bu sebeple hicret, müminlerin Allah’a ve Resulüne itaat ve teslimiyetinin bir ispatıdır.
Elbette bu teslimiyetin ardında Allah-u Zülcelâl’in vaadine hakkıyla güvenip dayanmak ve emrine tereddüt etmeden uymak vardı. Onların bu teslimiyeti ile İslam davası büyük bir güç kazandı ve davet hareketi hızlandı.
Hicret, Mekke döneminde Erkam’ın evinde başlamış olan İslami davet, eğitim ve irşadın Mescid-i Nebevi’de ve Suffa’da daha genişleyerek devam etmesini sağlamıştır. Hicret sayesinde ilk İslam toplumu meydana gelmiş ve bu toplumun korunması için ilk içtimai, siyasi ve askeri hükümler tatbikata başlamıştır.
Elbette hicret fedakârlık gerektiren, hatta ağır imtihanlar içeren bir yoldu. Mekke’nin havasına alışkın olan muhacirler Medine’ye geldikleri ilk zamanlarda sık sık hummaya yakalanıyorlar, hatta namaz kılarken ayakta duramayacak kadar hastalık çekiyorlardı. Ayrıca Medine’de geçim imkanları da yoktu. Bir yandan yokluk, bir yandan hastalık, bir yandan gurbet acısı ile imtihan oluyorlardı.
Hz. Âişe radıyallahu anha annemiz Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem’in şöyle dua ettiğini nakleder:
“Allâh’ım! Bizlere Mekke’yi sevdirdiğin gibi, ondan daha da fazla Medîne’yi sevdir.” (Buhârî, Deavât, 43)
Hicret, muhacirlere kucak açan ensar için de imtihandı. Onlardan bazıları bir yandan geçimlerini sağladıkları ürünlerini muhacirler ile paylaşırken bir yandan da münafıkların ve Yahudilerin fitnelerine karşı sabır ve sebat imtihanı veriyorlardı. Cenâb-ı Hak onlar hakkında:
“İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihad edenler, barındıranlar, yardım edenler; işte gerçek mü’min olanlar bunlardır. Mağfiret ve uçsuz bucaksız rızık da onlarındır.” (Enfâl; 74) buyurarak sevap bakımından onları da muhacirlerden hemen sonra zikrediyordu.
Bütün bu fedakarlıklar sonucunda Medine, ilk İslam devletinin başkenti oldu. Fedakarlıklarla çıkılan bu yolun sonu zafere, izzete ve ahirette çok büyük mükafata ulaştı.
Bugün de Müslümanların dinlerini yaşamak ve Müslümanların kuvvetlenmesini sağlamak için yaptıkları göçler her zaman hicret hükmünde olacaktır. Mesela daha çok para kazanmak yerine dinini daha güzel yaşayabilmek, maneviyatını inkişaf ettirmek ve çoluk çocuğunu İslami eğitim müesseselerine gönderebilmek için bir İslam memleketine yerleşmeyi tercih etmek hicret gibi sevaptır.
Günahlardan Uzaklaşma
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem dinleri uğruna göç etmek imkanı olmayan insanların hicret faziletinden nasiplenmesi için “Hicret” kavramına farklı bir açıklama getirmiştir: “günahlardan ayrılıp uzaklaşma.”
İman, İslam, cihad ve hicret her çağda uğruna fedakarlıklar yapılmaya değer olan hakiki kulluk tezahürleridir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Size gerçek mü’mini tarif edeyim mi? O, Müslümanların malları ve canları konusunda kendisinden emin oldukları kişidir. Kâmil Müslüman, insanların dilinden ve elinden gelecek zararlardan sâlim oldukları kimsedir. Asıl mücâhid, Allah’a taat konusunda kendi nefsiyle mücâhede eden kimsedir. Hakiki muhâcir de hata ve günahları terk eden kişidir.” (İbn Hibbân, Sahih, VII, 178)
Her çağda küfrü, şirki, haramları, gaflet sebeplerini terk edip, Allah ve Rasûlüne itaat niyetiyle “Allah yolunda” hicret eden “muhacir” müminler olmak mümkündür. Yeter ki niyet halis olsun:
“Kimin hicret etmekteki niyeti Allah ve Rasûlünün emirlerine uymak ise, onun hicreti Allah’a ve Resûlü’nedir. Kimin hicreti de elde etmek istediği bir dünyalığa veya evlenmek istediği bir kadına yönelikse onun hicreti de niyet ettiğinedir.” (Müslim, İmâre 155; Ebû Dâvûd, Talak 11)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem birçok hadislerinde Allah’ın rızasını gözeterek bir şeyi, bir yeri, bir muhiti terk eden kişinin muhacir sevabı alacağını şöyle müjdelemiştir:
“Gerçek muhâcir, Allah’ın yasak kıldığı şeyleri terk edendir.” (Buhârî, İman 4, Rikâk 26)
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede dil, kalp ve amel olarak kötüleri ve kötülükleri terk etmenin hicret olduğunu şöyle bildirmiştir:
“Ve kötülüklerden (şirk ve günah pisliğinden) uzaklaş (hicret et)!” (Müddessir, 5)
Hicretin bu manası her zaman ve çağda geçerlidir. Günümüzde de bir Müslüman, dinini yaşamasına imkan vermeyen bir iş yerini, muhiti veya arkadaş çevresini bırakıp dinini yaşayabileceği bir yeri tercih ettiğinde hicret sevabı alır.
Allah dostları etrafında toplanıp bir cemaat teşkil ederek, düzenli sohbetlere katılarak maneviyatını güçlendirmek de bir nevi hicrettir. Hicret edilmesi en faydalı olan şeylerden biri gıybet ve malayani konuşmalardan uzaklaşıp ilme, irfana ve ibadete yönelmektir.
Günümüzde televizyon, internet ve benzeri araçlarda gaflet ve günaha sebep olan eğlenceli yapımlardan uzak durup, faydalı sohbetleri dinlemek de hem kolay hem faydalı bir hicrettir.
Salih arkadaşlar, maneviyatlı sohbetler insanı salih amellere, gafil arkadaş ve dünyevi zevkler ise dünya sevgisi ve günaha yöneltir. İşte bu sebeple ehl-i dünya muhitleri terk edip salih ve sadıklarla beraber olmak ahir zamanda en menfaat verici bir hicrettir. Allah-u Zülcelâl şöyle buyuruyor:
“Onlardan (müşriklerden) güzel bir ayrılma (hecren cemilen) ile kopup-ayrıl (hicret et)!” (Müzemmil, 10)
İnsanın kalbi her türlü tesire açıktır. Hele sık sık maruz kaldığı tesirlerden kalıcı olarak etkilenir. Hicret bazen hayasızca görüntülerin olduğu bir televizyon kanalından uzaklaşıp bir sohbet programı açıp dinlemektir. Genç bir kardeşimiz için en güzel hicret internetin başından kalkıp ibadet etmek, zikretmek ve Kur’ân-ı Kerim okumaktır.
Bir başka hadis-i şerifinde Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Hicret, gizlisi ve açığıyla bütün fuhşiyâtı terk etmen, namazı kılman, zekâtı vermen demektir. Bunları yaparsan bulunduğun yerde de ölsen, sen muhâcirsin.” (Ahmed b. Hanbel, II, 224; Heysemî, Mecme‘u’z-Zevâid, V, 252)
Bir başka hicret de gönle vesvese ve kasvet veren kafa karıştırıcı fitnelerden kaçıp, ibadet ve zikir kalesine sığınmaktır. Bilhassa zamanımızda hicretin bu boyutu çok önem kazanmıştır.
Ahirette insana fayda verecek olan salih amellerdir. Boş tartışmaları terkedip bir an önce Allah’a ibadet yoluna koyulmak Allah ve Rasûlü’ne hicrettir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Fitne ve bozgun zamanında ibadet, bana hicret etmek demektir.” (Müslim, Fiten 130)
Allah-u Zülcelâl bizleri Kendi rızası için kulluk yoluna hicret eden muhacirlerden eylesin. Amin.