ALLAH DOSTLARI / Ahmed bin Âsım Antâkî -KS-
ALLAH DOSTLARI
Ahmed bin Âsım Antâkî -KS-
Yusuf Şahin
Tasavvuf yolunun öncülerinden Ahmed bin Âsım hazretlerinin künyesi, Ebû Ali idi. Antakya’da doğduğu için Antâkî nisbesiyle anılırdı.
Ahmed bin Âsım Antâkî hazretleri genç yaşta ilim tahsiline başladı. Tebe-i tabiîn nesline yetişti. Fudayl bin lyâd ve Hâris el-Muhasibi rahmetullahi aleyh gibi çağının meşhur sûfîleriyle görüştü. Zâhirî ilimlerde olduğu gibi bâtınî (kalb) ilimlerinde de yüksek derecelere yükseldi. Ebû Süleymân-ı Dârânî hazretlerinin sohbetlerinde kemâle geldi.
Bişr-i Hafi ve Seriy Sakati rahmetullahi aleyhima ile aynı çağda yaşamıştır. Melâmet konusuna Hamdun Kassar hazretlerinden önce dikkat çeken sûfîlerden sayılır. Ahmed bin Ebi’l-Havarî rahmetullahi aleyh’in de üstadı kabul edilir.
Ahmed bin Âsım rahmetullahi aleyh keskin firâset sâhibi olmasıyla tanınırdı. Ebû Süleymân-ı Dârânî rahmetullahi aleyh onun için “kalplerin casusu” buyurmuştur. Kalp hastalıkları ve tedâvileri ile ilgili kuvvetli bir sezgisi ve mânâlı sözleri vardır.
Onun şu sözü meşhur olmuştur:
“Hak dostlarının yanında kalplerinize sahip olun. İçinizde sadece sadakat ve iyilik duygusu bulunsun. Çünkü onlar kalplerin casusudurlar. Kalplerinize girip çıkarlar, gönül aynanıza bakarlar da hiç haberiniz bile olmaz.”
Ahmed bin Âsım Antâkî hazretleri salih amel yapmadan gafil ve boş olarak kalmayı “isyan” olarak nitelemiştir. İnsanın zahiri uzuvlarıyla yaptığı günahlara zahiri isyan, manevî ve ruhi yapısı ile ilgili olanlarına da batini isyan adını vermiştir. Allah’a yakınlık için ilk şartın batini isyanı terk olduğunu söyleyen sufilerdendi.
En şiddetli günahın; günahın günah olduğunu bilmemek olduğunu söylerdi. Bundan daha kötüsünün ise mâsiyet olan bir şeyi, tâat, yani Allah-u Teâlâ’nın râzı olduğu, beğendiği bir şey olarak bilmek olduğunu söylerdi. “Onun için dînî ilimleri lâzım olduğu kadar mutlaka bilmek lâzımdır.” buyururdu.
Kendisinden nasihat isteyenlere buyurdu ki:
“Ey kardeşlerim! En faydalı korku, insanı günahlardan, Allah-u Teâlâ’nın beğenmediği şeylerden alıkoyan, âhiret işlerinin elden çıkması ile üzüntüye sevkeden; kalan ömrü ve son nefesindeki durumu hakkında düşünmeye sevkeden korkudur.
En faydalı ümit, sâlih amel yapmayı kolaylaştırandır.
Hak olan iş, insanlara adâletle muâmele, insanın kendisi için istemediğini başkaları için de istememesi, kendisinden aşağıda olanın hak olan sözünü kabûl etmesidir.
En faydalı, doğru söz, Allah-u Teâlâ’nın rızâsı için nefsinin ayıplarını kabûl ve tasdik etmektir.
En faydalı ihlâs, riyâdan ve gösterişten kurtulmaktır.
En faydalı hayâ, hoşuna giden bir şeyi Allah-u Teâlâ’dan isteyip, sonra da O’nun rızâsına uygun olmayan işi yapmamaktır.
En faydalı şükür, yapılan günahları Allah-u Teâlâ’nın gizleyip hiçbir kuluna bildirmediğini, bilmektir.
En faydalı zenginlik, fakirlik ve fakirlik korkusunu gideren şeydir.
En güzel fakirlik, sabredip, durumundan şikâyette bulunmadan, sebeblere yapışıp, elinden geldiği kadar çalışıp, Allah-u Teâlâ’dan gelen her şeye rızâ ve hoşnutluk göstermektir.
En üstün sebât ve azim, fırsatlar doğup, herkesin gaflet içerisinde bulunduğu, dünyâ işlerine dalıp, âhireti unuttuğu zaman, gevşekliği, sonra yaparım demeyi bırakıp, dünya ve âhirete yarar işler yapmaktır.
En kıymetli sabır, nefsin arzu ve isteklerine karşı çıkarken, tahammüllü ve dayanıklı olmak, bu hususta en ufak bir fütur ve gevşeklik, âcizlik göstermemektir.
En değerli amel, yapıldığında zarar getirmeyen ve Allah-u Teâlâ’nın katında kabûl olandır.
En güzel vakar ve ağırbaşlılık, meseleleri enine, boyuna, son noktasına kadar düşünüp, üzerinde durmaktır. Bu, yapılan işin ne derecede fayda sağlayacağını, herhangi bir zararın doğup doğmayacağını bilmeyi temîn eder. Böyle yapan kimse, günahlardan kendisini koruduğu gibi, kıyamet gününde kendisine gıpta edilen, imrenilen kimselerden olur.
En faydalı tevâzu, kibri ve gadabı (kızmayı) giderenidir. En kıymetli söz, hakka uygun olanıdır.
En zararlı söz, konuşulmaması daha hayırlı olanıdır.
En lüzumlu olan şey, Allah-u Teâlâ’nın emrettiği farzları, ana-babayı, çoluk çocuğunu gözetip, onların geçimlerini temin edip, Allah-u Teâlâ’nın emirlerini öğretip kulluk vazîfelerini yerine getirmelerini sağlamaktır.
En faydalı ilim, cehâleti, kötülükleri giderip, Allah-u Teâlâ’nın büyüklüğünü ve yüce kudretini anlamaya, böylece O’na kulluğun bir vazîfesi olduğunu öğretip, âhirete hazırlanmaya vesile olanıdır.
En üstün cihad (mücâdele, savaş) hakkı kabûl etmeye alıştırabilmek için, nefsle yapılan mücâdeledir.
En tehlikeli düşman, sana en yakın ve en gizlisi, fakat düşmanlığı en çok olanıdır. Bu düşman, diğer bütün düşmanları da sana karşı teşvik eder. İşte bu düşman, kalbi devamlı kötü vesveseleriyle meşgûl eden şeytandır. İnsanı onun şerrinden ancak Allah-u Teâlâ’ muhâfaza buyurur. “İnsanın günahından korkması tâat (Allah-u Teâlâ’nın beğendiği bir şey), korkmaması ise mâsiyet (günahtır).”
O’na aid olduğu ileri sürülen iki eseri vardır: Kitâbu’ş-şübühât ve Kitâbu devam dai’l-kulûb. Bazı kaynaklardan Ebû Nuaym el-lsfahânî’nin Antâkî’nin bu ikinci eserinden alıntılar yaptığı öne sürülür. Hicri 239, Miladi 853 yılında vefat etmiştir.
Kardeşini Nefsine Tercih Etmek
Ahmed bin Âsım Antâkî hazretleri kendisini sevenleri îsâr yani kardeşini kendi nefsine tercih etme duygusuyla yetiştirirdi. Bir gün talebelerinden otuz kadarıyla bir gece vakti hep birlikte sofraya oturmuşlardı. Yiyecekleri ekmekten ibaretti ve herkese yetecek kadar miktarda değildi. Ahmed Antâkî, ekmekleri bölüştürdü ve ışığı söndürüverdi. Karanlıkta ağızlar oynamaya başlamıştı. Mum tekrar yandığında ekmek dilimlerinin yerinde durduğu görüldü. Herkes kardeşini kendisine tercih ederek önündekini kardeşinin önüne sürmüştü.
Allah’ın rızasını kazanan kulların halleri hakkında şöyle buyurmuştur:
“Tâat ehli, üzerlerinden bir gün bir gece geçtiği zaman, tâat üzere geçip geçmediği husûsunda kendilerini kontrol ederler. Eğer, Allah-u Teâlâ’nın rızâsına uygun geçmiş ise, sevinirler. Âzâlarını, sâlih ameller yapmaları için zorlarlar. Dünyâ düşüncesini kalblerinden boşaltırlar. Uzun emel sâhibi olmazlar. Ecellerini yakın görürler. Âhirete, basîretli, gerçekten gören bir gözle bakarlar. Sanki, âhireti görmüş gibi hazırlanırlar. Temiz, hâlis ve sâlih amellerle, Allah-u Teâlâ’ya yaklaşmaya çalışırlar. Yaşayışlarında Allah-u Teâlâ’nın ve Resûlünün emrettiği istikâmet (doğruluk) üzere olurlar. Takvâları arttıkça dünyâda yaptıkları ibadet ve tâatlerin tadını daha fazla duyarlar. Allah korkusundan göz yaşları dökerler. İbâdetlerini kırık ve mahzûn bir kalp ile yaparlar. Onlar, âhiret gamıyla gamlanmışlardır. Fazla ve boş söz konuşmazlar. Allah-u Teâlâ’yı anmaktan lezzet duyarlar. Bedenleri dünyâda fakat, kalbleri Allah-u Teâlâ’ iledir.”
ÖZLÜ SÖZLERİ
Ahmed bin Âsım Antâkî hazretleri kalbin devası için şu beş şeyi şart olarak görürdü:
Salihlerle oturup kalkmak,
Kur’ân okumak,
Mideyi boş tutmak,
Teheccüd namazı kılmak,
Seher vakti Allah’a iltica etmek.
***
Nasuh tevbeyi şöyle tarif etmiştir:
“Bir kimse bir günahı yapıp, sonra onu gözünün önüne getirip, ölünceye kadar, ben Rabbimin emrine niçin karşı geldim, niçin bu günâhı işledim? diye pişman olup, bir daha, öyle bir günaha dönmemesidir.”
***
Kendisine marifetten sordular, şöyle cevap verdi:
– Marifetin üç derecesi vardır:
Birincisi, Kahhar olan Allah’ın birliğini kabul.
İkincisi, Allah’ın dışındaki şeyler (masiva) ile kalbi alakayı kesmek.
Üçüncüsü, Hiç kimsenin tarif edemeyeceği vehbî bir derecedir.
***
Marifetin ileri derecesi demek olan yakîn için şöyle demiştir:
“Yakîn, bir kalbe yerleşince onu nurla doldurur, içindeki şekk ve şüphe pisliklerini arındırır. Bunun neticesinde kalpte şükür ve Allah korkusu meydana gelir.”
***
Marifetin kıymeti hakkında şöyle derdi:
“Ariflerin marifetleri kadar hiçbir kimseye ve hiçbir şeye gıpta etmedim.”
***
Muhabbet-i ilâhiyye (Allah sevgisi) nedir? diye sordular. Şöyle cevap verdi:
“Muhabbet sahibinin konuşması az, tefekkürü daimi, yalnızlığı çok, susması aralıksız olur. Kendisine bakanları görmez; çağrılınca duymaz (gaybet hali) musibete uğrayınca üzülmez, nimete kavuşunca sevinmez (rıza makamı) Allah’dan başkasından ümidvar olmaz.”
***
“İhlâs, bir amel yapınca bununla anılmayı arzu etmemen, saygı görmeyi istememen, amelinin sevabını Allah’tan başkasından beklememendir. En faydalı ihlâs ise riyayı, yapmacıklığı ve olduğundan fazla görünmeyi senden uzaklaştıran ihlâstır. En büyük tevazu da sendeki kibri defedip öfkeyi öldüren tevazudur.”
***
Ahmed bin Âsım Antâkî hazretlerine; “İstişâre (danışma) husûsunda ne dersin?” dedikleri zaman; “Emin, îtimâd edebilecek kimseden başkasına güvenme!” cevâbını vermiştir.
“İstişarede söylenen söz, nasîhat hakkında ne tavsiye buyurursunuz?” diye sorulunca:
“Söyleyeceğiniz sözü önce kendi nefsinize tatbik edin, bu takdirde, durumunuz ne olur? Onu göz önüne alın, ondan sonra, söyleyeceğinizi söyleyin ve tavsiyenizi yapın. Böyle yaparsanız, doğruyu ve isâbetli olanı bulmanız mümkün olup, kendinizi yanlış söylemekten koruyup, herkes yanında güvenilen ve îtimâd edilen, görüş sâhibi bir kimse olursunuz.” buyurdu.
***
“İnsanların arasına karışıp, onlarla beraber olmak hususunda ne buyurursunuz?” denilince:
“Eğer akıllı, her yönüyle güvenilebilen, din ve dünya işlerinde sağlam birini bulabilirsen onunla berâber ol ve arkadaşlık yap. Böyle olmayanlardan, arslandan kaçar gibi kaç.” demiştir.
***
“Allah-u Teâlâ’ya şükür vazifesini yapmayıp, arzu ve isteklerini tercih edenler, mes’ûl olacaklar, kıyâmet gününde mâzeret beyan edemeyeceklerdir.
Allah-u Teâlâ’dan gelen nîmetleri çok görünüz; “Yâ Rabbi bol bol verdin.” deyiniz ki şükür etmeniz mümkün olsun. Nefsinize fırsat vermemek, affa kavuşmak için, yaptığınız ibadet ve tâatı az görünüz. İhlâslı amel yapabilmek için gafletten çok sakınıp, uyanık olunuz.”
***
“Allah-u Teâlâ’nın beğendiği işlerle meşgûl olan kimsenin sakınması gereken nedir?” dendi:
“Yaptığı sâlih amelleri gözünde büyüterek bir hayli ibadet yaptığını, ibadet ve tâat husûsunda durumunun iyi olduğunu düşünerek, günahlarını unutmaktan sakınması gerekir. Çünkü bunda, amellerinin onu şımartması ve işlediği günahların azâbından emin olması vardır. Böyle bir durum ise tehlikelidir.” buyurdu.