ALLAH DOSTLARI / Ebû Saîd-i Harrâz -KS-
ALLAH DOSTLARI
Ebû Saîd-i Harrâz -KS-
Yusuf Şahin
Ebû Saîd-i Harrâz Hazretleri’nin adı Ahmed bin İsa el-Bağdâdî idi. Ayakkabı tamir ederek hayatını kazandığı için “Harrâz” lakabı ile anılmıştır. Bağdât’ın büyük velîlerindendir. Hakîkatten çok bahsettiği için; “Tasavvufun lisanı” ve Kamer-üs-Sufiyye yani Tasavvuf ehlinin kameri, aydınlığı diye bilinir. Bağdat’ta doğmuş Miladi 890; (Hicri 277) senesinde aynı şehirde vefât etmiştir. Kabri Bağdât’tadır.
Ebû Saîd-i Harrâz hazretleri; Zünnûn-i Mısrî, Sırrî-i Sekatî, Cüneyd-i Bağdâdî, Nebâcî, Ebû Ubeyd Busrî rahmetullahi aleyhim ecmeiyn gibi büyük velîlerin sohbetinde bulunup tasavvuf yolunda yetişti. Bişr-i Hafî, Ebû Hamza Horasânî ve Yûsuf bin Hüseyin hazretleri gibi zâtlarla da arkadaşlık yaptı. Amr bin Osman Mekkî, Ebû Bekir Kettânî rahimehullah gibi kimseler de onun sohbetlerinde yetiştiler.
Buhara’ya gitti ve oradan da Mekke’ye giderek bir süre bu şehirde ikamet ettikten sonra Mısır’a geçti. Tasavvufi sözleri tepkiyle karşılandığından Mısır’ı da terketmek zorunda kaldı. Daha sonra Basra’ya gitti.
Ebû Abdurrahman es-Sülemî, Ebû Saîd-i Harrâz rahmetullahi aleyhima hakkında, “Sûfîlerin önderi ve en fazla saygı görenidir” demiştir.
Hâce Abdullah-ı Herevî, Harrâz’ın eşsiz ve büyük bir sûfî olduğunu belirttikten sonra hiç kimsenin tevhid konusunu ondan daha iyi bilmediğini, tasavvuf yolunda hızlı gittiği için kendisine kimsenin yetişemediğini ifade eder ve “Keşke biraz aksak olsaydı!” diyerek beka ve fenâ konusunda aşırılığa kaçtığını ima eder.
Ebû Saîd-i Harrâz Hazretleri, şer‘î hükümlere titizlikle bağlı kalmanın gereğine inanırdı. “Zâhire aykırı düşen her gizli ilim (ilm-i bâtın) bâtıldır” sözü, kendisinden sonraki sûfîlerin dillerinden düşürmedikleri bir vecize olmuştur.
Tasavvuf yolunda yüksek dereceye kavuşmuş bir velî olan Ebû Saîd Harrâz, takva ve riyâzette yâni nefsin isteklerini yapmamakta çok gayretliydi. Allah-u Teâlâ’nın rızâsını kazanmak için çok çalışırdı.
Sevdiklerine devamlı şu önemli hatırlatmalarda bulunurdu:
“Hayatta en kıymetli şey sağlık ve zamandır. Sen değerli zamanını en kıymetli şeylerden başkasına harcama! En kıymetli şey de geçmiş ile gelecek arasında bulunan, içinde bulunduğun şu andır” derdi.
O, gerçek sûfînin, kâmil bir mü’minin, zaman zaman yalnızlığı (halveti) seçmesi gerektiği konusu üzerinde ısrarla dururdu. Kendi iç dünyasını, gönül âlemini kontrol altına almasının zarûretini bildirirdi.
Şüpheli şeylerden kaçınmasını (vera), darda kaldığı zamanlar hariç hiç kimseden bir şey istememesini, kimseye dünyalık bir şey için yüzsuyu dökmemesini öğütlerdi. Bunları yapmayanın sûfî değil, belki yalancı olduğunu söylerdi.
Nefsi Meşgul Ediyorum
Ebû Saîd-i Harrâz kuddise sırruh Hazretleri nefsin özelliklerini şöyle anlatırdı:
“-Nefis, durgun ve temiz bir suya benzer. Bu durgun ve temiz su, karıştırılınca dibinde tortu halinde bulunan mikrobu meydana çıkarır. Nefsinin mertebesini anlamak isteyen, onu mihnet, meşakkat ve sıkıntı ile denemeli, hoş fakat boş arzularına karşı çıkarak imtihan etmeli. Nefsin bu özelliklerini bilmeyen Rabbini nasıl tanıyabilir? Ve nasıl ma’rifet-i ilâhiyye iddiasında bulunabilir?”
Nefsin hilelerinden çok korkan Ebû Saîd-i Harrâz hazretleri, nefis meşgul edilmezse onun insanı meşgul edeceğinden korkardı. Bu yüzden mesleğini icrâ ederken diktiği ayakkabıyı bazan söker, yeniden dikerdi.
“Niye böyle yapıyorsun?” diye soranlara:
“Nefsimi meşgul etmek için. Çünkü ben onu meşgul etmezsem o beni meşgul edecek,” diye cevap verirdi.
Ameli Terk Etme, İhlası İste
Ebû Saîd-i Harrâz hazretleri ihlâs sâhibi olup, yaptığı her işi sırf Allah-u Teâlâ’nın rızâsına uygun yapmak gerektiğini anlatırdı. Ona hizmet eden fakir bir genç vardı. Ebû Saîd hazretleri ona ihlâstan bahsedince genç kalbini yoklayıp, Ebû Saîd’e yaptığı işlerde ihlâsının olmadığını görünce, bu hizmeti bıraktı. Ebû Saîd onu görünce;
“Neden bizi bıraktın?” deyince, o;
“Yaptığım işte ihlâs bulamadım.” cevâbını verdi. Ebû Saîd de;
“Ben sana ameli terk et demedim, ihlâsı ara dedim. İşine devâm et ve ihlâsı elde etmeye çalış.” buyurdu.
Murakabe Hali
Ebû Saîd-i Harrâz rahmetullahi aleyh şöyle anlatmıştır:
“Şeyhlerden biri bana; sâhip olduğun gizli halleri korumaya ve Allah-u Teâlâ’nın sıfatlarını ve nimetlerini düşünmeye îtinâ göster.” dedi. Bir gün sahrâda dolaşırken arkamda bir hışırtı işittim. Bu ses içime bir korku saldı. “Ona bakayım,” diye düşündüm. Fakat “Allah-u Teâlâ ile olan sırrımı koruyayım,” diye bakamadım. Birden omuzumun üzerinde duran bir şey gördüm. Sonra bu şey dönüp gitti. Ben hâlâ sırrımı korumaya devâm ediyordum. Sonra bakınca; karşımda kocaman bir arslan olduğunu gördüm.” dedikten sonra buyurdu ki:
“Hakiki yakınlık, kalpte bulunan, eşyaya ait hissin yok olması ve vicdanın Allah-u Teâlâ ile huzur ve sükûn bulmasıdır.”
Bu yolda kendini yetiştiren Ebû Saîd Harrâz hazretleri Allah-u Teâlâ’yı zikrettiği zaman O’nun azamet ve kudretini düşünerek dış dünya ile irtibatını keserdi. Bir defasında sahrada yolculuk yaparken böyle murakabeye dalmıştı. O sırada yırtıcı köpekler üzerine saldırdı. Murakabe hâlini muhafaza edip onlarla hiç meşgul olmadı. Bir ara gözünü açtığı zaman baktı ki bir çoban köpeği gelmiş bu yırtıcı köpeklere hücum ederek hepsini uzaklaştırıyordu.
ÖZLÜ SÖZLERİ
Ebû Saîd-i Harrâz Hazretleri, Hak dostlarının hallerinden bahsettiği bir sohbetinde şöyle buyurmuştur:
“Cenâb-ı Hak, kullarından birinin başına velayet tacını giydireceği zaman, ona önce zikir kapısını açar. Kalbine zikretme tadını verir. Kul bu tadı aldıktan sonra ona, Zat’ına yakınlık kapısını açar. Onu ünsiyet, yakınlık ve ülfet makamına oturtur. Bundan sonra tevhid kürsüsüne çıkarır. İşte asıl olacaklar, bundan sonra olmaya başlar.”
***
Allah-u Zülcelâl’den gafil olarak hayat süren, ömür tüketenlere hayret eder, şöyle derdi:
“Bu âlemde Allah’tan başka gerçek ihsan sahibi olmadığını bildiği halde bütün kalbiyle O’na yönelmeyene şaşarım.”
***
Ebû Saîd-i Harrâz hazretleri ibadetsiz, zikirsiz, takvasız bir dervişliğin sahtekarlık olacağını söyler ve tasavvufu şöyle tarif ederdi:
“Kulun bu yolda gıdâsı, Allah-u Teâlâ’nın zikri, yatağı da toprak olmadıkça şeref sâhibi olamaz.” buyururdu.
***
Bir defâsında yaptığı ibadet sebebiyle vecde dalıp, kendinden geçmiş bir arkadaşını görünce;
“Sakın ibadetin verdiği tada kanma, aldanma. Çünkü bu tada dalmakta Rubûbiyet, Rablık vasfını unutmak vardır.”
“Peki bundan kurtulmak için ne yapmalı?” diye soran birine;
“İbadet eden, yaptığı ibadeti Hakk’ın yardımıyla yaptığını bilip nefsini bir eliyle itmelidir. Yaratanına yönelip, böyle yaptığı takdirde, ibadetin habersiz iteceği çukura düşmekten kurtulur.”
***
“Allah-u Teâlâ’ya yönelen ve O’ndan başka her şeyi unutan bir kula, ‘Sen neredensin, murâdın nedir?’ diye sorulsa, şüphe yok ki, “Allah!” der ve bundan daha güzel vereceği hiçbir cevap yoktur.” buyururdu.
***
Ebû Saîd-i Harrâz hazretleri şöyle derdi:
“Her kim feraset nuru ile bakarsa, Hakk’ın nuru ile bakmış olur. İlminin maddeleri hata ve gaflet olmaksızın Hakk’tan gelir. Bilakis Hakk’ın hükmü, kulun dilinden dökülür.”
Onun “Hakk’ın nuru ile bakmış olur.” ifadesinin anlamı, Hak Teâlâ’nın ona özel olarak verdiği nur ile bakar demektir.
***
Bir gün kendisine, zaman zaman birbirleriyle çatışan dervişlerden sorulmuştu. Cevap olarak dedi ki:
“Onların bu hali seyr ü sülûk sırasında görülür. Kemâle erenlerde böyle bir sıfat bulunmaz. Çünkü kemâl ehli kimseler, halk arasında kızacak ve darılacak bir şey görmez. Onlar her şeyi Hakk’tan bilir.”
***
Ebû Saîd-i el-Harrâz tevhid ilmi hususunda şöyle derdi:
“Tevhid ilmini bulan ve onu gerçekleştiren kimsenin ilk makamı, eşyanın zikrinin onun kalbinden silinmesi ve Allah Azze ve Celle ile yalnız kalmasıdır.”
***
“Namaza ne ile girilir?’ diye sorulduğunda şu karşılığı vermiştir:
“Namaza durmak demek, kıyamette Allah’ın huzurunda bulunmak gibi, O’na yönelmektir. Sen ve O, karşı karşıyasınız. Arada tercüman yok. Sen O’na yönelmiş münacat ediyorsun; büyük bir Melik’in huzurunda bulunduğunun bilinci içindesin.”