Anne Babamız ‘Hastalık Hastası’ Mı?
Annemin hastalığı
Bir gün telefon geldi ve annemin ağır hasta olduğunu söylediler. Biz de memlekete vardık. Annem bize anlatılan kadar olmasa da hastaydı. Annemi kardeşlerimizle birlikte memleketimizin en iyi hastanesine götürdük. Annemi orada güzel bir şekilde muayene ettiler. Tahliller yapıldı, filmler çekildi ve doktorun yanına gittik. Biz ciddi bir şeyler bekliyorduk ki doktor sonuçları inceledikten sonra, annemizin ciddi bir şeyi olmadığını söyledi. Akşam baktım, annem gayet iyi görünüyordu. Ertesi günü annemizden izin aldık ve herkes görev yerine döndü.
İki hafta sonra tekrar telefon geldi; “Anneniz çok ağır hasta, acilen gelin!” dediler. Biz de kardeşlerimizle tekrar memlekete geldik. Hastane, doktor, muayene derken sonuç yine aynıydı; “Annenizin hiçbir şeyi yok.” Bir iki gün bizimle kalan annemiz de çabucak iyileşti.
Bizler görev yerimize döndük fakat iki hafta sonra yine memleketteydik. Aynı şeyleri tekrar yaptık ve sonuç yine aynıydı. Annesinin durumunu bu şekilde anlatan Faruk Bey, “Annemin hasta olmadığı ve bizi kandırdığını düşünmeye başladık” diyor.
Annesinin durumunu ve yaşadıklarını bana anlatan arkadaşımız Faruk Bey’e annesinin, “Hipokondriyazis” diye bilinen ‘hastalık hastası’ olduğunu söyledim. Bu hastaların, ellerinde reçete ve ilaç poşetleriyle doktor doktor gezdiklerini ve amaçlarının tedavi olmadığını sadece insanlardan ilgi beklediklerini söyledim.
Kısacası, Faruk Bey’e bu hastalığı enine boyuna anlattığım gibi bu konuda neler yapması gerektiğini de söyledim. Benim anlattıklarımı Faruk Bey de kardeşlerine uzun uzadıya anlatmış ve bir çözüm yolu bulmuşlar:
“Annemiz hasta değil ancak, bizi özlediği zaman, bilinçli olarak yapmasa da hastalanmaktadır. Ne zaman ki çocuklarını özledi, çocukları kendisini aramayı unuttu ya da gelip gitmeyi azalttı, annemiz o zaman hemen hastalanıyor. Annemiz, ilgiye, sevgiye ihtiyacı olduğu zaman, bizi etrafına toplamak için hastalanmaktadır. Bizi görüp özlem giderdikten sonra iyileşiyor. Annemi götürsek daha iyi olur ama bizimle gelmeyeceğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Bizler iki haftaya bir, işimizi gücümüzü bırakıp buraya gelmektense kardeşler arasında sıraya koyarak iki haftaya bir, birimiz gelsin” diye kararlaştırdık. Bu önerim kardeşlerimin de aklına yattı. Bunu annemizle de konuştuk ve annemizin razı olduğunu gördük.
“Sonuçta bu işten annemiz de memnun kaldı bizler de. Bayram ve tatillerin dışında iki ayda bir de olsa hem memlekete gidiyoruz hem de annemizin duasını alıyoruz” dedi sonraki görüşmelerimizde Faruk Bey.
Nasıl bir hastalıktır?
Yukarıdaki olayda, özelliklerinden kısmen bahsettiğim hastalık Hipokondriyezis’dir. Kısaca; “hastalık hastası” demektir.
Psikolojide “Hipokondriyezis” olarak bilinen hastalık hastalığının temelinde, kişinin psikolojik bir rahatsızlığı olmadığı halde, kendini gerçekten fizyolojik hasta gibi algılaması yatmaktadır. Bu hastalığın psikodinamiğinde, kişi yakınları tarafından kendine gösterilmeyen ilgiyi doktor doktor gezerek görmeye çalışmaktadır.
Köylerden çok şehirde yaşayan insanlarda görülmesinin temelinde de insanların yalnızlaşmaya başlaması yatmaktadır. Derdini, sıkıntısını anlatacak konu komşu bulamayan, iyi ve kötü günlerinde kapısını çalacak kimsesi olmayan insanlar, bu hastalığa yakalanmaktadır.
Hastalık hastaları, çocukları iş güç sahibi olup kendilerini yalnız bıraktıkları zaman, sevilmedikleri hissine kapılırlar. Çocukları tarafından fazla aranmayan ve yalnız kalmaktan korkan bu hastalar, “Hiç kimse benimle ilgilenmiyor ya da beni sevmiyor” dese “Herkesin işi gücü var, sen de çocuk musun?” tepkisiyle karşılaşacaklardır. Bunun için en uygun ve en hassas konu olarak da hastalığı bahane ederler.
Hiçbir hastalık hastası, bunu bilinçli olarak yapmaz. Yani, hastalık hastaları, kendilerinin hasta olduklarının farkında bile değillerdir. Bunun benzerini günlük hayatta yakın çevremizde de görebilmekteyiz. Bazı insanlar, akşamları başının ağrıdığını söylerler. Akşama kadar iş güç peşinde koşuşturan bu insanlar, akşam, evinde eşinden ilgi ve sevgi beklerler. Eşinden de “Yorgunum!” sözünü duyunca başının ağrıdığını söyleyerek, normal şekilde görmediği ilgi ve sevgiyi bu şekilde almaya çalışır.
Hemen her gün görülen bu baş ağrısının temelinde, eşinden beklediği ilgi ve sevgiyi göremeyen kişinin ilgi çekmeye çalışması yatmaktadır. Bu insanların akşama kadar iş, güçle ve çocukla uğraşmaları sonucu strese bağlı olarak az da olsa başları ağrıyordur. Bir de akşamları dert ve sıkıntılarını anlatacağı ve onu dinleyecek biri olarak eşini de göremeyince psikolojik olarak başı ağrıyacaktır. Eşine ilgi göstermeyen bu insanlar, ilgilerini ancak onların hastalıklarında gösterebilmektedirler. Eşleriyle sohbet eden böyle bir insan, eşinin ilgisinin sonunda başının ağrısının geçtiğini ve kendini iyi hissettiğini söyleyecektirler.
Eşinin ve çevresinin ilgisini bu şekilde çeken insanlar, zamanla bunu psikolojik olarak alışkanlık haline getirebilirler. İlgiyi eşinde ve çocuklarında bulamadığı zaman doktorlarda ve ilaçlarda arayabilirler.
‘İlgili doktor iyi doktordur’
İnsanlarımız belli bir yaştan sonra mutluluğu ilaçlarda aradıkları gibi sıkıntılarını gidermek için de bazı ilaçlara başvurdukları bir gerçektir. Yakın çevremizde, çerez gibi ağrı kesici kullananlara şahit olmuşuzdur. Hastane ve sağlık ocaklarına şöyle bir baktığınız zaman, hastadan çok ilaç yazdıranları görürsünüz. Ellerinde ya reçetelerle ya da ilaç kupürleriyle sıra beklediklerine şahit olursunuz.
Bunlar ellerinde poşet dolusu ilaçlarla doktor doktor gezerler. Doktora ilaçlarının hiçbirinin fayda etmediğini ve doktor doktor gezdiklerini, uzun uzun anlatırlar. Hastalıklarını, kendilerini acındırarak abartılı bir şekilde anlatmaya çalışırlar. Hiçbir doktorun verdiği ilaçları tam bitirmedikleri gibi bitirmeyi de düşünemezler. Bu hastalar, “Senin hiç bir şeyin yok!” diyen doktora çok fena kızarlar ve arkalarından da doktorluktan anlamadıklarını söylerler. Kendisinin bir şeyinin olmadığını söyleyen doktorlara, bir daha gitmek istemezler.
Bazen eşinizden dostunuzdan bazen de hastanelerdeki hastalardan duyarsınız. Falan hastanedeki falan doktoru ya da falan doktorun yazdığı ilaçları o kadar överek anlatırlar ki hasta olan kişi, hemen o hastanenin ya da doktorun isim ve adresini almaya çalışır.
Peki, o kişinin anlattığı falan doktor ne yapmıştır o hastaya? Doktor hastayı, muayeneye girer girmez güler yüzle karşılamış, hastanın derdini iletişim kurallarına riayet ederek dinlemiş ve ondan sonra da güzelce muayene etmiştir.
Muayene sırasında geribildirimleri yerinde ve zamanında vermiş, ilacı nasıl kullanacağını ve nelere dikkat edeceğini de uzun uzun anlatarak, kapıya kadar da uğurlamıştır. Hastamız, fizyolojik rahatsızlığının ötesinde ilgiden memnun kaldığı için ilaçlara karşı olumlu yaklaşacağından tedavi süreci de hızlanacaktır.
Özel hastanelerin ve özel muayenelerin fazlaca tercih edilmesinin sebebi de sizce bu değil midir? Bu, aslında insanoğlunun benliğinde vardır. Kendisiyle ilgilenen, ona değer veren kişileri daha fazla severler. Bizimle ilgilenmeyen ve bize değer vermeyen kardeşimiz de olsa “Buzdolabı gibi adam” deriz.
Bizce kendimiz özelizdir; karşımızdaki kişinin statüsü ve kimliği ne olursa olsun. Yanına vardığımız zaman bizimle ilgilenmiyor ve bize değer vermiyorsa o, bizim için iyi bir kişi değildir. “Okumuş da ne olmuş, adam olsun yeter” diye geçiririz içimizden. Düşünmeyiz; karşımızdaki kişinin de kendine göre haklı olduğunu. Her gün bizim gibi onlarca kişinin ondan ilgi beklediğini ya da onun da bizim gibi insanların ilgisine ihtiyacı olduğunu…
Herkesin ihtiyacı; ilgi
Kundaktaki bebek de, eli bastonlu nene ve dede de ilgi ister, sevgi bekler. Herkes kendisine değer verilmesini, sevilmeyi kendisiyle ilgilenilmesini ister. Bu kişi bir de hastalık hastası olursa durum biraz daha farklı olacaktır. Bu hastaları doktor doktor gezdirmek yerine, onların daha fazla ihtiyacı olan ilgi ve alakayı göstermek gerekir. Bu insanların da çocuk gibi fazlasıyla sevgiye ihtiyaçları olduğunu unutmamak gerekir.
Bu konu da Cenab- Hak, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri ya da her ikisi, senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa sakın onlara ‘öf’ bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.” (İsrâ, 23)
Yine, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem: “Ana-babasından biri veya onların her ikisi onun yanında yaşlılık çağına ulaşmış olup da (onlara hizmet ederek ) cennete giremeyen kimsenin burnu toprağa sürülsün (hor ve hakir olsun.)” (Tirmizi)
“Ana-babasına iyilik edene müjdeler olsun! Allah onun ömrünü uzatır.” (Buhârî) buyurmuşlardır.