BİLGİ, OKUMAK VE İLİM ÜZERİNE
Bilgi çağı
Artık bilgi çağında yaşıyoruz. 1940’larda 500 yıla inen bilgi yenilenmesi, 1980’de iki buçuk yıla, 1999’da 3 aya kadar indi. Şimdilerde ise hangi seviyede olduğunu azbuçuk tahmin edebilirsiniz. Sahip olduğumuz bilgiler çok çabuk eskiyor. Kişiler çalıştıkları ve uzman oldukları alanlarda bile kendilerini hızla yenilemek zorundalar. Bu şaşırtıcı değişim için bir batılı yazar biraz abartılı da olsa: “Değişim çağında öğrenenler dünyayı ele geçirecek. Her şeyi bilenler ise artık var olmayan bir dünyaya ait bilgileriyle baş başa kalacaklar” demektedir.
Hz. Ali kerremallahu veche Efendimiz, bilginin aydınlık iklimine bizi davet ediyor ve diyor ki, ‘Ya öğrenen, ol ya öğreten, üçüncüsü olma!’ Dünya ve ahiret anahtarı olan bilginin yolu, öğrenmekten, öğrenmeninkiyse okumaktan geçmektedir.
Okumak ne kazandırır?
İlk vahyi “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku!” olan bir dine mensubuz. Herkes bu emre can-ı gönülden uymaya çalışmalıdır. Bunda Rabbimizin, kıymeti hiçbir şeyle mukayese edilemez hoşnutluğu vardır. Bu sebeple bizim okumaya,öğrenmeye vurgun olmamız icabeder.
Dünyada ve ahirette ilim bize fayda verecektir. Ona ısrarla yönelmemiz lazımdır.
Gazali hazretleri “Allah’tan kullar içinde ancak alimler korkar” (Fatır; 28) ayetinden yola çıkarak, “Demek ki ilim Rabbin yardımı ile tam manasıyla ibadetin yapılmasını ve bütün günahlardan sakınmayı temin eder” demektedir.
İlmin en önemli kapısı olan okumadan gördüğü faydayı, bir yazarımız bakın nasıl anlatıyor: “Sadece meslek gereği okumak zorunda değilim ben, aynı zamanda okuma denilen eyleme de vurgunum. Başkalarının zihin dünyasında dolaşma, daha büyük hayatların içine girebilme imkanı sağladığı için de okuyorum. Başka türlü asla öğrenemeyeceğim birçok şeyi bilmemi sağlıyor okumalarım; daha sağlıklı düşünmemi ve doğru kararlar almamı da…
Eskiden ilim…
Ebu Yusuf hazretlerinin talebesi İbrahim İbnu’l Cerrah anlatıyor: “Ebu Yusuf (Ebu Hanife hazretlerinin talebesidir) hastalandı. Ziyaretine gittim. Kendisini baygın halde buldum. Ayılıp kendisine gelince, ‘Ey İbrahim şu mesele hakkında ne dersin’ dedi. Ben ‘Bu durumda bunu mu müzakere edeceğiz’ deyince şunu söyledi, ‘Bir beis yok. Bu meseleyi tetkik edelim ki, belki bilmeyen bir kimse öğrenir. Konuyu bana öğrettikten sonra ben kalktım evinin dış kapısına varmıştım ki çığlıklar koptu. Ebu Yusuf ölmüştü. Allah Zülcelâl’in rahmeti üzerine olsun. Bu ilim erbabının yoluydu. Çünkü onlar, ilim talep etmek, beşikten mezara kadardır diyorlardı.
10.yüzyılda Endülüs’te ilim ve irfan Avrupa ile kıyaslanamayacak kadar gelişmişti. Bunun sebebini şu sayılarla anlamaya çalışalım. Bu devletin Halifesi olan zatın kütüphanesinde 600.000 yazma kitap bulunup bunların 44 tanesini kataloglar teşkil ediyordu. O tarihten dört yüz sene sonra bile Avrupa’da ‘Bilgili Charles’ diye tanınan Fransa Kralı’nın Kraliyet Kütüphanesi’nde sadece ve sadece 900 eser bulunmaktaydı.
Fatih Sultan Mehmet’in çocukluğundan itibaren büyük bir öğrenme tutkusu vardı. Altı dil bilen Fatih, bazen sabahlara kadar okur, not alırdı.
Yavuz Sultan Selim 7-8 saatini okumaya ayırırdı. Mısır seferine giderken -bile- beraberinde 3 katır yükü kitap götürmüştü.
Zamanımızda durum nedir?
Milli Eğitim Bakanlığının 1993 yılında yaptırdığı bir ankete göre gençlerin % 61”nin son bir ayda hiç kitap okumadığı, % 13.4”ünün ise bir kitap okuduğu ortaya çıkmıştır. 1992 yılında Türkiye’de 6.151 çeşit kitap basılmış. Aynı yıl Fransa’da 37.308, İngiltere’de 48.069, Almanya’da 64.761, ABD’de 85.121 adet -çeşit- kitap basılmıştır.
Bir Japon yılda 25 kitap okuyor, bir İsveçli yılda 10 kitap okuyor, bir Fransız yılda 7 kitap okuyor. Türkiye’deyse 6 Türk, yılda bir kitap okuyor. Halen ülkemizde 95 kişiye bir kahvehane ama 45 bin kişiye bir kütüphane düşüyor!Günümüzde insanların televizyon ve internet’e çok fazla zaman harcadıkları, çoğu defa da dünya ve ahiretlerine fayda sağlayacak ilmi tercih etmedikleri görülüyor.
Merakımızı harcamamız gereken yer
Üstad Saidi Nursi rahmetullahi aleyh Hazretleri bu hususta şöyle diyor, ‘Ehl-i dalaletin en büyük meselesi -geçici olduğu için- bizim meselemizin en küçüğüne -bekaya baktığı için- mukabil gelmiyor. Madem onlar divanelikleriyle bizim muazzam meselelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz neden kutsi vazifemizin zararına onların küçük meselelerini merakla takip ediyoruz? Biz bütün kuvvetimiz ve merakımızla, vaktimizi kudsi vazifeye -iman kurtarma hizmetine- hasretmeliyiz. Onun haricindekileri mâlâyani bilip vaktimizi zayi etmemeliyiz.’
İnsan hiç olmazsa günde 5-10 sayfa okumalı. Zira, ata sözüdür, biriken damlaların göl olduğu. Mesela Dr. Burney, ders vermek için bir öğrencinin evinden öteki öğrencinin evine gittiği sırada, Fransızca ve İtalyanca’yı at üzerinde öğrenmiştir. Mason Good, hastalarını ziyarete giderken araba içinde Lucretius’u tercüme etmiştir. Daguesseau, zamandan faydalanmasını bildiği için, yemek vaktini beklediği sıralarda, birbirini takip eden fasılalarla, kocaman bir kitap meydana getirmiştir… Biz de yapabiliriz. Şuurlu, istekli ve iradeli olalım yeter.
Öncelikle neler okunmalı?
İmani hususların -kalb hastalıklarına, düşünce bozukluklarına derman olacak şekilde- itikat esaslarının, yapılması emredilen amellerin, terk edilmesi istenilen şeylerin öncelikle okunması ve bilinmesi gereklidir. Ardından da manevi hayatımızı geliştirecek eserler okunmalı.
Kitap seçerken nelere dikkat etmeli?
Descartes ‘iyi kitapları okumak’tan bahseder. Okuyacağımız kitapların seçimi çok önemlidir. Maalesef tüm kitapları okumaya ömrümüz yetmeyecektir. O halde şu üç hususa dikkat edelim:
- Bu kitaba veya bu bilgiye dünyevi veya uhrevi olarak ihtiyacımız var mı?
- Bu kitap veya bu bilginin bize faydası olabilir mi?
- Bu kitap veya bu bilgi bizi yanıltmak suretiyle ruhumuza veya aklımıza zararlı olabilir mi?
Nasıl okumalı?
Niçin okuduğumuzun, ne öğrenmek istediğimizin farkında olmalıyız. (Gazete okumak örneğindeki gibi haberdar olmak için mi? Şiir, roman örneğindeki gibi eğlenmek için mi? Yoksa bütünüyle anlamak ve kavramak için mi okuyoruz? Metinde aradığımız nedir?)
-Kitap okurken dikkatimizi çeken yerleri not almalı yahut işaretlenmeliyiz ve geçmiş malumatımıza dayanarak, gördüğümüz eksiklikleri tamamlamalıyız.
Okumalı ve amel etmeli
Kitap okumak mühimdir ama ondan daha mühimi, okuduklarını hayata geçirip tatbik edebilmektir. Ayet-i Kerime’de ‘Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan eşeğin hali gibidir’ buyurulmuştur. (Cum’a, 62/5)
İlmin afetleri
Bir ilim erbabı bu hususta demişler ki: ‘Bildikleri, insanı gurura ve kibre sevk etmemeli. Kişi biraz kitap okuyunca bir şey oldu zannına kapılmamalı. Gurura ve kibre girmemelidir.
Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle ‘İnsan kuru üzüm çubuğuna benzer.’ Nasıl ki o kuru çubuğun üzümler üzerinde bir hak iddiası söz konusu değildir. Öyle de insan, kendisindeki meziyetleri sahiplenemez ve bunların kendisinden kaynaklandığını iddia edemez. İnsanın caka yapmaya çalım satmaya ne hakkı vardır? Emanet bir elbise ile çalım satılır mı?’
Kur’an bize, Rabbin seçkin kullarının yeryüzünde tevazuyla yürüdüğünü söylemektedir.
Bişr-i Hafi hazretleri geçerken, Ahmed bin Hanbel hazretlerinin ayağa kalktığını gören talebeler durumu yadırgamış. Büyük imam da ‘Yadırgamayın, O zat Allah’ı benden iyi biliyor’ buyurmuştur.
İnsanların teveccühünü kazanmak yahut böbürlenmek için yapılan yahut bununla neticelenen öğrenmeler, kişinin maneviyatına büyük zarar verir.
İlimin özü
Mevlana hazretlerine göre bilgi gaye değil, insanı Hakk’a götüren vasıtadır. Bu görevi üstlenmeyen ilim, insanın yakinini artırmaz. Mevlana hazretleri insanı aslına ulaştırmayan, yaratıcısına itaati öğretmeyen ilmi zahmet ve yorgunluk olarak niteler.
Birincisi, eşya ve hadiseleri ibret nazarıyla temaşa etmek suretiyle ilahi icraatın hikmetini ve eşyanın hakikatini kavramak,
İkincisi, İnsanın kendi mahiyetini kavraması (Nefsini Bilmek): Mevlana hazretleri diyor ki: ‘Zamanımızdaki bilginler kendileriyle ilgili olmayan şeyleri çok iyi biliyorlar, fakat önemli olanı ve kendisine her şeyden daha yakın bulunanı, yani kendi kendilerini bilmiyorlar.’
Bu iki husus kişiyi marifet sahibi yapar. İlmin özü budur.