Cemaatler Arasındaki Fitnenin Sebepleri Ve Sonuçları
Nedir tefrika?
Akıllı bir baba, vefat edeceğini anlayınca beş oğlunu bir araya toplamış ve kendilerine: “Bana beş tane çubuk getiriniz.” demiş. Kendisine bu çubuklar getirilip verildiğinde, onları tek tek eline alıp hemen kırmış. Sonra: “Bana beş tane çubuk daha getiriniz.” Demiş. Çubukların hepsini birleştirmiş. Çubukları birlik halinde kırmaya gayret etmiş. Fakat değil hepsini, bir tanesini bile kıramamış. Sonra çocuklarına dönüp: “Evlâtlarım, size deneyerek gösterdim ki birlikten kuvvet doğar. Eğer parçalanırsanız çabuk kırılırsınız. Birlik olursanız sizi kimse kıramaz” diyerek, birlik ve beraberlik öğütlemiş.
Evet, bizler de mü’minler olarak, birlik ve beraberlik içerisinde, birbirimize sımsıkı sarılabilirsek hiçbir fitne ya da zorluk bizi dağıtıp parçalayamaz. Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede: “Hepiniz birlikte, Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın, bölünüp parçalanmayın.” (Âl-i İmran, 103) buyuruyor. Bu âyet-i kerîmede, “Hepiniz Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın” emri ile yeryüzündeki bütün Müslümanların birlik, beraberlik ve dayanışma içinde hareket etmeleri emrediliyor ve “bölünüp parçalanmayın” emri ile de müslümanlar arasında her çeşit bölücülük hareketleri yasaklanıyor.
Tarihte ve günümüzde, İslam’ın da diğer insanlığın da düşmanı olan bazı güçlü devletler ve guruplar, “böl, parçala ve yut” taktiği ile dünyanın farklı yerlerinde yaşayan pek çok kavmi kendi emirleri altına almış ve asırlarca sömürmüşlerdir. En uzun ömürlü İslam devleti olan Osmanlı Devleti’ni de aynı taktiklerle, fitne ve tefrika ile küçük devletlere bölüp parçalamış ve diledikleri gibi yönetmişlerdir.
Bu nedenle Allah-u Zülcelal: “Ey müslümanlar! Hepiniz Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın, bölünüp parçalanmayın.” diye bizi uyarıyor ve aksi halde, İslâm düşmanlarının galip olacağını bildiriyor.
Allah-u Zülcelal: “Allah’a ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Aksi halde içinize korku düşer ve gücünüz gider (İslâm düşmanları galip olur). Bu nedenle sabırlı (aranızda hoşgörülü) olun. Kuşkusuz Allah sabredenlerle beraberdir.” Buyuruyor. (Enfâl, 46) Allah’ın bize emrettiği şekilde kardeş olabilmemiz için kavim, renk, dil ve meşrep (gurup; cemaat) ayırımı yapmaksızın, yeryüzündeki bütün mü’minleri kapsayan din kardeşliğini, gurup kardeşliği ile kısıtlamayalım ve gurup kardeşliğini, din kardeşliği yerine koymayalım.
Müslümanların cemaatler halinde olmaları bölücülük müdür?
Müslümanların binlerce câmide ayrı ayrı cemaatler halinde namaz kılmaları, sohbet dinlemeleri ve çevre sakinlerinin kendi aralarında bir araya gelip Kur’an okumaları, Kur’an öğrenmeleri ve dînî sohbetler yapmaları bölücülük değildir. Bu tür topluluklar, gerekli hallerde, derhal bir araya gelip birleşebilir, birbirleriyle kaynaşıp bütünleşebilir ve daha büyük toplulukları meydana getirebilirler. Çünkü bu tür topluluklar, farklı kaplarda farklı şekiller alan suya benzerler. Farklı kaplardaki sular farklı görünse de büyük bir depoya boşaltıldıkları an, derhal birbirleriyle kaynaşıp bütünleşir ve deponun şeklini alıverirler.
İşte bu nedenle, bu tür topluluklar, kesinlikle bölücülük değil, aksine İslâm zenginliğinin göstergesi ve umumi İslâm birliğinin alt yapısını oluşturan mânevî damlacıklardır.
İslâm’da haram olan bölünme, buz gibi katılaşıp kalıplaşmış ve karşıt kutuplara ayrılıp bölünmüş gruplardır. Çünkü bu tür grupların bir araya gelebilmeleri ve aralarında kaynaşıp bütünleşmeleri çok güçtür. Bazı nedenlerle bir araya gelseler bile aralarında buz gibi soğuk yeller esebilir ve taş gibi katılaşmış buzların sürtünmesinden kırıcı ve bölücü sesler çıkabilir. Çünkü her grubun öncelikli amacı, kendi grubunun kalıplaşmış katı yapısını koruyup yaygınlaştırmak ve aşırı derecede abarttıkları liderlerini, şeyhlerini ve hocaefendilerini diğer gruplara da kabul ettirmeye çalışmaktır.
Bölünme ve Tefrika olduğunda kim kaybediyor ve bedelini kim ödüyor?
Ne yazık ki İslâm kaybediyor, bedelini Müslümanlar ödüyor ve sonuçta İslâm ülkelerinde, İslâm düşmanları gâlip ve iktidar oluyor. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem: “Zandan sakının, çünkü (kötü) zan, sözlerin en yalan olanıdır. Başkalarının (gizli) konuşmalarını dinlemeyin ve kusurlarını araştırmayın. Birbirinize karşı böbürlenip üstünlük taslamayın, birbirinizi kıskanmayın, (aranızda) kin tutmayın ve (birbirinize) sırtınızı çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Allah’ın size emrettiği gibi kardeş olun!” (Müslim)
Sevgili Peygamberimiz, İslâm birliğinin korunması için âdeta yalvarırcasına bizlere bazı tavsiyelerde bulunuyor ve sonra, “Ey Allah’ın kulları! Allah’ın emrettiği gibi kardeş olun!” buyuruyor.
Allah’ın Emrettiği Kardeşlik
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede: “Mü’minler ancak kardeştir. O halde kardeşlerinizin arasını ıslâh edin ve Allah’tan korkun ki rahmete kavuşasınız.” Buyuruyor. (Hucûrat, 10) Allah’ın bize emrettiği şekilde kardeş olabilmemiz için kavim, renk, dil ve meşreb (gurup; cemaat) ayırımı yapmaksızın yeryüzündeki ve kabir (berzah) âlemindeki bütün mü’minleri kapsayan din kardeşliğini, gurup kardeşliği ile kısıtlamayalım ve grup kardeşliğini din kardeşliği yerine koymayalım.
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede: “(Ya Muhammed!) De ki: ‘Herkes kendi yapısına (yeteneğine) göre hareket eder. Kimin en doğru yolda olduğunu en iyi bilen Rabbindir.” (İsrâ, 84) Canlı ve cansız bütün varlıkları farklı özelliklerle yaratan ve farklı kabiliyetler veren Allah-u Zülcelal, insanları da farklı özelliklerde yaratmış ve herkese farklı kabiliyetler vermiştir. Böyle olunca insanların meşrep ve istidat bakımından bir araya gelerek guruplar halinde çalışmaları normaldir ama bu çalışmaları yaparken “İslam kardeşliği” ölçülerini unutmamak, ona göre hareket etmek gerekmektedir.
Bir insanın diğer insanlara karşı üstünlük taslayıp böbürlenmesi ne derece kötü bir ahlak ise bir gurubun veya cemaatin diğer guruplara, cemaatlere karşı üstünlük taslayıp böbürlenmesi ve “en doğru yolda olan biziz” diye övünmesi, daha kötü bir ahlaktır, daha anlamsızdır ve Allah katında suçtur. Çünkü âyet-i kerimede, “Kimin en doğru yolda olduğunu en iyi bilen Rabbindir.” buyuruluyor.
Müslümanların birbirlerini sevmelerinin, birbirlerine karşı merhametli olmalarının, kardeşlerinin menfaatlerini kendi menfaatlerinin önünde tutmalarının, Allah-u Zülcelal’in emri olduğunu unutmayalım. Hz. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor: “Allah’ın yardımı, cemaatin üzerinedir.” (Kenzü’l Ummâl) Ancak İslâm için çalışan her gurup, “Allah bize bu görevi verdi” diye şükretmeli, ihlâsla ve samimiyetle Allah’ın dinine hizmet etmelidir. Ayrıca İslâm için çalışan diğer gurupları da kesinlikle küçümseyip aşağılamamalı ve kendi gurup arkadaşlarını, liderini, şeyhini ve hocaefendilerini sevdiği gibi diğer guruplardaki müslümanları da sevmelidir.
Unutmayalım! Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede: “Mü’minler kesinlikle kardeştir ve kimin en doğru yolda olduğunu en iyi bilen rabbindir.” buyuruyor.
Allah-u Zülcelal ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bizim tek bir vücut olmamızı, birlik ve beraberlik içinde olmamızı istiyor, ama biz müminler öyle olamıyorsak, parçalandıkça parçalanıyorsak bu durumun Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi üzeceğini de unutmayalım. Allah-u Zülcelal birlik emrediyor, şeytan ise tefrika, fitne, fesat istiyor. Peki, biz hangisine uyuyoruz? Kur’an’a uygun davranıyor muyuz? Yoksa ahirete giden yolda, dünya sarhoşluğu ile yolumuzu mu şaşırıyoruz?
Bunları kendi nefsimize sorarak, muhasebe etmeliyiz. Müslümanların arasında fitnelerin çıkması, tefrikanın, bölünüp parçalanmaların olması, insanların kendilerinden olmayanların haklarına göz dikmesi, zor kullanarak sindirmeye çalışması, hatta ortadan kaldırmaya çalışması, unutmayalım ki Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin sünnetine, ahlakına, davasına uymayan çirkin şeylerdir.
Aynı şekilde, O’nun izinden gittiğini, onun davasını dava edindiğini iddia edenlerin de bu tür davranışlarda bulunması, İslam dinine zarar veren ve Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi üzecek şeylerdir. “Cennet kapıları pazartesi ve perşembe günleri açılır. Allah’a şirk koşmayan her kul için mağfiret olunur. Yalnız kendisiyle kardeşi arasında buğz ve adavet (düşmanlık) bulunan kimse müstesna.” (Hadis-i Şerif )
Tefrikanın Kur’an ve Hadisteki yeri
Tefrikaya düşen insanlar; nefislerinin güzel gösterdiği menfaat, kıskançlık, makam, hırs vb. gibi etkenlerin tesirinde kalarak, birbirleriyle devamlı bir çekişme, hatta kavga halindedir ki hak hukuk tanımaz ve merhametten mahrum bir anlayış içine düşerler. İnsanı, maddî ve manevî, en mükemmel ve mahlûkatın en şereflisi olarak (Tîn, 4 ve İsra, 70) yaratan Allah-u Zülcelal hazretlerinin; insanın tekâmül yolunda en yararlı davranışının birlik, beraberlik ve kardeşlik ile sergilenebileceğini bilmesi sebebiyle, İslâm’ı kardeşlik dini olarak seçip bize gönderdiği birçok ayet-i kerimede ifade edilmiştir:
“… Müminler kesinlikle kardeştirler…” (Hucurat, 10) buyurarak, açık bir şekilde müminlerin kardeş olduğunu bize beyan etmiştir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, hadis-i şeriflerinde: “Allah’ın öyle kulları vardır ki, ne peygamber ne şehit olmalarına rağmen, peygamberler ve şehitler, o kimselerin Allah katındaki derecelerine gıpta edeceklerdir. Bunlar, aralarında ne akrabalık ne de mal menfaati olmadığı halde, birbirlerini sırf Allah rızası için seven kimselerdir.”
“And olsun ki, kıyamet gününde bunların yüzleri nur saçacak, bütün vücutları da nur içinde olacak. Herkesin korktuğu zaman, onlar korku yüzü görmeyecek, herkes kederlendiği vakit, onların gönlüne hüzün girmeyecek.” (Ebu Davud) buyurmuştur. Nitekim Medine’ye hicretin hemen ertesinde, Ensar ile Muhacirleri birbirleriyle kardeş ilân etmesi, dinimizin kardeşlik dini olduğunu ifade etmesi bakımından çok önemli bir olaydır.
Allah-u Zülcelal “… Kendilerine apaçık deliller (Kur’an) geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlar için kıyamet günü büyük bir azap vardır…” (Âl-i İmran, 150) buyurarak, dinimizin bu açık ve kesin emrine rağmen fitne fesada düşüp tefrikaya uğrayanların, kıyamet günü karşılaşacakları cezanın büyüklüğünü bize bildirmiştir.
Yine, Allah-u Zülcelal bu konuyla alakalı olarak En’am Sûresi’nin 159. Ayetinde de: “… Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir…” buyurmaktadır.
İslâm için çalışan her gurup, Allah’ın dinine hizmet etmelidir. Diğer gurupları da kesinlikle küçümseyip aşağılamamalı ve kendi gurup arkadaşlarını, liderini, şeyhini ve hocaefendilerini sevdiği gibi diğer gruplardaki müslümanları ve liderlerini de sevmelidir.
Bir başka hadis-i şerifte: “Birbirinize buğzetmeyiniz, yekdiğerinizi kıskanmayınız, birbirinize arka çevirip alâkanızı kesmeyiniz. Ey Allah’ın kulları, hepiniz kardeş olunuz! Bir müslüman, bir müslüman kardeşini, üç günden ziyade terk ve ihmal edip selâm vermemesi, ona helâl olmaz.” (Buharî, Müslim) buyrulmaktadır. Mümin kardeşliğinin; imanın temel kuralı olarak kabul edilmesi şu hadiste çok belirgindir: “Ruhum kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de hakkıyla iman etmiş olamazsınız.” (Müslim)
Bu kardeşlik öyle bir kardeşliktir ki, hadis-i şerifte belirlendiği üzere: “Bir kimse kendisi için arzu ettiği ecir ve sevabı, din kardeşi için de arzu etmedikçe imanın kemaline ulaşamaz.” (Buharî) Bu din kardeşliğinde temel esas; Mâide Sûresi’nin 2. ayetinde belirtildiği üzere “… İyilik ve takva üzere yardımlaşmaktır. Kötülük ve düşmanlık üzere yardımlaşmamaktır.” Mümin kardeşliğinde bir menfaat da söz konusu olamaz. Nitekim Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem “… Bunlar, aralarında ne akrabalık, ne de mal menfaati olmadığı halde, birbirlerini sırf Allah rızası için seven kimselerdir…” buyuruyor. (Ebu Davud)
Kardeşlik hukukuna riayet ‘farz-ı ayn’dır
Bütün bunlar; Mümin kardeşliği kavramının bütün müslümanlarca bir “farz-ı ayn” hükmünde olduğunu ve başka hangi gurup, kavim ve memleketten olursa olsun, diğer müslümanları bir kardeş olarak kabul etmemizi gerektirir. Gerçek bir müslüman, onların dertleriyle dertlenmeyi, onların sevinçleriyle sevinmeyi ve her hal ve şartta elinden geldiğince onlara yardım etmeyi, buna imkânı yoksa onların hayrı için dua etmeyi bir görev olarak kabul eder.
Özellikle liderlerimizi, mürşidlerimizi ve hocaefendilerimizi aşırı derecede abartarak ve diğer grupların karşı tepkilerine ve dolayısıyla bölünmelere neden olmayalım ve din için çalışıyorum derken, din yıkıcılarından olmayalım.
Müslüman din kardeşliğinin temelinde tevhid inancı vardır. Müslümanların Allah’ı birdir, kitabı birdir, kıblesi birdir, istikâmeti birdir… “… Sana emredilen istikamet üzere ol!” (Hud; 112) Emrinde, ifade edilen istikamet, sırat-ı müstakimdir. Namazı, orucu, zekâtı, haccı, hem şekil hem de muhteva itibariyle aynıdır, farklılık arz etmez. Bu birlik ve beraberliğin tarifnamesi ise Kur’an-ı Azimüşşan’dır.
Allah-u Zülcelal müslümanların bu özelliğini, Âl-i İmran Sûresi’nin 110. ayetinde bize şöyle buyurmuştur: “… Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız ve Allah’a inanırsınız …”
Son olarak tekrar hatırlatalım ki Allah’ın bize emrettiği şekilde kardeş olabilmemiz için kavim, renk, dil ve meşreb (gurup; cemaat) ayırımı yapmaksızın, yeryüzündeki ve kabir (berzah) âlemindeki bütün mü’minleri kapsayan din kardeşliğini, gurup kardeşliği ile kısıtlamayalım ve gurup kardeşliğini, din kardeşliği yerine koymayalım.
Allah-u Zülcelal, kendi razı olacağı şekilde birbirimizi sevmeyi ve İslam kardeşliğini aramızda yaşamayı bizlere nasip etsin. (Amin)