DİN ve HAYAT / Bilgi Çağı mı, Manipülasyon Çağı mı?

  • 02 Nisan 2024
  • 319 kez görüntülendi.
DİN ve HAYAT / Bilgi Çağı mı, Manipülasyon Çağı mı?
REKLAM ALANI

DİN ve HAYAT
Bilgi Çağı mı, Manipülasyon Çağı mı?
Hatice Kübra Ergin

Dünyada çocuklara talim terbiye vermeyen hiçbir millet yoktur. En iptidai bir kabile bile çocuklara hayata dair ihtiyaç duyacağı şeyleri öğretir. Cemiyetler ilim tahsili için müesseseler kurdukça her sahada ihtisas sahipleri yetiştirirler.
Deniliyor ki “sanayi toplumu” geride kaldı artık dünya “bilgi toplumu”na geçti. Bilgi o kadar değerli ki hakkımızda bilgi toplayabilmek için cep telefonlarımızda kullanmamız için bedava programlar sunuyorlar. Çünkü biz onu kullanırken elde ettikleri bilgi, onlara birçok kazançlar sağlıyor. Gündelik hayata dair basit veriler bile yapay zekalar ile işlenip ihtiyaç duyanlara değerli bilgiler olarak satılabiliyor. Bu yöntemlerle siyaset dizayn edilebiliyor. Bilhassa genç zihinler kolayca manipüle edilebiliyor.
Bedava paylaşılan bilgi de en temel manipülasyon aracı. Mesela pahalı bir deneyin, bir araştırmanın neticesi bedava paylaşılıyor. Neden? Bakıyorsunuz o deneylerin sponsoru olan firmalar, elde ettikleri bilgiler doğrultusunda yatırımlar yapıyorlar. Bilimsel veri adı altında yapmakta oldukları yatırımın reklamını da yapmış oluyorlar.
Kısacası bilgi artık bir silah haline geldi. Bu sebeple çağın silahıyla silahlanmak zorundayız, bilgiye hakim olmak mecburiyetindeyiz. Zamanımızın bir cihadı da saf bilgi gibi önümüze konulan verilerde kimin ne gibi menfaatleri olabilir, bizi hangi yönde etkilemeye çalışıyor olabilirler diye araştırmak, aslı var mı, ne kadar güvenilir, diye şüphe etmek ve ikazlarda bulunmak.
2006 yılından beri Medya okuryazarlığı dersi okullarda okutuluyor ama öyle sinsi yollarla zihniyet inşası yapılıyor ki, bunların hızına yetişilebiliyor mu, emin değilim. Mesela gençlerin çok seyrettiği bir internet kanalında alkollü içkiler hakkında bir belgesel yayınlanıyor. Bir yandan aşırı alkolün çok zararlı olabileceği anlatılıyor. Ama bir yandan da belgesel boyunca deney adı altında bir sürü içki içiliyor. Hem de içenler arasında hedef kitle genç öğrencilerin ve kadınların oranı daha yüksek.
Sunucu ise Müslüman kökenli bir İngiltere vatandaşı ama o da şişelerce içiyor. Yani “Müslümanlar da içebiliyor gördüğünüz gibi ama ölçülü olmak lazım,” fikri sinsice aşılanıyor.
Eğlenceli bir sunumla, şık mekanlarla, leziz menüler eşliğinde, özendirici birçok unsurla alkollü içkilerin sinsice reklamı yapılıyor. Bilhassa alkolün zararı hakkında bir belgesel diye birçok Müslüman genç merak edip ilgiyle izlemiş olabilir. Çok şüpheci ve eleştirici beyinlerin dedektif gibi sinsi oyunları incelemesi gerekiyor.
Peki sadece fark etmek, uyarmak yeterli mi? Elbette yetmez. Ama bundan da geri kalmayalım hiç değilse.
Dünyevileşme Telkin Ediliyor
Bu arada hiç farkına bile varmadığımız asıl zihniyet aşılaması, “dünyevileşme.”
Dünya hayatını rahat, konforlu, sağlıklı, mutlu geçirmek tek gaye olarak gösteriliyor. Reklamların dili, bilim veya fikir olarak sunulan sözler ve en çok da devamlı akan görüntüler zihninize maddiyatçılığı işliyor.
Beş çocuk annesi bir hafız hanım kardeşimle dertleşiyoruz.
“Dünyevileşme çoluk çocuğumuzu bile öyle ele geçirmiş ki, hayatı güzel, hoşa gider şekilde yaşamak amaç haline gelmiş. Nasıl fark edemedik?” diye esef ediyor.
Dinin uğruna, ahlak ve maneviyat uğruna en ufak bir sıkıntı, bir mahrumiyet, feragat söz konusu oldu mu isyan!
“Evladım, ebedi cennet gibi bir mükafat az mı geliyor ki şu kadarcık fedakarlığı gözünde büyütüyorsun?” diyorsun, şaşırıp kalıyor. Yıllarca maruz kaldığı kültür ürünleri ile iç dünyasında öyle bir zihniyet inşa edilmiş ki her şey dünya kazançlarından ve zevklerinden ibaret gibi bakıyor.
Aslında sırf bu çağın meselesi değil, binlerce sene evvel Nemrutların, Firavunların kurduğu sistem de aynıydı. Bereketli nehirlerin etrafında kurulmuş, düzenli gıda istihsali sağlayan, emniyet ve refah sunan ilk şehir devletleri. Etrafı çöllerle, dağlarla, bozkırlarla çevrili vahalar gibi. Oradaki hayatın rahatlığı ile bozkırdaki hayatın zorluğu arasında büyük bir uçurum ortaya çıkıyor.
“Derken Firavun kavmine şöyle seslendi: Ey kavmim! Mısır’ın mülkü ve hâkimiyeti, sonra ayaklarımın altından akan şu ırmaklar bana ait değil mi?” (Zuhruf, 51)
Firavun Nil nehri sayesinde elde edilen dünya refahını tuzağın yemi olarak kullanıp; “Ben sizin en yüce Rabbiniz değil miyim?” diyordu. Aynı imtihan günümüzde de karşımıza çıkıyor.
Dünyanın geçici olduğunu, icab ettiği anda ahiret için feda edilebilmesi gerektiğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Hatta mümin Allah’ın katındaki mükafat ve dereceler uğruna malını, menfaatini değil canını dahi feda edebilmeli.
Feda ettiğimiz dünya nedir ki? Zaten dünyanın lezzetleri bir arada bulunmaz. Mesela gençlik, sıhhat, varlık ve mutluluk bir araya gelmez çoğu zaman. Gençken sıhhatlisindir ama çalışman lazımdır. Yaşlanınca biraz birikimin, malın olur ama artık doktorların perhiz listesine göre yiyip içmek zorundasındır. Diyelim ki baba parasına kondun, o zaman da doyumsuzluk, boşluk, gönül huzursuzluğu musallat olur.
Yakında bir gencin hikayesini anlattılar, anne babasının tek evladıymış. Annesi de çalışıyormuş, daireler almışlar, mal toplamışlar. Erken yaşta da vefat edip miras olarak bırakmışlar. Fakat çocuk kaç yıldır psikiyatr kapılarında geziyor. Antidepresanlarla huzursuzluğuna şifa arıyor. Nasıl olsa çalışmama gerek yok diye internet başında zaman geçirmiş. Şimdi intihar etmesinden korkuluyor. Sorumsuz ve dengesiz halleri sebebiyle kimse evlendirmeye cesaret edemiyor.
Allah-u Teala gençlik enerjisini bir gayeye yöneltip çalışıp yorulmayı uygun görmüşse vardır bir hikmeti. Az çocuk çok mal sahibi olmak zamanımızın modası haline geldi ama ne kadar doğru?
Çocuklarımıza hem nasihat olarak hem de örnek olarak öğretmemiz gereken en önemli şiarımız; “Dünya asıl gaye değildir, ahiret için sermayedir.”
Allah-u Zülcelâl bu dünyada imtihan olarak hem müminlere hem kafirlere nimet verir. Hatta ahirette hiçbir ümidi olmayanlara dünyada bol nimet verebilmektedir. Ancak bunun onlara bir faydası yoktur. Çünkü dünya ebedi ahiret hayatı yanında pek az bir nimettir.
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Elbette Allah’tan korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır.” (En’am; 32)
Çocuklar kendi aralarında oyun oynarken birisi kazanınca sevinir, diğeri kaybedince üzülür. Sonra bunlar evlerine dağılır giderler. Kazanan da birdir kaybeden de… Oyunu kazanmış olmasının ona hiçbir faydası olmaz.
İnsan hayatın sonunu düşünmezse bu dünya yarışına dalıp aldanır. Tıpkı çocukların kendi aralarındaki oyuna ve yarışmaya dalması yüzünden, mektebi, dersi, vazifelerini unutmaları gibi.
Halbuki dünyaya asıl ahiretin sermayesi olarak değer verenler onun zevkine, konforuna aldanmazlar. Dünyalık nimetlere ancak kullanıldığı gayenin değeri kadar değer verirler.
Dünya varlıkları bir vasıtadır, bizi ulaşmayı amaçladığımız yere taşır. Ulaşmak istediği bir yer olmayan insanı ise dolap beygiri gibi olduğu yerde döndürür durur. İmansız, gayesiz, şuursuz insanların en ufak bir başarıdan başının dönmesi de bundan olsa gerek…
Yeryüzünde Fesat Çıkaranlar Kimler?
Allah-u Zülcelal Karun kıssasında, onun gibi bütün imkan sahiplerine şöyle diyor: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde fesat çıkarmağa çalışma. Allah fesat çıkaranları sevmez.” (Kasas, 77)
Allah-u Zülcelal bu ayette “dünyadaki nasibini unutma” sözünü, iki defa “ahirete hazırlan” emrinin arasında zikrediyor. Demek ki önce ahireti istemeliyiz, sonra yine ahiret asıl gayemiz olmalı; dünyada da meşru bir surette ihtiyaçlarımızı gidermeliyiz.
Bu ayette bir de şunu görüyoruz, Allah-u Zülcelâl imkân sahiplerine, “iyilik yap” demekle yetinmiyor, “yeryüzünde fesat çıkarma” diye ilave ediyor. Bunun sebebi de şudur, ekseriyetle dünyada fesat çıkaranlar bol imkân sahipleridir. Çünkü imkânlar nefsanî duyguları kuvvetlendirir. İnsanlar da onları daha akıllı, daha üstün görür, tabi olurlar. Bu sebeple Allah-u Zülcelâl, imkan sahiplerini ikaz ediyor.
Günümüzde de nesilleri ifsad edenlerin önde gelenlerinin uluslararası şirketler, büyük firmalar olduğunu görüyoruz. Bakıyoruz ki, bütün sapkınlıkları övenler, yaygınlaşmasını isteyenler hep bu servetiyle azgınlaşmış güruh.
Ne istiyorlar?
Neden aileyi yıkmak istiyorlar?
Neden ahlaki değerleri etkisizleştirmeye çalışıyorlar?
Dini ve dinden kaynağını alan her türlü manevi değeri yok sayıyorlar veya yaşlıların zavallıların uğraşısı gibi gösterip genç neslin gözünden düşürmeye çalışıyorlar. Neden?
Biliyorlar ki, din insanı şuurlandırır, nefsine hakim hale getirir, cemaat ve ümmet halinde organize eder, güçlü hale getirir. Elbette onlar bunu istemiyorlar. Onlar nefsine köle olmuş, kolayca güdülecek şuursuz bir sürü istiyorlar.
Bugün dünyevileşme akımı insana hayatını çok güzel, çok rahat, çok konforlu… yaşamayı telkin ediyor. Ama aslında çalış kazan kısır döngüsü içinde tüketilen, sıhhati bozan, psikolojik dengeyi sarsan ve insanı fıtratından koparan bir hayatı telkin ediyor. Bunu hem kendimiz fark etmeli hem de nesillerimizin fark etmesini sağlamalıyız.
Elbette dünya işlerimizi yürüteceğiz ve bunun için gerekli bilgileri de edineceğiz. Ama asıl hayatı unutmadan.
Bu arada medya araçları vasıtasıyla bize telkin edilen düşünce tarzını eleştirme gücünü kazanmamız zaruri. Bunun için kendi çizgimizdeki kitap, dergileri evimize alarak üzerimizde oynanan oyunlardan haberdar olmayı, doğru düşünmeyi öğrenmeyi ihmal etmemeliyiz.
Dinimizin bize kazandırdığı basireti kaybetmeyelim. Evlatlarımızı da çağın fitnelerine karşı dayanıklı, şuurlu, basiretli yetiştirelim.
Dünyanın faniliğini unutmadan, ona değeri kadar değer vererek, asıl değerinin ahiret sermayesi olduğunu unutmayarak yaşamaya dikkat edelim. Nesillerimize de en güzel örnek olalım.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ