DİN ve HAYAT / Dünyevileşme Tuzağı ve Neslimiz

  • 07 Ağustos 2024
  • 197 kez görüntülendi.
DİN ve HAYAT / Dünyevileşme Tuzağı ve Neslimiz
REKLAM ALANI

DİN ve HAYAT
Dünyevileşme Tuzağı ve Neslimiz
Hatice Kübra Ergin

Dünyada çocuklara talim terbiye vermeyen hiçbir millet yoktur. En iptidai bir kabile bile çocuklara hayata dair ihtiyaç duyacağı şeyleri öğretir. Cemiyetler ilim tahsili için müesseseler kurdukça her sahada ihtisas sahipleri yetiştirirler.
Deniliyor ki “sanayi toplumu” geride kaldı artık dünya “bilgi toplumu”na geçti. Bilgi o kadar değerli ki hakkımızda bilgi toplayabilmek için bilgisayar ve cep telefonlarımızda kullanmamız için bedava programlar sunuyorlar. Çünkü biz onu kullanırken elde ettikleri bilgi, onlara birçok kazançlar sağlıyor. Gündelik hayata dair basit veriler bile yapay zekalar ile işlenip ihtiyaç duyanlara değerli bilgiler olarak satılabiliyor. Bu yöntemlerle siyaset dizayn edilebiliyor. Bilhassa genç zihinler kolayca manipüle edilebiliyor.
Bedava paylaşılan bilgi de en temel manipülasyon aracı. Mesela pahalı bir deneyin, bir araştırmanın neticesi bedava paylaşılıyor. Neden? Bakıyorsunuz o deneylerin sponsoru olan firmalar, elde ettikleri bilgiler doğrultusunda yatırımlar yapıyorlar. Bilimsel veri adı altında yapmakta oldukları yatırımın reklamını da yapmış oluyorlar.
Kısacası bilgi artık bir silah haline geldi. Bu sebeple çağın silahıyla silahlanmak zorundayız, bilgiye hakim olmak mecburiyetindeyiz. Zamanımızın bir cihadı da saf bilgi gibi önümüze konulan verilerde kimin ne gibi menfaatleri olabilir, bizi hangi yönde etkilemeye çalışıyor olabilirler diye araştırmak, aslı var mı, ne kadar güvenilir, diye şüphe etmek ve ikazlarda bulunmak.
2006 yılından beri Medya okuryazarlığı dersi okullarda okutuluyor ama öyle sinsi yollarla zihniyet inşası yapılıyor ki, bunların hızına yetişilebiliyor mu, emin değilim. Mesela gençlerin çok seyrettiği bir internet kanalında alkollü içkiler hakkında bir belgesel yayınlanıyor. Bir yandan aşırı alkolün çok zararlı olabileceği anlatılıyor. Ama bir yandan da belgesel boyunca deney adı altında bir sürü içki içiliyor. Hem de içenler arasında hedef kitle genç öğrencilerin ve kadınların oranı daha yüksek. Sunucu ise Müslüman kökenli bir İngiltere vatandaşı ama o da şişelerce içiyor. Yani Müslümanlar da içebiliyor gördüğünüz gibi ama ölçülü olmak lazım fikri sinsice aşılanıyor. Eğlenceli bir sunumla, şık mekanlarla, leziz menüler eşliğinde, özendirici birçok unsurla alkollü içkilerin sinsice reklamı yapılıyor. Bilhassa alkolün zararı hakkında bir belgesel diye birçok Müslüman genç merak edip ilgiyle izlemiş olabilir. Çok şüpheci ve eleştirici beyinlerin dedektif gibi sinsi oyunları incelemesi gerekiyor.
Peki sadece fark etmek, uyarmak yeterli mi? Elbette yetmez. Ama bundan da geri kalmayalım hiç değilse.
Bu arada hiç farkına bile varmadığımız asıl zihniyet aşılaması, “dünyevileşme.”
Dünya hayatını rahat, konforlu, sağlıklı, mutlu geçirmek tek gaye olarak gösteriliyor. Reklamların dili, bilim veya fikir olarak sunulan sözler ve en çok da devamlı akan görüntüler zihninize maddiyatçılığı işliyor.
Beş çocuk annesi bir hafız hanım kardeşimle dertleşiyoruz. “Dünyevileşme çoluk çocuğumuzu bile öyle ele geçirmiş ki, hayatı güzel, hoşa gider şekilde yaşamak amaç haline gelmiş. Nasıl fark edemedik?” diye esef ediyor.
Dinin uğruna, ahlak ve maneviyat uğruna en ufak bir sıkıntı, bir mahrumiyet, feragat söz konusu oldu mu isyan!
“Evladım, ebedi cennet gibi bir mükafat az mı geliyor ki şu kadarcık fedakarlığı gözünde büyütüyorsun?” diyorsun, şaşırıp kalıyor. Yıllarca maruz kaldığı kültür ürünleri ile iç dünyasında öyle bir zihniyet inşa edilmiş ki her şey dünya kazançlarından ve zevklerinden ibaret gibi bakıyor.
Aslında sırf bu çağın meselesi değil, binlerce sene evvel Nemrutların, Firavunların kurduğu sistem de aynıydı. Bereketli nehirlerin etrafında kurulmuş, düzenli gıda istihsali sağlayan, emniyet ve refah sunan ilk şehir devletleri. Etrafı çöllerle, dağlarla, bozkırlarla çevrili vahalar gibi. Oradaki hayatın rahatlığı ile bozkırdaki hayatın zorluğu arasında büyük bir uçurum ortaya çıkıyor.
“Derken Firavun kavmine şöyle seslendi: Ey kavmim! Mısır’ın mülkü ve hâkimiyeti, sonra ayaklarımın altından akan şu ırmaklar bana ait değil mi? ”(Zuhruf, 51)
Firavun Nil nehri sayesinde elde edilen dünya refahını tuzağın yemi olarak kullanıp “Ben sizin en yüce Rabbiniz değil miyim?” diyor. Aynı imtihan günümüzde de karşımıza çıkıyor.
Bakıyoruz gençlerimiz sosyal medya ortamlarında üretilen uydurma veya mübalağalı haberlerle Suriyeli, Afgan mülteciler aleyhine kışkırtılıyor. “Onlar ucuza çalışacak, sen emeğini pahalıya satamayacaksın. Daha azına razı olacaksın.”
Halbuki İbrahim aleyhisselamın hicret sünneti bize örnek olmalı. Gerekirse coğrafyamızın fakirliğine de razı olmalıyız, aciz ve mahrum kardeşlerimizle ekmeğimizi paylaşıp bu zorluğa da sabretmeliyiz.
Dünyanın geçici olduğunu, icab ettiği anda ahiret için feda edilebilmesi gerektiğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Hatta mümin Allah’ın katındaki mükafat ve dereceler uğruna malını, menfaatini değil canını dahi feda edebilmeli.
Feda ettiğimiz dünya nedir ki? Zaten dünyanın lezzetleri bir arada bulunmaz. Mesela gençlik, sıhhat, varlık ve mutluluk bir araya gelmez çoğu zaman. Gençken sıhhatlisindir ama çalışman lazımdır. Yaşlanınca biraz birikimin, malın olur ama artık doktorların perhiz listesine göre yiyip içmek zorundasındır. Diyelim ki baba parasına kondun, o zaman da doyumsuzluk, boşluk, gönül huzursuzluğu musallat olur.
Yakında bir gencin hikayesini anlattılar, anne babasının tek evladıymış. Annesi de çalışıyormuş, daireler almışlar, mal toplamışlar. Erken yaşta da vefat edip miras olarak bırakmışlar. Fakat çocuk kaç yıldır psikiyatr kapılarında geziyor. Antidepresanlarla huzursuzluğuna şifa arıyor. Nasıl olsa çalışmama gerek yok diye internet başında zaman geçirmiş. Şimdi intihar etmesinden korkuluyor. Sorumsuz ve dengesiz halleri sebebiyle kimse evlendirmeye cesaret edemiyor.
Allah-u Teala gençlik enerjisini bir gayeye yöneltip çalışıp yorulmayı uygun görmüşse vardır bir hikmeti. Az çocuk çok mal sahibi olmak zamanımızın modası haline geldi ama ne kadar doğru?
Çocuklarımıza hem nasihat olarak hem de örnek olarak öğretmemiz gereken en önemli şiarımız; “Dünya asıl gaye değildir, ahiret için sermayedir.”
Allah-u Zülcelâl bu dünyada imtihan olarak hem müminlere hem kafirlere nimet verir. Hatta ahirette hiçbir ümidi olmayanlara dünyada bol nimet vermektedir. Ancak bunun onlara bir faydası yoktur. Çünkü dünya ebedi ahiret hayatı yanında pek az bir nimettir.
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Elbette Allah’tan korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır.” (En’am; 32)
Çocuklar kendi aralarında oyun oynarken birisi kazanınca sevinir, diğeri kaybedince üzülür. Sonra bunlar evlerine dağılır giderler. Kazanan da birdir kaybeden de… Oyunu kazanmış olmasının ona hiçbir faydası olmaz.
İnsan hayatın sonunu düşünmezse bu dünya yarışına dalıp aldanır. Tıpkı çocukların kendi aralarındaki oyuna ve yarışmaya dalması yüzünden, mektebi, dersi, vazifelerini unutmaları gibi.
Allah-u Zülcelâl dünya hayatını bazı değersiz şeylere benzetiyor:
“Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir.” (Hadid; 20)
Oyuna ancak çocuklar değer verir. Eğlenceye sadece hafif akıllı kişiler dalar. Süs, kendini beğendirmeye muhtaç zavallılar gözünde bir değer taşır. Övünmekten hoşlananlar da ahlaki olgunluktan uzak, basit duygulara mağlup kişilerdir. Mal ve evlat çoğaltma akıllı kişilerin kapılmayacağı bir yarıştır. Çünkü ne dünyada ne ahirette insana faydalı mı zararlı mı olacağı bilinmez. Az bir mal ve evlat, Allah’ın rızasına uygun ise çok olandan daha hayırlı da olabilir. Çok malın tamamen helalden kazanıldığı nadirdir. Mal çokluğu başlı başına bir imtihandır.
Allah-u Zülcelal Karun kıssasında, onun gibi bütün imkan sahiplerine şöyle diyor: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde fesat çıkarmağa çalışma. Allah fesat çıkaranları sevmez.” (Kasas, 77)
Allah-u Zülcelal bu ayette “dünyadaki nasibini unutma” sözünü, iki defa “ahirete hazırlan” emrinin arasında zikrediyor. Demek ki önce ahireti istemeliyiz, sonra yine ahiret asıl gayemiz olmalı; dünyada da meşru bir surette ihtiyaçlarımızı gidermeliyiz.
Bu ayette bir de şunu görüyoruz, Allah-u Zülcelâl imkân sahiplerine, “iyilik yap” demekle yetinmiyor, “yeryüzünde fesat çıkarma” diye ilave ediyor. Bunun sebebi de şudur, ekseriyetle dünyada fesat çıkaranlar bol imkân sahipleridir. Çünkü imkânlar nefsanî duyguları kuvvetlendirir. İnsanlar da onları daha akıllı, daha üstün görür, tabi olurlar. Bu sebeple Allah-u Zülcelâl, imkan sahiplerini ikaz ediyor:
“Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman oranın önde gelenlerine (iyilik ve itaati) emrederiz; onlar itaat etmeyip orada kötülük işlerler. Böylece o ülke aleyhine hüküm hak olur! Artık onu yerle bir ederiz.”(İsra; 16)
Dünyayı ahiret için hazırlanma yeri olarak gören müminler, biraz sıkıntı ve mahrumiyet yaşasalar bile gönülleri huzurlu, maneviyatları kuvvetli olduğu için yine de daha mutludurlar.
Ayet-i kerimede buyuruyor:
“Erkek olsun, kadın olsun, mümin olarak kim amel-i salih işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.”(Nahl, 97)
Allah-u Teala mümince bir hayatı; “hayaten tayyıbeten” yani “temiz, faydalı, güzel bir hayat” diye tavsif ediyor. Çünkü dünyanın da ahiretin de en büyük nimeti Allah ile güzel bir bağ içinde olmaktır. Velev ki hata ve kusurlarımız olsa da tevbe edilir, mağfiret dilenir, hiçbir zaman o rahmet ummanından ümit kesilmez.
Bazı evliyalar demişlerdir ki, “Bir kişi kalbini zerre kadar Allah’a karşı çevirirse, yani kalbi gafil olmaktan azıcık bile kurtarır ve Allah’ı hatırlarsa, ona yönelirse, onun için; dünyada bütün maldan, mülkten, üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.”
Gafletin de ilacı, dünyanın yerleşilecek bir yer olmadığını bir yolculuktan ibaret olduğunu unutmamak. Çünkü yolcu yolundan gafil olmaz hiçbir zaman.
İşte asıl kıymetli bilgi yolculuğumuzun son durağı hakkındaki gerçek bilgidir. Ahiretten gafil olan kişinin bilgileri ancak dünya hayatının dedikodusundan ibarettir. Nesillerimizi bu şuurla yetiştirebilmemiz temennisiyle.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ