DİN ve HAYAT / Kimden İzin Almalı?
DİN ve HAYAT
Kimden İzin Almalı?
Hatice Kübra Ergin
Geçtiğimiz aylarda bir akrabamızın evinde misafir olarak bulunuyorduk. Genç bir hanım, et yemediğini söyledi. Bu hanım kardeşimiz, liseyi İmam Hatip lisesinde okumuş. Ama sonra felsefe bölümünde okumaya başlamış. Hayat tarzını değiştirmiş. Bunları zaten duyduğum için sordum:
“–Süt, yumurta gibi hiçbir hayvânî gıdâyı mı yemiyorsunuz, sadece et mi yemiyorsunuz?”
“–Sadece et yemiyorum.” dedi.
“–Sevmediğiniz için mi?” diye tekrar sordum.
“–Hayır, etik açıdan.” Dedi. Mûzip bir edâyla;
“–Etik derken, yani herkes yiyemiyor, herkes yiyene kadar ben de yemeyeyim diye mi?” şeklinde sorunca güldü. Cevabı:
“–Hayvanlardan etlerini yemek için izin almıyoruz, bu etik açıdan doğru mu?” oldu.
Son zamanlarda gençler arasında moda hâline gelen akımlar var. Vegan olmak, vejetaryen olmak da böyle modalardan biri. Asıl moda hâline gelen ise; kendi ailesinden farklı olmak, yolunu değiştirmek. Kendi yolunu çizmek adı altında, özgürlük adı altında; aslında kendisine empoze edilen her ne ise, onu körü körüne taklit etmek.
Meselâ etik kelimesini ilk kullanan Yunanlılar, arenada köleleri ölümüne dövüştürüyordu. Böyle iken; etik kelimesini ahlâk kelimesinin yerine geçirmek, gerçekten serbest aklın bir tercihi mi yoksa bir özenti mi?
Etik kelimesi; Yunanca “kişilik, karakter” anlamlarına gelen ethos kökünden türemiş, sonraları felsefenin bir dalının mevzuu olmuş bir kavramı ifade ediyor. Felsefe malûm, insan aklının çeşitli sahalarda fikir yürütmesini esas alan bir anlayıştır. Hâliyle insan aklı, bir hâdiseye birçok açıdan bakabilir. Bu sebeple sabit bir doğruya ulaşmaz. O sahada fikir beyan eden kişiler sayısınca nazariyeler ortaya konur. Tartışmalar bir noktaya ulaşmaz. İnsanlara rehberlik edecek bir değerler manzûmesi ortaya koymaz.
Sadece; “Hayvânî gıdâlar yiyelim mi yemeyelim mi?” konusunda bile sayısız görüş var. Ovo vejetaryenler, yumurta yerler fakat süt ürünleri ile et ürünleri yemezler. Lakto vejetaryenler; et ürünleri ile yumurtayı kesinlikle yemezken, süt ürünlerini tüketirler. Pesko vejetaryenler, et ürünleri yemeyip, balık ve balık ürünleri yerler. Veganlar hiçbirini yemezler.
Neden derseniz, hepsinin kendine göre bir sebebi vardır. İnsan aklı terazi gibidir; bir kefesine ölçü birimi olarak ne koyarsanız, onu temel alarak ölçer. Bir kefesine beş gramlık en hafif ölçüyü koysan, diğer kefesine koyduğun şeye;
“–Bu ağır mı?” dersen;
“–Evet ağır.” der. Sadece beş gramlık ağırlık birimine nazaran ağırdır hâlbuki.
Akıl ancak izâfî bir değerlendirme yapar. Ayrıca akıldan akıla da çok fark vardır. Kısa vâdeli menfaat ve zevke göre ölçüp biçen düşük akıllar vardır; daha uzun vâdeli sonuçları hesaplayabilen biraz daha yüksek akıllar vardır.
Neticede her akıl, beslendiği kaynaklardan etkilenir. Beslendiği kaynaklar bazen de gözüne at gözlüğü takar; “Sadece bunu gör, yeter.” der.
Atların gözleri başlarının iki yanında, arkalarından gelen avcıları da görebilecek şekildedir. Bu durum; bazen atın, arka taraftaki veya yan taraftaki en ufak bir şeyden ürkmesine sebep olur. Bu sebeple sahibi; at, arkasını ve çevresini göremesin, sadece gideceği yolu görsün, diye görüş alanını kapatan bir başlık takar. İdeolojiler, propagandalar vs. mensuplarına âdeta bir at gözlüğü takar ve tek bir fikre saplantılı hâle getirir.
Etik, Ahlakın Yerini Tutamaz!
Bizim dînimiz, etik kelimesini tanımaz, ahlâk kelimesini kullanır. Ahlâk kelimesinin kökeni, hulk-halk (yaratılışa) atıfta bulunur.
İnsanın bir yaratılışı vardır. Bütün mahlûkatın bir yaratılışı vardır.
Bizim inanç metinlerimizde şöyle bir hadîs-i şerif kaydedilir:
Rasûlullah aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz bir gün şöyle buyurdular:
“Bir adam bir ineği götürürken üzerine bindi. İnek, adama bakıp dile geldi ve;
“Ben bunun için yaratılmadım, ben ziraat için yaratıldım.” dedi…” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 13)
Her şeyin bir fıtratı, yaratılışı vardır; ahlâk ona uygun davranmaktır. O yaratılışı en iyi Yaratan bilir. Ahlâk ölçülerini de ancak Allah azze ve celle koyar. O’nun koyduğu sâbiteler, dünyada hâlâ insanlara en çok ve en sağlam rehberlik yapan ölçülerdir.
Ağzı dili olmayan hayvana; “Seni yememe izin veriyor musun?” diye sorma imkânı olmadığına göre, insanı böyle bir şeyden mes’ul tutmak abesle iştigaldir. Bu sebeple biz mü’minler onu Yaratan’a sorarız:
“–Bu mahlûkattan ne şekilde faydalanmam uygun olur? Hangi sınırlar ve ölçüler çerçevesinde yararlanabilirim?”
Aklın da Bir Kullanım Sahası Var
Etik felsefesi, bütünüyle yabana atılacak bir şey de değildir. Sabit değerlerin yanı sıra dînimiz de bazı meselelerin çözümünü insan aklına havale etmiştir. Meselâ dînimizde de mâruf, birr, ihsan gibi bazı mefhumlar vardır ki; yapılan amellerin en güzel, en iyi, en üstün olmasında artı değerleri ifade eder.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Allah, her şeyde iyiliği emretmiştir… Keserken kesmeyi güzel yapın. Bıçağın ağzını bileyin. Hayvana (zahmet vermeyin) rahat ettirin.”(Müslim, Sayd, 57; Tirmizî, Diyât, 14)
İhsan; hayvana sadece keserken eziyet etmemek değil, beslerken, barındırırken, neslini çoğaltırken de daima hakkına riâyet etmeyi gerektirir. Hayvanlar nasıl beslenmeli, nasıl yerlerde barındırılmalı? Nelere hakları var? Hangi şartlarda kendilerini nasıl hissediyorlar? Bunları araştırmak, uygulamak ve hattâ bir şart hâline getirmek için, bilim de felsefe de elinden geleni yapmalıdır.
Günümüzde hayvanseverlerin gayretleri sayesinde hayvanları deneylerde kullanma konusuna kanunî sınırlar getirildi. Bilinçli hayvanseverler, onları deneylerde hiç kullanmayan firmaları alışveriş tercihleriyle destekliyor. Bunlar da güzel adımlar olmakla birlikte, aslında biraz göstermeliktir.
Bugün dünyada gereksiz yere inşâ edilen binalar, lüzumsuz üretim ve tüketim için açılan tarlalar, fabrikalar, satış yerleri hep hayvanların yaşamak için muhtaç oldukları sahaları işgal etmektedir. Bir yanda bu kadar yıkım varken, bir yanda sadece göstermelik reklâm sloganları ile müşterilerin vicdanı serinletilmektedir. İşte günümüz dünyasının “etik” kelimesinin arkasına sakladığı gerçekler…
Çözüm Zühd ve Takva Ahlakı
İslâm’ın zühd ve takvâ anlayışı ise; lüzumsuz yere tüketmemek sûretiyle, her hak sahibinin hakkına riâyet etmeyi mümkün kılar. Bizim dinimiz hayvanın da insanın da bütün mahlukatın da hakkına riayet etmek için evvela insanın kalbine hesap verme şuurunu yerleştirir. Ama kendi dinine yabancılaşmış kişiler ne yazık ki bunları tefekkür etmek yerine kendilerine empoze edilen sloganların peşinde sürüklenirler.
Mesela Kurban Bayramı geldiğinde bu kesimlerin hayvanseverlikleri depreşir. Ama yılbaşında hindi yemek hakkında pek laf etmezler. Halbuki senede bir kere kurban kesmekle aşırı bir hayvani gıda tüketimi söz konusu değildir. Aksine zenginlerin zaten devamlı tükettiği değerli bir gıda maddesinin yetimlere, mazlumlara, talebelere, yoksul kesimlere de ikram edilmesi söz konusudur.
Bugün dünyada et tüketimi konusunda, gerçekten vicdan sızlatan bir dengesizlik vardır. Bir yanda damarlarını tıkayacak, kendilerini helâk edecek derecede gereksiz olarak et yiyenler. Diğer tarafta vücutlarının gelişimi için ihtiyaç duydukları miktarda et yiyemeyen çocuklar, gençler, hamile emzikli anneler. Vs…
Malûmdur ki et; bilhassa kırmızı et, pahalı bir gıdâdır. Kurban bayramları; bu gıdânın bollaşmasına, her kesimden insanlara ikrâm edilmesine vesiledir. Birkaç gün içinde kesilmesi gereken bütün etler, bol bol dağıtılır. Bunun yanında günümüzün saklama imkânları; aşevi, yurt ve kurs gibi yerlerde sene boyunca yemeklerde kullanmayı da mümkün kılmaktadır. Böylece gelişme çağında oldukları için, kırmızı ete ihtiyacı daha fazla olan çocuk ve gençlere yılboyunca ikrâm edilmiş olmaktadır.
İnsan vücudunun bir yaratılışı vardır. “Ben hiç et yemeyeceğim.” diyen insan, nefsine zulmeder. Çünkü insanın hazım organları; demir elementi başta olmak üzere, bazı gıdâları ancak etten, bilhassa da kırmızı et ve sakatattan alabiliyor.
Vücudumuzdaki hücreler devamlı olarak yenilenir. Bilhassa kanımızdaki kırmızı hücreler belli bir sürede yenilenmezse, kansızlık problemi başlar. Bu hücreler, oksijen taşıyarak bütün vücudun sağlıklı çalışmasına vesile olmaktadır. Demir, çinko gibi elementlere ve kırmızı etten alınan birçok protein yapı taşlarına başka açıdan da ihtiyaç vardır.
Ancak ihtiyaçtan fazla kırmızı et yemek, sağlığa zararlıdır. Çünkü demir elementi ihtiyaçtan fazla alınırsa, kanama gibi hâdiseler hâricinde vücuttan atılmaz. Vücudumuzdaki bazı maddeler ihtiyaçtan fazla ise atılabilir, demir bunlardan biri değildir. Demir fazlası; karaciğer, kalp ve diğer organlarda depolanır ve bazı durumlarda tahribata sebep olur. Fazla et tüketimi; damar sertliğine, hücrelerin erken yaşlanmasına, yağlanmasına ve kansere yol açabilir.
Kısacası her şeyin bir yaratılışı vardır ve ahlâk da yaratılışa uygun hareket etmektir. İnsanın yaratılışı için çok fazla et yemek de uygun değildir, hiç yememek de. İnsan ahlâkı için de aynı şekilde; bencilce hep kendini düşünmek de uygun değil, nefsinin ihtiyacını vermeyip zulmetmek de.
İslâm ahlâkı her şeye hakkını vermeyi emreder. Etik felsefesi ise; hiçbir konuda bir ölçü koyamaz, insanlığa rehberlik edemez.
Bizim Kurban Bayramımız aile fertlerinin, toplumun farklı kesimlerinin ihtiyaçları olan bir gıdaya ulaşıp, paylaşmanın sevincini yaşamasını temin eder. Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz, getirdiği her emirle topluma rahmet tevzi eder. Peki ya Yılbaşı kutlamaları?
Yılbaşı kutlamaları, içki, kumar, zina, piyango, israf, gereksiz tüketim, çılgınca eğlenceler için enerji sarfiyatı, ahlaksızlık, sarkıntılık, çam ağaçlarının kesilmesi, plastik süslerin çevreyi kirletmesi gibi bir sürü zulüm ve kötülük kaynağıdır. Aklını sosyal medya paylaşımlarına teslim etmiş zavallılar, aradaki farkı hangi etik anlayışıyla açıklıyorlar acaba?