DIN ve HAYAT / Zanneder ki Malı Onu Ebedî Yaşatacak!

  • 05 Temmuz 2024
  • 215 kez görüntülendi.
DIN ve HAYAT / Zanneder ki Malı Onu Ebedî Yaşatacak!
REKLAM ALANI

DIN ve HAYAT
“Zanneder ki Malı Onu Ebedî Yaşatacak!”
Hatice Kübra Ergin

Kur’ân-ı Kerim’de bir ayet-i kerime insanoğlunun değişmeyen bir hususiyetine dikkat çeker:
“(Vay haline o) Malı toplar ve onu tekrar tekrar sayar. Zanneder ki malı onu ebedî yaşatacak.” (Hümeze; 2-3)
Dünyevileşen, bugünkü tabirle “sekuler” dünya düzenine uyum sağlayan insan tipinin özelliğidir bu. Malı, maddi menfaat kaynaklarını toplayıp kendi mülkiyeti altına hapsetmeyi hayatın gayesi gibi görür. Sonra onu sayıp durur.
Saymak, hesaplamalar yapmak, daha daha nasıl artıracağının planlarını kurmak. İktisat sistemleri oluşturmak. Sömürü düzenleri kurmak…
İnsanlık tarihine baktığımız zaman görürüz ki, matematik ve ona bağlantılı ilimlerin bu kadar belirleyici olduğu bir çağ yoktur. İnsanoğlu yönünü maddeye çevirdikçe matematik bu kadar değer kazanmıştır. Yüzünü gökyüzünden indirip etrafına bakmaya başladıkça maddeye hâkim olma yolunun, maddenin tâbi olduğu fen ilimleri ve matematik düzeni keşfetmeye bağlı olduğunu fark etmiştir.
Eski medeniyetlere bakıldığı zaman insanların kendilerini öncelikle inançlarıyla ve mensubiyetleriyle takdim ettikleri görülür. Memleketler birbirlerinden dinleri, kültürleri, örf ve adetleri ile ayırd edilir. Şehirlerin merkezinde mabedler vardır. Eğitim müesseselerinde inanç ve değer sistemlerinin önemli bir yer tutması dünyanın her yerinde geçerli bir kaidedir.
Bugün modernizm kelimesiyle özetlenen yeni çağın en öne çıkan özelliği bütün bunları “eski kafalılık, geri kalmışlık” diye yaftalayıp gözden düşürmesidir. Post modernizm denilen bir sonraki aşamada ise kültür kalıntıları sadece turizm gelirlerine olan katkıları açısından değerlendirilir. Asıl olan sadece maddedir, manevi olan şeyler sadece maddi getirileri kadar değer taşır.
Aslında insanoğlunun maddeden müstağni olabildiği bir çağ yoktur. Madde insanın bu dünyadaki konağıdır, bineğidir, azığıdır. Bir Müslüman da maddi imkanlardan faydalanır. Hatta ibadetlerini yerine getirirken bile maddi vasıtaları kullanmaya ihtiyaç duyar. Abdest almak için temiz suya ihtiyacı vardır. Temiz bir yere, temiz kıyafete muhtaçtır. Mahremiyetini sağlayan, ailesini barındıran bir eve sığınmak, helal gıdalar temin edeceği meşru bir meslek edinmek herkesin ihtiyacıdır. Fakat sekuler dünyada madde bundan ibaret değildir.
Dünya hayatının imtihanı olarak madde, insana öylesine uysalca boyun eğer ki, adeta insanın firavunluk damarını tahrik eder. Firavun da “Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?” (Zuhruf, 51) demişti.
Nil nehri sayesinde bolca zirai mahsuller almak, bir sürü kişiye iş imkânı sağlamak onda öyle bir üstünlük vehmi doğurmuştu ki, iş ilahlık taslamaya kadar gitmişti.
Bugünün modern insanı ise ondan çok daha fazlasını yapabiliyor. Maddenin tabi olduğu kuralları öğrenip ondan türlü türlü faydalanmak insanda haksız bir kibire yol açıyor. Bilim, teknoloji sayesinde önce maddeye sonra insanlara hükmetmek güç sarhoşluğuna götürüyor.
Madde Göründüğü Kadar Uysal mı?
İnsanoğlu maddenin uysallığına bakıp aldanıyor. Oysa madde göründüğü kadar insana boyun eğmiş itaat ediyor değildir. Aksine insan maddeye hükmettiğini zannederken aslında onun kanunlarına da boyun eğmiş oluyor. Sürekli maddeden daha fazla yararlanacağım diye maddeyle meşgul olmak ona olan ihtiyacı daha da tırmandırıyor. Mesela ihtiyaç olmayan şeyler de ihtiyaç listesine giriyor ve onları temin etmek için ömürler harcanıyor.
İnsan bir avuç toprak almak için bile yere eğilmek zorundadır. Maddi şeylerden daha fazla pay elde etmek için eğitim hayatından başlayarak bütün bir ömrünü maddenin köleliğine harcıyor.
Madde ile ilişkimiz adeta “madde bağımlılığı” diye tabir edilen noktaya geldiği zaman artık o bize değil biz ona hizmet eder hale geliyoruz.
Madde bağımlılığı tabirini, bir maddenin verdiği hazza tiryaki olarak, onu amacının dışında, aşırı veya yanlış yöntemlere tüketmek diye açıklamak mümkün. Burada haz ve tiryakilik kavramları daha çok doğrudan beyinde haz veren salgılar salgılanmasını sağlayan uyuşturucu veya psikoaktif maddeleri akla getiriyor ama başka nesneler de benzer tesirler yapabiliyor.
Eğer alışveriş yapmak size gerçekten ihtiyaç duyduğunuz nesneleri temin etmenin ötesinde bir zevk veriyorsa, bu zevki tatmak için alışveriş yerlerinde dolaşıp durmayı hayat biçimi haline getirdiyseniz siz de bir madde bağımlısı olmuşsunuz demektir.
Bugün pahalılıktan şikâyet ediyoruz ama toplumumuzda dijital alışveriş hacmi sürekli büyüyor. Hazır yemek sektörü her yıl cirosunu artırıyor.
Eskiden insanlarımız evinde pişirdiği yemeklerle aile fertlerinin karnını hesaplı bir şekilde doyurmaya çalışırdı. Bugün lezzet almak için yemek yeniyor. Aslında yemekte lezzet almayı birinci hedef olarak görmek bile bir “madde kötüye kullanımı.”
Rabbimiz bizi bu dünyaya zevk almaya göndermemiş. Yaratılışımız bile buna müsait değil. İnsanın koku ve tat alma hisleri sadece bekçilik görevi yapar. Biz sadece ilk aldığımız lokmanın lezzetini tam olarak hissederiz. Bize “yemeye uygun, taze, kokuşmamış, çürümemiş, temiz ve faydalı bir şey,” diye bilgi verdikten sonra işi biter. Bundan sonraki lokmalarda beynimiz boşuna meşgul edilmez. Dünyada her şey sınırlıdır. Beynin enerjisi de sınırlıdır ve gerekli yerlere harcanmalıdır. Lezzet almak ihtiyaç değil, lükstür.
Yetişkin bir insan hayatını zevk almaya yönelik olarak yaşamaz. Çocuk hep hoşlandığı şeyleri yemek ister, hep hoşlandığı oyunlarla eğlencelerle zaman geçirmek ister. Ama yetişkin olmanın farkı, hayatın merkezine vazife ve mesuliyetleri koymak, biraz istirahatle ve ihtiyaçları gidermekle teskin olup buna şükretmektir.
Maddiyatçılık
Maneviyatı Tahrib Ediyor
Psikologlar hazza yönelimli ve maddeyi kötü kullanıma meyilli kişilik yapısını incelerken şöyle diyorlar: “Maddenin verdiği zevk peşindir. Hazza yönelimli insanlar sabırla elde edilen daha maneviyat esaslı zevkler için bekleyemeyen, zorlukları göze alamayan zayıf karakterli kişilerdir.”
Mesela lüzumsuz, lüks bir şeyler satın almanın hazzını, hayır yapmanın huzuruna tercih eden insan, aslında bir nevi çocuktur. Çocuk gibi henüz olgunlaşmamış, maddi hazlarla teselli arayan zayıf karakterli bir kişidir.
Maddi zevklere bağımlılık insanın sabır, cesaret, çalışkanlık, bütün istidatlarını inkişaf ettiren gayret, tutumluluk, ileri görüşlülük, hayatını iyi yönetme gibi birçok üstün vasıflarını yok eder. Hazır imkanların içine doğmuş kişilerde maalesef birçok karakter zaafı görülür. İleri görüşlü ebeveynler çocuklarını fazla maddi imkanlara alıştırmaz.
Maddenin bir özelliği de insana bağlılık ve itaat vad etmesidir. Maddi bir şeyi alıp elinizin altında tutabiliyorsunuz. Sizi terk etmiyor. Bir iradesi yok. Mesela arkadaş edindiğiniz zaman o sizi terk edebilir ama maddi şeyler sizi bırakıp gidemez. Ama aslında bu aldatıcı bir görüntüdür. Maddi şeyler size o kadar da sadık değildir.
Dünya felaketlerinin elimizden alamayacağı hiçbir mal yoktur. Biz ancak sağ olduğumuz ve iman ile kalbimiz diri olduğu sürece maldan faydalanırız. Ne zaman ki bir ceset gibi enerjisiz, hareketsiz bir şekilde maddenin koynuna sığınırsak o da bizi kabir toprağı gibi çürütür.
Atalarımız “Mal canın yongasıdır” derken aslında “sende can varsa mal senin hizmetindedir,” demek istemiş olmalı.
Hz. Ali kerremallau veçhenin meşhur sözüdür: “İlim seni korur, malı ise sen korursun.”
Malı iman diriliği sayesinde yerli yerince kullanabiliyorsan o sana hizmet eder. Yoksa sen onun muhafızı, muhasebecisi, hizmetçisi olursun. Senin yanında dursun diye üstüne titreyip adeta nazlı bir sevgili gibi her kaprisini çekersin. Ama sonuç değişmez, ya bir gün elinden çıkar gider veya sen onu mirasçılara bırakır gidersin.
Tek çare onu ebedi hayattaki kalıcı hesabına yollamaktır. Bunu yapacak iman diriliğin varsa madde sana güzel bir binek olur, azık olur, yol arkadaşı olur, seni maksadına eriştirir.
Madde Sığınak Değil
Dinimizin emirleri bizi bu can diriliğine ulaştırır. Malı infak etmek ona bağlanmamanın ve bağlılığına güvenmemenin bir işaretidir. O seni terk etmeden sen onu yerli yerince infak ediyorsan işte asıl o zaman ona sahipsin demektir. Aslında onu ahiret hesabına göndermek hiç ayrılmamak üzere ona sahip olmanın tek yoludur.
Malını Allah’ın emrettiği yerlere harcayabilmek, nefsin bayağı arzularına kullanıp israf etmekten kurtuluş çaresidir. Onu sen kendin israf etmesen bile yarın mirasçıların sarf edecektir. İnsanoğlu emek vermeden kolayca elde ettiği şeyi harcama eğilimindedir. Senin kıyamayıp biriktirdiğin paralarını, mallarını acaba kimler kolayca çarçur edecek? Sen o malın hesabını vermek için bin yıl süren o zorlu ahiret gününde kan ter içinde bekleyeceksin. Halbuki Allah’ın emrettiği şekilde İslam hizmetleri için kullanmış olsaydın o mal sana yük değil binek olacaktı.
Malını kendi arzuların için harcamak da bir teselli vermez. Dünyada maddenin vereceği hiçbir mutluluk ve zevk seni gerçek huzura kavuşturmaz aksine daha da huzursuz eder. Çünkü zorluklara sabrederek ömür geçiren bir kişiye nazaran zevkli bir hayat yaşayan kişi ölümden nefret eder. Halbuki ölümden kurtuluş yoktur.
Malını boş arzular için değil de inandığı gaye uğruna harcayabilen insan ise kaçınılmaz olarak başa gelecek olan ölüme nispeten biraz daha hazırdır. Çünkü ölüm onu ahiretteki mükafatlara kavuşturacak bir müjdedir.
Ahiret için ümitli olmanın yolu ölmeden önce nefsi hesaba çekmek ve ahiretteki asıl yurdumuza önceden bir şeyler göndermektir. En sevdiği paralarını, mallarını ahirete gönderen müminin ahirete olan ümidi artar. Bu malını infak etmenin en büyük mükafatıdır.
Sevginin ölçüsü, fedakarlıktır. Sevdiklerini Allah yolunda harcayabilen insanın kalbinde Allah’ın sevgisi kuvvetlenir. Böyle bir insan dünyada çok mala sahip olsa da ona zarar vermez. Çünkü onlara gönül bağlamaz aksine onları Allah yolunda güzelce yönetip, sevk-i idare eder.
Çok malı, işi, işletmesi olsa da onları ferasetle, güzelce yönetir, elde ettiği kazançla devamlı hayrını artırır. Evlatlarını da güzel yetiştirir ve güzel örnek olur. Sağlığında yaptığı hayırlar da yetiştirdiği evlatların yaptığı hayırlar ve hizmetler de onun amel defterine yazılır.
Mal sahibi olmak, onu yönetmesini bilmek, hesaptan kitaptan anlamak asıl budur. Asıl hesabını bilenler, ahiretten önce dünyada kendi nefsini hesaba çekenlerdir.
Bunlar için de en önemlisi dünyada yolcu olduğunu unutmamak, maddeyi yerleşip kalınacak bir sığınak gibi görmemektir.
Kur’ân-ı Kerim’de bir ayet-i kerime insanoğlunun değişmeyen bir hususiyetine dikkat çeker:
“(Vay haline o) Malı toplar ve onu tekrar tekrar sayar. Zanneder ki malı onu ebedî yaşatacak.” (Hümeze; 2-3)
Dünyevileşen, bugünkü tabirle “sekuler” dünya düzenine uyum sağlayan insan tipinin özelliğidir bu. Malı, maddi menfaat kaynaklarını toplayıp kendi mülkiyeti altına hapsetmeyi hayatın gayesi gibi görür. Sonra onu sayıp durur.
Saymak, hesaplamalar yapmak, daha daha nasıl artıracağının planlarını kurmak. İktisat sistemleri oluşturmak. Sömürü düzenleri kurmak…
İnsanlık tarihine baktığımız zaman görürüz ki, matematik ve ona bağlantılı ilimlerin bu kadar belirleyici olduğu bir çağ yoktur. İnsanoğlu yönünü maddeye çevirdikçe matematik bu kadar değer kazanmıştır. Yüzünü gökyüzünden indirip etrafına bakmaya başladıkça maddeye hâkim olma yolunun, maddenin tâbi olduğu fen ilimleri ve matematik düzeni keşfetmeye bağlı olduğunu fark etmiştir.
Eski medeniyetlere bakıldığı zaman insanların kendilerini öncelikle inançlarıyla ve mensubiyetleriyle takdim ettikleri görülür. Memleketler birbirlerinden dinleri, kültürleri, örf ve adetleri ile ayırd edilir. Şehirlerin merkezinde mabedler vardır. Eğitim müesseselerinde inanç ve değer sistemlerinin önemli bir yer tutması dünyanın her yerinde geçerli bir kaidedir.
Bugün modernizm kelimesiyle özetlenen yeni çağın en öne çıkan özelliği bütün bunları “eski kafalılık, geri kalmışlık” diye yaftalayıp gözden düşürmesidir. Post modernizm denilen bir sonraki aşamada ise kültür kalıntıları sadece turizm gelirlerine olan katkıları açısından değerlendirilir. Asıl olan sadece maddedir, manevi olan şeyler sadece maddi getirileri kadar değer taşır.
Aslında insanoğlunun maddeden müstağni olabildiği bir çağ yoktur. Madde insanın bu dünyadaki konağıdır, bineğidir, azığıdır. Bir Müslüman da maddi imkanlardan faydalanır. Hatta ibadetlerini yerine getirirken bile maddi vasıtaları kullanmaya ihtiyaç duyar. Abdest almak için temiz suya ihtiyacı vardır. Temiz bir yere, temiz kıyafete muhtaçtır. Mahremiyetini sağlayan, ailesini barındıran bir eve sığınmak, helal gıdalar temin edeceği meşru bir meslek edinmek herkesin ihtiyacıdır. Fakat sekuler dünyada madde bundan ibaret değildir.
Dünya hayatının imtihanı olarak madde, insana öylesine uysalca boyun eğer ki, adeta insanın firavunluk damarını tahrik eder. Firavun da “Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?” (Zuhruf, 51) demişti.
Nil nehri sayesinde bolca zirai mahsuller almak, bir sürü kişiye iş imkânı sağlamak onda öyle bir üstünlük vehmi doğurmuştu ki, iş ilahlık taslamaya kadar gitmişti.
Bugünün modern insanı ise ondan çok daha fazlasını yapabiliyor. Maddenin tabi olduğu kuralları öğrenip ondan türlü türlü faydalanmak insanda haksız bir kibire yol açıyor. Bilim, teknoloji sayesinde önce maddeye sonra insanlara hükmetmek güç sarhoşluğuna götürüyor.
Madde Göründüğü Kadar Uysal mı?
İnsanoğlu maddenin uysallığına bakıp aldanıyor. Oysa madde göründüğü kadar insana boyun eğmiş itaat ediyor değildir. Aksine insan maddeye hükmettiğini zannederken aslında onun kanunlarına da boyun eğmiş oluyor. Sürekli maddeden daha fazla yararlanacağım diye maddeyle meşgul olmak ona olan ihtiyacı daha da tırmandırıyor. Mesela ihtiyaç olmayan şeyler de ihtiyaç listesine giriyor ve onları temin etmek için ömürler harcanıyor.
İnsan bir avuç toprak almak için bile yere eğilmek zorundadır. Maddi şeylerden daha fazla pay elde etmek için eğitim hayatından başlayarak bütün bir ömrünü maddenin köleliğine harcıyor.
Madde ile ilişkimiz adeta “madde bağımlılığı” diye tabir edilen noktaya geldiği zaman artık o bize değil biz ona hizmet eder hale geliyoruz.
Madde bağımlılığı tabirini, bir maddenin verdiği hazza tiryaki olarak, onu amacının dışında, aşırı veya yanlış yöntemlere tüketmek diye açıklamak mümkün. Burada haz ve tiryakilik kavramları daha çok doğrudan beyinde haz veren salgılar salgılanmasını sağlayan uyuşturucu veya psikoaktif maddeleri akla getiriyor ama başka nesneler de benzer tesirler yapabiliyor.
Eğer alışveriş yapmak size gerçekten ihtiyaç duyduğunuz nesneleri temin etmenin ötesinde bir zevk veriyorsa, bu zevki tatmak için alışveriş yerlerinde dolaşıp durmayı hayat biçimi haline getirdiyseniz siz de bir madde bağımlısı olmuşsunuz demektir.
Bugün pahalılıktan şikâyet ediyoruz ama toplumumuzda dijital alışveriş hacmi sürekli büyüyor. Hazır yemek sektörü her yıl cirosunu artırıyor.
Eskiden insanlarımız evinde pişirdiği yemeklerle aile fertlerinin karnını hesaplı bir şekilde doyurmaya çalışırdı. Bugün lezzet almak için yemek yeniyor. Aslında yemekte lezzet almayı birinci hedef olarak görmek bile bir “madde kötüye kullanımı.”
Rabbimiz bizi bu dünyaya zevk almaya göndermemiş. Yaratılışımız bile buna müsait değil. İnsanın koku ve tat alma hisleri sadece bekçilik görevi yapar. Biz sadece ilk aldığımız lokmanın lezzetini tam olarak hissederiz. Bize “yemeye uygun, taze, kokuşmamış, çürümemiş, temiz ve faydalı bir şey,” diye bilgi verdikten sonra işi biter. Bundan sonraki lokmalarda beynimiz boşuna meşgul edilmez. Dünyada her şey sınırlıdır. Beynin enerjisi de sınırlıdır ve gerekli yerlere harcanmalıdır. Lezzet almak ihtiyaç değil, lükstür.
Yetişkin bir insan hayatını zevk almaya yönelik olarak yaşamaz. Çocuk hep hoşlandığı şeyleri yemek ister, hep hoşlandığı oyunlarla eğlencelerle zaman geçirmek ister. Ama yetişkin olmanın farkı, hayatın merkezine vazife ve mesuliyetleri koymak, biraz istirahatle ve ihtiyaçları gidermekle teskin olup buna şükretmektir.
Maddiyatçılık
Maneviyatı Tahrib Ediyor
Psikologlar hazza yönelimli ve maddeyi kötü kullanıma meyilli kişilik yapısını incelerken şöyle diyorlar: “Maddenin verdiği zevk peşindir. Hazza yönelimli insanlar sabırla elde edilen daha maneviyat esaslı zevkler için bekleyemeyen, zorlukları göze alamayan zayıf karakterli kişilerdir.”
Mesela lüzumsuz, lüks bir şeyler satın almanın hazzını, hayır yapmanın huzuruna tercih eden insan, aslında bir nevi çocuktur. Çocuk gibi henüz olgunlaşmamış, maddi hazlarla teselli arayan zayıf karakterli bir kişidir.
Maddi zevklere bağımlılık insanın sabır, cesaret, çalışkanlık, bütün istidatlarını inkişaf ettiren gayret, tutumluluk, ileri görüşlülük, hayatını iyi yönetme gibi birçok üstün vasıflarını yok eder. Hazır imkanların içine doğmuş kişilerde maalesef birçok karakter zaafı görülür. İleri görüşlü ebeveynler çocuklarını fazla maddi imkanlara alıştırmaz.
Maddenin bir özelliği de insana bağlılık ve itaat vad etmesidir. Maddi bir şeyi alıp elinizin altında tutabiliyorsunuz. Sizi terk etmiyor. Bir iradesi yok. Mesela arkadaş edindiğiniz zaman o sizi terk edebilir ama maddi şeyler sizi bırakıp gidemez. Ama aslında bu aldatıcı bir görüntüdür. Maddi şeyler size o kadar da sadık değildir.
Dünya felaketlerinin elimizden alamayacağı hiçbir mal yoktur. Biz ancak sağ olduğumuz ve iman ile kalbimiz diri olduğu sürece maldan faydalanırız. Ne zaman ki bir ceset gibi enerjisiz, hareketsiz bir şekilde maddenin koynuna sığınırsak o da bizi kabir toprağı gibi çürütür.
Atalarımız “Mal canın yongasıdır” derken aslında “sende can varsa mal senin hizmetindedir,” demek istemiş olmalı.
Hz. Ali kerremallau veçhenin meşhur sözüdür: “İlim seni korur, malı ise sen korursun.”
Malı iman diriliği sayesinde yerli yerince kullanabiliyorsan o sana hizmet eder. Yoksa sen onun muhafızı, muhasebecisi, hizmetçisi olursun. Senin yanında dursun diye üstüne titreyip adeta nazlı bir sevgili gibi her kaprisini çekersin. Ama sonuç değişmez, ya bir gün elinden çıkar gider veya sen onu mirasçılara bırakır gidersin.
Tek çare onu ebedi hayattaki kalıcı hesabına yollamaktır. Bunu yapacak iman diriliğin varsa madde sana güzel bir binek olur, azık olur, yol arkadaşı olur, seni maksadına eriştirir.
Madde Sığınak Değil
Dinimizin emirleri bizi bu can diriliğine ulaştırır. Malı infak etmek ona bağlanmamanın ve bağlılığına güvenmemenin bir işaretidir. O seni terk etmeden sen onu yerli yerince infak ediyorsan işte asıl o zaman ona sahipsin demektir. Aslında onu ahiret hesabına göndermek hiç ayrılmamak üzere ona sahip olmanın tek yoludur.
Malını Allah’ın emrettiği yerlere harcayabilmek, nefsin bayağı arzularına kullanıp israf etmekten kurtuluş çaresidir. Onu sen kendin israf etmesen bile yarın mirasçıların sarf edecektir. İnsanoğlu emek vermeden kolayca elde ettiği şeyi harcama eğilimindedir. Senin kıyamayıp biriktirdiğin paralarını, mallarını acaba kimler kolayca çarçur edecek? Sen o malın hesabını vermek için bin yıl süren o zorlu ahiret gününde kan ter içinde bekleyeceksin. Halbuki Allah’ın emrettiği şekilde İslam hizmetleri için kullanmış olsaydın o mal sana yük değil binek olacaktı.
Malını kendi arzuların için harcamak da bir teselli vermez. Dünyada maddenin vereceği hiçbir mutluluk ve zevk seni gerçek huzura kavuşturmaz aksine daha da huzursuz eder. Çünkü zorluklara sabrederek ömür geçiren bir kişiye nazaran zevkli bir hayat yaşayan kişi ölümden nefret eder. Halbuki ölümden kurtuluş yoktur.
Malını boş arzular için değil de inandığı gaye uğruna harcayabilen insan ise kaçınılmaz olarak başa gelecek olan ölüme nispeten biraz daha hazırdır. Çünkü ölüm onu ahiretteki mükafatlara kavuşturacak bir müjdedir.
Ahiret için ümitli olmanın yolu ölmeden önce nefsi hesaba çekmek ve ahiretteki asıl yurdumuza önceden bir şeyler göndermektir. En sevdiği paralarını, mallarını ahirete gönderen müminin ahirete olan ümidi artar. Bu malını infak etmenin en büyük mükafatıdır.
Sevginin ölçüsü, fedakarlıktır. Sevdiklerini Allah yolunda harcayabilen insanın kalbinde Allah’ın sevgisi kuvvetlenir. Böyle bir insan dünyada çok mala sahip olsa da ona zarar vermez. Çünkü onlara gönül bağlamaz aksine onları Allah yolunda güzelce yönetip, sevk-i idare eder.
Çok malı, işi, işletmesi olsa da onları ferasetle, güzelce yönetir, elde ettiği kazançla devamlı hayrını artırır. Evlatlarını da güzel yetiştirir ve güzel örnek olur. Sağlığında yaptığı hayırlar da yetiştirdiği evlatların yaptığı hayırlar ve hizmetler de onun amel defterine yazılır.
Mal sahibi olmak, onu yönetmesini bilmek, hesaptan kitaptan anlamak asıl budur. Asıl hesabını bilenler, ahiretten önce dünyada kendi nefsini hesaba çekenlerdir.
Bunlar için de en önemlisi dünyada yolcu olduğunu unutmamak, maddeyi yerleşip kalınacak bir sığınak gibi görmemektir.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ