Dünya Ticaretiyle Ahireti Kazanmanın Yolları
Bir kimsenin dünya ticareti, ahiret ticaretine mani olursa, bu kimse bedbahttır, zavallıdır. Topraktan çömlek almak için, altın kupa verene ne denir? Dünya malı, saksı parçası gibidir. Hem kıymetsizdir, hem de çabuk kırılır.
Ahiret işlerinin her birisinin misali ise altından kupa gibidir. Hem çok kıymetlidir hem de dayanıklı olup kırılmaz. Hatta hiç tükenmez. Dünya ticaretinin ahirete yaraması ve cehenneme sürüklememesi için gayret etmek gerekir. Zira insana ebedi hayatta yarayacak olan sermayesi, din ve ahiretle alakalı işleridir. Bu sermayeyi kaptırmamak için, insanın çok akıllı davranması ve gaflete düşmemesi lazımdır. Bu yüzden, dünyayı kazananların ahiretlerini kaybetmemeleri için şunlara dikkat etmeleri gerekir:
Sabah çıkarken niyet etmeli
İnsan, sabahları kendisinin ve ailesinin rızkını kazanmak, onları kimseye muhtaç etmemek için evinden işine çıkarken Besmele çekip Allah için niyet ederek çıkmalıdır. “Allah-u Teâlâ’ya rahat ve temiz bir şekilde ibadet edebilmek ve ailemin üzerime vacip kılınan nafakasını temin etmek için işime gidiyorum” diye düşünmelidir.
O gün; Müslümanlara iyilik, yardım, nasihat ve emr-i mârûf, nehy-i münker yapmayı kalbinden geçirmelidir. Böyle niyet eden bir tüccar, bir memur, bir öğretmen, bir hâkim, bir işçi, yani herkes, vazifesini yaptığı kadar sevap kazanır. Onun her işi, ibadet olur. Hatta bunlardan hiçbirini yapmaya fırsatı olmasa bile… Dünyada kazandığı şeyler de görünürdeki kazancıdır.
İşini Müslümanlara hizmet bilmeli
İnsan yaptığı işini Müslümanlara hizmet olarak bilmeli ve görmelidir. Mesela, çiftçi, fırıncı, tekstilci, demirci, inşaatçı ve daha nice sanatkârlar, hep kendisi onun çalışıyor. O hepsine muhtaçtır. Herkes onun için çalışıp ona hazırlayıp da onun boş oturması, kimseye faydalı olmaması doğru olur mu?
Bu dünyada herkes yolcudur. Geldik gidiyoruz. Yolcuların birbirlerine yardım etmesi, el ele vermeleri, kardeş gibi olmaları lazımdır.
Vazifesine başlarken “Müslüman kardeşlerime yardım etmek, onları rahat ettirmek için çalışacağım. Din kardeşlerim benim işimi gördükleri gibi ben de onların işini görecek ve hizmetlerini yapacağım.” demelidir.
Her Müslüman, sanatların bir yükümlülüğü yerine getirmek için icra edildiğini bilmelidir. Bunu düşünerek, bir sanata yapışmak, insana ibadet sevabı kazandırır. İster ehl-i kitap keşfetsin, ister Müslümanlar icat etsin, her sanatı öğrenmek ve hele harp vasıtalarını en modern, en ileri şekilde yapmaya çalışmak, her bir Müslüman’a vazifedir.
Bu vasıtaları yapabilmek için gerekli ilimleri, dersleri mekteplerde, bu niyetle okutmak ve okumak hep ibadet sevabı kazandırır. Namaz kılan insanın bu niyetle, her işi ibadet olur. Namaz kılmayanların her hareketi de günah olur. O halde, her müslüman, namazını kılmalı, sonra vacip olduğunu düşünerek, vazifesini yapmalıdır.
İş görürken niyetin doğru olmasının alâmeti, insanlara faydalı olan bir meslek, bir sanat seçilmesidir. Yani, öyle bir iş görmeli ki eğer o iş olmasa Müslümanlar sıkıntı çekmeli ve o göreceği işle bu sıkıntıya çare olmalıdır.
O halde, oyun, eğlence ve benzerlerine, sanat dense de ve haram işleyenlere günümüzde “sanatçı” ismi verilse de bunları yapmak asla ibadet olmaz. Hatta haram olmayan, mubah olan, fakat insanlara lüzumlu olmayan sanatları dahi seçmemelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “En iyi ticaret, bezzâzlıktır, kumaş satmaktır. En iyi sanat, terziliktir.”
Ahiret ticaretini unutmamalı
Dünya işleri, ahiret için çalışmaya mani olmamalıdır. Ayet-i kerimede: “Mallarınız ve çocuklarınız, Allah-u Teâlâ’yı zikretmenize, hatırlamanıza mani olmasın!” buyurulmakta ve bu hususa dikkat emredilmektedir.
Halife Ömer radıyallahu anhu çarşıya girince, “Ey tüccarlar! Önce ahiret rızkını kazanın! Sonra dünya rızkınız için çalışın!” diyerek, tüccarlara nasihatlerde bulunurdu.
Ticaretle meşgul olan büyüklerimiz, sabah ve akşamları ahiret için çalışırlar; Kur’an-ı kerim okur, ders dinler, tevbe ve dua eder, ilim öğrenir ve gençlere öğretirlerdi.
Osmanlı zamanında; kelle kebabı, sabah çorbası gibi şeyleri çocuklar ve zimmîler (gayr-i müslimler) satardı. Çünkü müslümanlar, sabah-akşam camilerde bulunurdu.
İnsanların amellerini yazan melekler, her sabah ve akşam değişmektedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Melekler insanların amel defterlerini götürdükleri zaman, başında ve sonunda iyi işi yazılı ise gün ortasında yapılanları ona bağışlarlar.”
“Gündüz ve gece melekleri, sabah ve akşam, gidip gelirken birbirleri ile karşılaşırlar. Hak Teâla, (gelen meleklere) “Kullarımı nasıl bıraktınız?” buyurur. “Ya Rabbi! Namazda bulduk ve namaz kılarken bıraktık” derler. Allah-u Teâlâ da: ‘Şahit olun, onları affettim’ buyurur.”
Namazı her işten önemli bilinmelidir
Müslüman tüccarlar, sanat sahipleri, gündüzleri ezan sesini duyunca işlerini hemen bırakıp camiye koşmalıdırlar. Büyüklerimiz, “Ticaretleri, satışları, Allah-u Teâlâ’yı unutmalarına sebep olmaz” ayet-i kerimesine mana verirken buyurdular ki: “Demirciler vardı. Demir döverken, ezan okununca, duyduğu anda çekici kaldırmışsa demire vurmak için indirmez öyle bırakıp namaza koşarlardı. Ve terziler vardı. İğneyi sokunca, ezan okunmuşsa o halde bırakıp, cemaate koşarlardı.” Zira zayi edilen bir vakit namazı ne ömürler ne de dünyalar karşılayamaz. Hesabı çetindir.
Her an Allah’ı zikretmeli
Çarşıda ve işte insan, Allah-u Zülcelal’i zikir ve tesbih etmeli, her an Allah’ı hatırlamalıdır. Dili ve kalbi boş kalmamalıdır. İyi bilmelidir ki, o anda kaçırdığını bütün dünyayı verse, bir daha eline geçiremez. Gafiller arasındaki zikrin sevabı çok olur. Resulullah sallallahu aleyhi vesellem: “Gafiller arasında Allah-u Zülcelal’i zikir eden kimse, kurumuş ağaçlar arasında bulunan yeşil fidan, ölüler arasındaki canlı ve harpte kaçanlar arasında, aslan misali dövüşenler gibidir” buyurdular.
Başka bir hadis-i şerifte ise; “Çarşıya giderken; ‘Lâ ilâhe illallah, vahdehû lâ şerîke leh, lehul mulku ve le-hul hamdu, yuhyî ve yumît ve huve hayyun lâ yemût, bi yedihil-hayr ve huve alâ kulli şey’in kadîr” diyen kimseye, iki milyon sevab yazılır.” buyurmuşlardır.
Özet olarak, dinine ve ibadetine yardım niyeti ile dünyaya çalışanlar, bolca sevaplar kazanırlarken, yalnız para kazanıp dünya malı toplamak için çalışanlar, sevaptan mahrum kalırlar. Hatta bunlar, camide, namazda iken de kalpleri dükkânlarının hesabındadır. Kalpleri ve fikirleri dağınıktır.
Dünyaya düşkün olmamalı
Dünyanın geçilen bir köprü misali kısa süreli olduğunun farkında olanlar, dünya işlerine düşkün olmamalıdırlar. Mesela, çarşıya herkesten önce gidip herkesten sonra çıkmamalı vakit kaybettirecek meşguliyetlerden uzak durmalı, oyalanmamalıdır. Mu’az bin Cebel radıyallahu anh buyuruyor ki: “Şeytan pazarda; yalan, hile, hıyanetle ve yemin ettirerek Müslümanları günaha sokmaya çalışır. Önce gidip geç çıkanlara daha çok asılır.” Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Tüccarın, esnafın en kötüsü, erken gidip, geç dönenlerdir.”
Sabah namazını kıldıktan sonra, zikirle meşgul olup biraz da kitap okuyup bir şeyler öğrenerek işe gitmeyi adet edinmelidir. Günün tamamını ticarete, işe güce harcamamalıdır. Günlük mesai saatlerini makul bir seviyede tutup, ailesine, akrabasına, sosyal çevresine ve hayır hizmet işlerine vakit ayırmalıdır. Çünkü ahiret hayatı sonsuzdur ve ona ihtiyaç daha çoktur. Vaktini boşa harcayanlar ise ahiret ticaretinde iflas etmek üzeredirler.
Her Müslüman âlim ve veli olamasa bile, elinden geldiği kadar, onları taklit etmeye çalışmalıdır. İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin hocası Hammad rahmetullahi aleyhİ ticaret yapar, başörtüsü satardı. Her gün iki ‘habbe’ kazanınca eşyayı toplar pazardan çıkardı. Zira günlük ihtiyacına o iki habbe kafî gelirdi.
Büyüklerden bazısı dükkâna, haftada iki gün giderdi. Bir kısmı da cumadan başka her gün gider, öğle namazında geri dönerdi. Bir kısmı nihayet ikindiye kadar alış veriş ederdi. Hepsi ihtiyacı kadar kazanınca camiye gider, ibadetle, ilim öğrenmekle akşamı ederlerdi. Bugün bu çok mümkün değilse de en azından haftada bir gün, onlar gibi yaparak bereketlenmeyi düşünebiliriz.