GÖNÜL SOHBETLERİ / Allah-u Zülcelâl Güzel Ahlaklı Kullarını Seviyor
GÖNÜL SOHBETLERİ
Allah-u Zülcelâl Güzel Ahlaklı Kullarını Seviyor
Seyda Muhammed Konyevî -ks-
Elhamdülillah, Allah-u Zülcelâl hepimize, Allah’a, O’nun Resulüne, ahiret gününe iman etmeyi nasip etmiştir.
Kıyamet gününde, ahirette, hiçbir mümin perişan olmak istemez. Herkes o gün başarılı olmak ister. Ama yalnız istemekle kalmak doğru değildir. Hem isteyelim hem de istediğimize kavuşmamız için lazım olan şekilde davranalım.
Allah-u Zülcelâl hepimize yol gösteriyor. Kıyamet gününde kim kendini kurtaracak, kim kurtaramayacak dünyada da belli ediyor. Kim Allah-u Zülcelâl’in kelamına yani emrettiği ve nehyettiği şeylere uyarsa kıyamet gününde başarılı olacak. Kim de bunun aksine davranırsa perişan olacaktır.
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede buyuruyor ki:
“O kimseler ki, söylenen söze kulak verip dinlerler ve en güzeline uyarlar. İşte Allah’ın dosdoğru yola hidayet ettiği kişiler bunlardır ve gerçek akıl sahipleri de bunlardır.” (Zümer, 18)
Demek ki Allah-u Zülcelâl’in kelamına uymazsak, onun emrettiği ve nehyettiği şeyleri yerine getirmezsek, o hidayet onlara nasip olmamış ve onlar Allah’ın yanında akıllı kimseler değildir. Öyle olduğu için elimizden geldiği kadar Allah-u Zülcelâl’e karşı tevazu sahibi olalım.
Tevazu, alçak gönüllü demektir ki, kibrin yani büyüklük taslamanın zıddıdır. Kibri peygamberler ve evliyalar tarif etmişlerdir. Kim kendini başkalarına nazaran üstün görürse kibir sahibidir.
Tevazu sahibi olan kişi kendi durumunu şöyle görmelidir:
“Herkes kendini kurtarmış, yalnız ben kalmışım.”
“Ya Rabbi bana da yardım et!” diyerek alçak gönüllülükle dua etmelidir. Yani kendisini herkesten daha adi görmek lazımdır.
İnsanların halinin sıkıntılı olmasının sebebi, böyle düşünmemeleridir. İnsanoğlu kibirli olunca kendini başkalarının üzerinde üstün görüyor. Bütün bu geçimsizlikler, sürtüşmeler, hep bundan kaynaklanıyor.
İlk önce Allah-u Zülcelâl’in Azamet, kudret ve Kibriyasına karşı tevazulu olalım. İnsan Allah’ın büyüklüğü karşısında kendi nefsinin durumunu düşündüğü zaman kendini tanıyacak.
Eğer düşünürsek anlayabiliyoruz, Peygamberler dahi kendini üstün görmüyordu. Çünkü onlar da dahi hasta oluyorlar, aç kalıyorlar, ölüyorlar, yani herkes Allah’a muhtaçtır. Yalnız Allah-u Zülcelâl es- Samed’dir, yani herkes ona muhtaç, O kimseye muhtaç değildir.
Bütün insanlar, melekler, cinler, bütün mahlûkat, kim olursa olsun Allah’a muhtaçtır. Onun için Allah-u Zülcelâl’e karşı tevazulu olmamız lazımdır. Şeref bundadır. Ne kadar Allah’a karşı tevazulu olursak, kendimizi hakir görürsek, o kadar Allah-u Zülcelâl bizi yükseltir. Ne kadar kibirli olursak da Allah-u Zülcelâl bizi alçaltır.
Zengin bir adam, güzel bir elbise giymiş, elbisesini de uzun yapmış, yerlerde sürüyordu. O adam kibrinden dolayı yerin altına batırıldı. O kadar Allah-u Zülcelâl kibirlilere buğzetmiştir. Bunun için biz, bütün müminler kendini kurtarmış, yalnız biz kalmışız gibi düşünmeliyiz ve “Ya Rabbi onların hatırına beni de kurtar,” demeliyiz.
Bakın dikkat ederseniz, Habibullah, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem insanların en efdali olduğu halde, Allah-u Zülcelâl onu miraca çıkardığını bildirdiği ayet-i kerimede “kulu” buyuruyor:
“Geceleyin kulunu, ayetlerimizden bir kısmını göstermek için Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsra; 1)
Bu ayette Resulü dememiş, kulu diye hitap etmiştir. Çünkü kulluk, Allah-u Zülcelal’in katında çok makbuldür.
Bayezid-i Bestami şöyle demiştir:
“İnsanlar; ‘Keşke Allah-u Zülcelal benimle hesap görmese, çünkü O’nun hesabından korkuyoruz!’ diyorlar. Ben de istiyorum ki Allah-u Zülcelal benimle hesap görsün.” Yanında bulunanlar:
– Sen korkmuyor musun? Diye sorduklarında,
Bayezid-i Bestami şöyle cevap vermiştir:
– Korkuyorum. Ama Allah-u Zülcelal’in benimle hesap görürken, bir sefer: “Ey Kulum!” demesi bana yeter. Bana: “Ey Kulum!” dedikten sonra, beni ister cennete koysun, isterse cehenneme koysun.
İşte, Allah-u Zülcelal’e kul olmak böyle kıymetlidir. O’na kul olalım.
Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor:
“Kim Allah-u Zülcelâl’in rızası için bir derece tevazu gösterirse, bu sebeple Allah onu bir derece yükseltir. Kim de Allah’a karşı bir derece kibir gösterirse, Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır, neticede onu esfel-i sâfilîne (aşağıların aşağısına) atar.” (İbn-i Mâce, Zühd, 16)
Öyle olduğu için daima Allah’ın yanında hayırlı olmamız için tevazulu olmamız lazımdır.
En Hayırlı Mümin
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir başka hadis-i şerifinde buyuruyor ki:
“En hayırlınız, kendisinden hayır umulan ve şerri dokunmayacağı hususunda emin olunandır; en şerliniz de kendisinden hayır ümit edilmeyen ve şerrinden de emin olunmayan kimsedir.” (Tirmizi, Fiten 76)
Demek ki yeryüzündeki insanların hepsi, bir kişiden hayır umut ediyorsa o hayırlı bir insandır. İnsanların şerrinden korktuğu insan da en kötü insandır. Onun için elimizden geldiği kadar, insanlara karşı şefkatli ve merhametli bir insan olalım, böylece “en hayırlı” sıfatını kazanalım, inşallah.
Çünkü Allah-u Zülcelâl’in mahlûkatı, Allah’ın ehli, ıyali gibidir. Nasıl ki bir adamın evinde, hanımı, çocukları, yaşlı anne babası gibi ev halkı var ve bunlara o adam bakıyor, geçimini sağlıyor, onları muhafaza ediyorsa, işte mahlûkatının rızıklarını veren ve onları koruyan da Allah-u Zülcelâl’dir.
Kim Allah-u Zülcelâl’in mahlûkatına faydalı olursa o Allah’ın yanında hayırlı insandır. Elimizden geldiği kadar Allah’ın yarattığı mahlûkata karşı menfaatli olalım.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Müminlerin iman yönünden en mükemmeli, ahlakı en güzel olanıdır. Müminlerin en hayırlısı, ailesine en hayırlı olanıdır.” (Tirmizi, Radâ, 11; Ebu Davut, Sünne, 11, 14)
Siz de biliyorsunuz, insanlar, güzel ahlaklı kişilerle her zaman oturup kalkmak ister; kötü ahlak sahibi insandan da uzak olmak ister. Onunla konuşmak bile istemez.
Güzel ahlak, güneşin buzu erittiği gibi insanların günahlarını eritiyor. Elimizden geldiği kadar güzel ahlaklı olalım. İslam, güzel ahlaktır; İslam ahlakıyla sıfatlanalım, inşaallah.
Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:
“Bir mü’min, güzel ahlâkı sayesinde, gündüz oruç tutup gece namaz kılan kimselerin derecesine ulaşır.” (Ebû Dâvûd, Edeb 7; Tirmizî, Birr 62).
Kötü ahlak da bunun tam tersidir. Bir hadis-i şerif kaynağında bildirilmiştir ki:
“Güzel ahlak, günahları, suyun kirleri temizlemesi gibi temizler. Kötü ahlak ise, sâlih amelleri, sirkenin balı bozduğu gibi bozar.” (İ. Hibban)
İnsanın ahlakı kötü olursa, insanları incitirse, kul hakkına girerse onun sevabları o kişilere gider. Sevabı kalmazsa da ona öbürlerinin günahları yüklenir. Sonunda o kişi cehenneme gider, neuzubillah.
Peygamber aleyhisselatu vesselam “… Kötü ahlaklı bir kişinin iyiliklerinin sevabı, o üzdüğü kişilere verilir. Sevapları biterse, o hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilir ve neticede cehenneme atılır.” (Müslim, Birr, 59) buyuruyor.
Onun için elimizden geldiği kadar, güzel ahlak sahibi olalım, mümin arkadaşlarımızla güzel bir muhabbet kuralım, hizmetimizi öyle yapalım inşallah.
Müslümanı Sevmek Lazımdır
Hasan Basri rahmetullahi aleyh diyor ki:
“Kimi Allah’ın taatinde, ibadetinde, zikrinde görüyorsan bir Müslüman olarak onu sevmek senin üzerine borçtur.”
Demek ki bir kişi Allah’a kulluk ediyor, İslam hizmetinde bulunuyor, insanları tevbeye çağırıyorsa onu sevmek lazımdır. Bizden önceki ashab-i kiram, evliyalar, daima ilim okumuşlar, sırf Allah için amel yapmışlar, işte onlar Allah yanında makbul olan insanlardır. Öyleyse daima Peygamber aleyhisselatu vesselama ve onun ashabına mutabaat yapmak lazımdır. Bir de amellerimizi ihlasla yapmak lazımdır.
İhlaslı amel nasıl olur bir örnek verelim:
Hz. Ali radıyallahu anh, savaş esnasında bir düşmanı yere yatırmış kılıcını çekmişti. Tam kılıcını indireceği zaman adam Hz. Ali’nin yüzüne tükürdü. Hz. Ali kerremallahu veche hemen kılıcını indirdi, öldürmedi onu. Adam sordu:
“Niçin beni öldürmedin? Hâlbuki ben çabuk öldürmen için seni öfkelendirmek istemiştim.” Hz. Ali radıyallahu anhu şöyle cevap verdi:
“İlk önce öldürseydim, Allah için öldürmüş olacaktım. Ama sen yüzüme tükürdükten sonra kalbime geldi ki, eğer seni öldürürsem, kendi nefsim için öldürmüş olurum diye korktum.”
Bunu duyan adam Müslüman oluyor. Yani onların işi daima Allah içindi. Biz de öyle sırf Allah için amel yapalım.
Müslüman kardeşlerimize yanımızda olmadıkları zamanlarda da dua edelim. Çünkü onlara böyle gıyabında dua edersek melekler de bize dua eder ve derler ki, “Sana da öyle olsun!” Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Bir Müslümanın, yanında bulunmayan din kardeşine yapacağı dua kabul olunur. Bir kimse din kardeşine hayır dua ettikçe, yanında bulunan görevli bir melek ona, ‘Duan kabul olsun, aynı şeyler sana da verilsin.’ diye dua eder.” (Müslim, Zikir 87, 88; İbni Mâce, Menâsik 5)
Yani ben “Ya Rabbi, mümin kardeşlerimi affet, günahlarını mağfiret et,” diye dua ettiğim zaman melekler diyecek ki, “Aynısı sana da olsun!”
Meleklerin duası benim duamdan daha makbuldür. Onun için daima mümin kardeşlerimize hem zahiri hem manevi olarak yardımcı olalım.
Bizden önceki Ashab-ı kiram, Evliyalar, Sâdâtlar, Allah’a ve Resulüne âşık oldukları için, Allah’ın kullarına da merhamet duyuyorlar ve onları daima tevbeye davet ediyorlardı. Çünkü insanlara en büyük yardım, onları tevbeye davet etmektir.
Bir arkadaşımız trafik kazası geçirip yaralansa hemen onu arabamıza bindiririz ve hastaneye götürürüz, değil mi? Bu ona zahiri bir yardımdır. Bir insanı günahlardan vazgeçip Allah yoluna yönelmeye davet etmek ise manevi bir yardımdır ve çok daha mühimdir.
Ahiretteki azaba göre dünyadaki musibetler hiçbir şey değildir. Madem biz insanlara dünya musibeti için yardımcı oluyoruz, öyleyse ona ebedi ahiret hayatındaki musibet için neden yardımcı olmuyoruz?
Bir kişi gördüm, “Ben yirmi beş senedir akrabalarımı tevbeye davet ediyorum. Bu sene tamamlandı, hepsi tevbe aldılar.” Diyordu. Bak, bir sene davet etti, olmadı, iki sene olmadı. “Yirmi beş senede tevbe aldılar, şimdi hepsi tevbe aldı,” diyor. Biz de öyle komşularımıza, akrabalarımıza yardımcı olalım. Böylece onlara cennet meyvelerinin nasip olmasına yardımcı olalım.
Bir de Ashab-ı kirama takva konusunda mutabaat edelim. Takva, Allah’ın sevmediği hallerden sakınmak, Allah’ın emrettiği şeyleri de itinayla ve gayretle yapmak demektir. Takva Allah’ın kalesidir. Kim Allah’ın takvasında bulunursa Allah onu muhafaza eder. Kim o kaleden çıkarsa artık şeytan onu cehenneme götürür, neuzubillah.
Daima, kendi kusurlarımızla uğraşalım, mümin kardeşlerimizin hatalarına karşı ise gözümüz adeta kör gibi olsun. Omuzumuza bir heybe astığımız zaman bunun bir torbası önümüze, bir torbası arkamıza gelecektir. Biz daima mümin kardeşlerimizin hatalarını o heybenin arka tarafına atalım, kendi hatalarımızı ise önümüzdeki tarafa koyalım. Çünkü böyle yaparsak, kendi nefsimizin ayıplarını görüp, onlarla meşgul olur, onları düzeltmeye çalışırsak onu temizlemiş oluruz.
Ama kişi nefsini sever, kusurlarını görmezden gelirse kıyamet günü perişan olur. Çünkü Allah ona kendi kusurlarını soracak, başkalarının ne yaptığını sormayacak.
Fakat maalesef bizler başkalarını kınıyoruz, onların kusurlarıyla meşgul oluyoruz. Kendi kusurlarımızı arkaya atıyoruz, arka taraftaki torbaya koyuyoruz. Mümin kardeşlerimizin kusurlarını gözümüzün önünde tutuyoruz, onlarla uğraşıyoruz. Onun için sürtüşme oluyor, İslam hizmeti ayakaltında kalıyor o zaman.
Kurtuluş Güzel Ahlakta
Allah-u Zülcelâl Hz. Musa aleyhisselama vahyetmiş:
“Biliyor musun Ya Musa, benim yanımda insanların en mebğud, yani kızdığım kul hangisidir?”
“Bilmiyorum Ya Rabbi!”
“Birincisi, Ya Musa, kibirli kullar. İkincisi, dili sert olan…”
Yani kiminle konuşursa onu rahatsız eder. Allah sevmiyor onu. Bak Allah-u Zülcelâl Hz. Musa’ya vahyetmiş, “Firavuna git, yumuşak dille konuş!”
Hâlbuki o, “Ben sizin Rabbinizim,” diyordu.
“Üçüncüsü de, bahil olan ve kötü ahlak sahibi.”
Bahil, eli sıkı, çok cimri, kimseye bir şey ikram etmeyen, iyilik yapmayan demektir. Kötü ahlak sahibi de kendisiyle geçinilmeyen, sert mizaçlı kişi demektir.
Hulasa kurtuluş yolumuz budur, güzel ahlak sahibi olalım, insanları tatlı dille, yumuşak olarak Allah’ın yoluna davet edelim. Nerede oturursak daima Allah’ı anlatalım. Çünkü bir yerde oturduğumuz zaman Allah’ı zikredersek, oraya Allah’ın rahmeti iner.
Bakınız, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Bir zikir halkası kurulduğu zaman, o zikir halkasının etrafında melekler de halka oluyorlar, ta Arş-ı Ala’ya kadar. Orada Allah-u Zülcelâl soruyor:
– Benim kullarımı nasıl gördünüz?
– Ya Rabbi, senin zikrini yapıyorlar, seni anıyorlardı.
– Siz şahit olun, ben de onları affettim, diyor Allah-u Zülcelal. Ama melekler diyor ki,
– Ya Rabbi, bir kişi onların yanındaydı, onların içindeydi, fakat o zikir için gelmemişti, bir ihtiyaç için oraya gelmişti.
– Olsun, onlarla beraber oturan şahıs şaki (isyankâr) olmaz. Onu da onlarla beraber affettim. (Buhârî, Daavât 66)
Bakın, zikir için, tevbe için gelenleri Allah o kadar seviyor ki, oraya başka iş için gelenleri de affediyor. Bu kısa zamanımızı böyle iyi şeylerle değerlendirelim. Bunlar için kıyamet günü sevineceğiz, boş şeylerle uğraştığımız zamanlar için pişman olacağız.
Allah-u Zülcelâl bizi nefsimize teslim etmesin, bizi hayırlarda kullansın. Âmin.