GÖNÜL SOHBETLERI / Kalbimizi Allah-u Zülcelâl’e Bağlayalım
GÖNÜL SOHBETLERI
Kalbimizi Allah-u Zülcelâl’e Bağlayalım
Seyda Muhammed Konyevî -KS-
Allah-u Zülcelâl’i tanıdığı zaman mutlaka onun ibadetini daha ihlâslı olarak yapacak duruma gelecektir. Ama gafletle sanki –haşa- O da herhangi bir kişi gibi gördüğü zaman ibadetten gafil kalıyor. İbadetini ihlâslı yapmıyor, dinimizde noksanlık oluyor o zaman.
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Rabbiniz sizin iç âleminizde olan (niyeti, duyguları) en iyi bilendir. Siz salih olursanız O da tevbe edip, yanlış yoldan dönenlerinize karşı mağfiret sahibidir, onları bağışlar.” (İsra, 25)
Bu ayet-i kerimede insanlar için büyük bir uyarı vardır. Yani Rabbiniz herhangi bir insan gibi değildir. Bir insandan kalbinizdeki niyeti saklayabildiğiniz gibi değil, Allah-u Zülcelâl kalbinizde olan her şeyi biliyor. İhlâslı mı yoksa ihlâssız mı olduğunuzu biliyor. Ayet-i kerimenin devamında da “Allah-u Zülcelâl tevbe edenlere karşı mağfiret sahibidir,” diyor.
“Allah-u Zülcelâl ihlâslı olarak yaptığınız tâati ve riya ile yapılan tâati biliyor,” buyuruyor. Allah-u Zülcelâl bir kişiye sahip çıktığı zaman her şey düzelir. Bir kişi samimi olarak “Ben günahlarıma pişmanım, Rabbimden özür diliyorum,” dediği zaman Allah-u Zülcelâl ona sahip çıkar, ona tevbe yollarını nasip eder. Bakın Allah-u Zülcelâl size sahip çıkmış ki buraya getirmiş.
Allah-u Zülcelâl bir kişiye sahip çıktığı zaman her şey kolay oluyor. Sahip çıkmadığı zaman olmuyor. Biz de elimizden geldiği kadar kalbimizi, ruhumuzu, niyetimizi Allah’a bağlayalım.
“Rabbim, ben seni istiyorum, seni. Başka bir şey istemiyorum,” diye, böyle samimi olarak Allah-u Zülcelâl’den istediğimiz zaman Allah her şeyimizi düzeltecektir, inşallah. Çünkü Allah-u Zülcelâl bir şeyin olmasını dilediği zaman O’nun kudreti için “kün,” yani “ol,” demekten ibarettir.
Bizim kalbimizi, ruhumuzu ıslah etmek istediği zaman “ol” diyecek, bitti. İşte biz de Allah-u Zülcelâl’e karşı samimi olduğumuz zaman bize sahip çıkacak, inşallah.
Allah Bizi Her Yerde Görüyor
Bir kişi bir Allah’ın dostuna demiş ki,
“Bana nasihat et.” O da şöyle nasihat etmiş:
“Şöyle düşün, tenha bir yerde günah işlediğin zaman, eğer Allah’ın seni gördüğüne inanıyorsan, ne kadar cüretkârsın!”
Allah’ın seni gördüğüne inanıyorsun, bir de onun karşısında günah yapacaksın! Eğer Allah’ın kudret ve azametini bilirsen ve kendi muhtaçlığını düşünürsen öyle bir şeye cüret edemezsin.
Şayet nefsine mağlup olur da yaparsan, hemen özür dileyeceksin. “Ya Rabbi, pişman oldum Ya Rabbi. Özür dilerim, keşke yapmasaydım.” Diyeceksin.
“Eğer sen Allah’ın seni görmediğini düşünüyorsan, o zaman kâfirsin, demektir.”
Bu ikisinden biridir. Ya Allah’ın seni gördüğüne inanıyorsun, O’nun karşısında günah işliyorsun; o zaman çok cahilsin, çok cüretkârsın. Ya da gördüğüne inanmıyorsun, o zaman da kâfirsin.
Bazı insanlar var ki, hani dedim ya, Allah onlara vermiş. Allah verdiği zaman kolay oluyor. İşte dediğim gibi, biz Allah’ı istersek, hakikaten her şeyden üstün görürsek, Allah da bize sahip çıkacak, bizi günahlardan muhafaza edecektir.
Hatem-i Esam rahimehullah, isminde bir zata sormuşlar:
“Sen günlük olarak ne yapıyorsun? Ömrünü hangi amellerle geçiriyorsun?”
“Ömrümü dört şeye niyet ederek geçiriyorum:
Birincisi, biliyorum ki, ben Allah-u Zülcelâl’in nezaretinden, gözünün önünden göz açıp kapayıncaya kadar ayrılmıyorum. Daima Allah-u Zülcelâl’in gözü üzerimdedir, beni görüyor. Böyle düşününce ona âsi olmaya hayâ ediyorum.”
Yani nerede olursam olayım, bir kutunun içinde olsam dahi Allah beni görüyor. Böyle düşünüyorum ve Allah’a karşı günah işlemeye hayâ ediyorum.
“İkincisi biliyorum, Allah-u Zülcelâl bana bir rızık nasip etmiş, o benden ayrılmaz. İnanıyorum ki Allah rızkıma kefil olmuş, o bana ulaşacaktır.
Üçüncüsü, Allah-u Zülcelâl’in benim üzerime farz kıldığı ameller vardır, onları kimse benim yerime yapamaz. Namaz olsun, oruç olsun, zekât olsun, onları mutlaka benim yapmam lazımdır. Bu amellerle meşgul oluyorum.
Dördüncüsü, biliyorum ki Allah-u Zülcelâl bana bir ecel takdir etmiş, belli bir ömür ve sayılı nefesler vermiş. İnanıyorum ki o sayı geçmez, yani ne kadar sayı ise o nefesler bitti mi, ben de bu dünyada bitiyorum. Öyle bildiğimden ben de ona yetişmek için acele olarak gidiyorum. O ömür bitmeden önce Allah’ın rızasını kazanmak için uğraşıyorum.”
O Allah’ın bir kulu idi, böyle düşünüyordu, biz niye düşünmeyelim?
O ölünce ahirete gidecek, biz de gideceğiz. Öyleyse bizim de bunları düşünmemiz lazım.
İşte böyle düşünen şahıslar, ahirette çok güzel bir hayat içinde olacaklar, düşünmeyenler de sıkıntıya girecekler. Elimizden geldiği kadar, kalbimizle Allah ile beraber olalım, zâhirî olarak da mümin kardeşlerimizle beraber olalım.
Ölümü Yastık Yap!
Bir Ashâb-ı kiram, Uveys el Karani rahimehullahtan nasihat istedi. Uveys el-Karanî Yemenliydi, onu görmek için Medine-i Münevvere’den kalkıp onun ziyaretine gitmişti. Ona dedi ki:
“Bana nasihat et.”
Uveys el Karanî, deve çobanıydı ama kalbi Allah’a karşı nasıl idi!
Sadece Allah ile meşgul oluyordu. Sanki sadece Allah vardı, başka bir şey yoktu. Öyle olduğu için de Allah onları büyük yapıyordu. Dedim ya, Allah bir kişiye sahip çıktığı zaman böyle oluyor.
İşte o ashabı kiram nasihat isteyince demiş ki:
“Ölümü başının altında yastık yap, öyle uyu.”
Yani sen başını yastığa koyduğun zaman “Ben ölüyorum işte” diye düşün. Sanki yastık senin ölümündür, başını koyunca ölmüş oluyorsun.
“Kalktığın zaman da ölüm daima gözünün önünde olsun. Bir hata yaptığın zaman yaptığın hatayı küçük görme. Asıl bu hatayı kime karşı yaptın ona bak.”
Yani bu “ufak bir hatadır, bir şey değildir,” deme. Kime karşı yaptın? O –celle celâluhû- büyüktür işte, ona bak.
Eğer sen hatalarını ufak görürsen Allah’ın yanında o hata büyük olur. Onun için daima hatayı büyük gör. Çünkü Allah büyük olduğu için onun karşısında hata yapmayı büyük gör. Eğer sen hatayı büyük görürsen, “Evet, bu benim yanımda küçük bir hatadır ama Allah-u Zülcelâl’e karşı işlediğim için büyük bir hatadır,” dersen, o zaman Allah-u Zülcelâl yanında ufak olur. Allah-u Zülcelâl affedecektir o zaman…
Allah-u Zülcelâl’in Büyüklüğü
İnsanın bu dünya hayatında daima tefekkür halinde olması lazımdır. Allah-u Zülcelâl’in ne kadar büyük olduğunu düşünüp, ona göre kulluk edebimizi güzelleştirmemiz lazımdır.
Allah-u Zülcelâl’in Zat’ını, bizzat Kendi’sinin nasıl olduğunu düşünmek doğru değildir. Fakat Allah’ın yarattığı mahlûkatı üzerinde düşünmek lazımdır.
Hakikaten, Allah’ın yarattığı bu kadar mahlûkat vardır ki, Allah-u Zülcelâl bunların hepsinden haberdardır. Bu da Allah’ın kudret ve azametini bize gösteriyor. Mesela dağın başındaki ufacık bir pireyi Allah azze ve celle görüyor, nerede olursa olsun. Amerika’da, Rusya’da, Çin’de nerede olursa olsun, hepsini görüyor. Aç mıdır, tok mudur, hasta mıdır, sağ mıdır, hepsini biliyor. Allah celle celâluhû böyle büyüktür, geniş ilim ve kudret sahibidir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, insanı tefekküre davet eden ayet-i kerimeleri okuyunca sabaha kadar ağlıyordu.
Allah azze ve celle bir ayet-i kerimede buyuruyor:
“Göklerin ve yerin hakimiyetine ve Allah’ın yarattığı her bir şeye bakmazlar mı?” (Araf, 185)
Bakın bu dünya bize göre ne kadar büyüktür öyle değil mi? Şarktan garba kadar ne kadar büyük olduğunu görüyoruz. Hâlbuki Güneş o kadar büyüktür ki güneşin içine yüz binlerce Dünya sığar. Gördüğümüz o yıldızlar var ya, onların en küçüğü dünyanın sekiz katıdır. Ne kadar yıldızlar var…
İşte Allah’ın yarattıkları böyle büyükse, Allah-u Zülcelâl’in kudret ve azameti ne kadar büyük olduğu anlaşılabilir. Sonra insanın vücudu, Allah-u Zülcelâl nasıl yaratmış, bize bu azaları vermiş… Sonra dünyanın sonu, kıyametin kopması… Ölüm ve ölümün ahvalleri…
Mahşer günü güneş bir mil kadar insanların üzerine yaklaştırılacaktır. Hadis-i şerifte buyurulur:
“Kıyamet gününde güneş insanlara bir mil mesafe kalıncaya dek yaklaştırılır.” (Müslim, Cennet, h: 2864)
“Kıyamet gününde insanlar öylesine terleyecekler ki, onların teri yetmiş arşın derinliğine ulaşır. Ter onların ağızlarına âdeta gem vurur da ta kulaklarına kadar çıkar.” (Müslim, Cennet, 61)
Günahlar cehennem azabıdır, ibadet de cennettir. Ve en büyüğü, senin düşünmen lazım, Allah-u Zülcelâl seni görüp dururken ona karşı günah işlemekten hayâ etmek…
Hatem Esam rahimehullahın dediği gibi, hani o diyordu ya, “Nereye gidersem gideyim, daima Allah-u Zülcelâl beni görüyor. Böyle düşününce ona âsi olmaya hayâ ediyorum.” Biz de aynen öyle. Nerede olursam olalım, Allah bizi görüyor.
Çünkü Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor:
“…Nerede olursan ol, Allah seninle beraberdir. Allah yaptığınız her şeyi görmektedir.” (Hadid, 4)
Hülasa olarak, insanın daima tevbe ehliyle, tâat ehliyle beraber olması lazımdır. Çünkü denilmiştir:
“İnsanın kalbinin ıslah olması için tevbekâr olanlarla beraber olmak, onların amellerine bakmak kadar faydalı bir şey görmemişim. İnsanın kalbine fasık kimselerle beraber olmak ve amellerine bakmak kadar zararlı bir şey de görmemişim.”
Doğrudur.
Bir kişi kumar oynanan yere giderse, bir müddet sonra “Ben da oynayayım,” diyecektir. Bitti, derken kumarcı olur. Bir kişi içki içilen bir yere giderse, onlarla birlikte içmeye başlayacaktır. İçkici olur. Hep öyle oluyor. Uyuşturucu kullananlar hep bunu kullanan kişilerle arkadaşlık etmekten dolayı uyuşturucu kullanmaya başlıyorlar.
Belki siz böyle kişileri arada sırada görüyorsunuz ama ben çok görüyorum. Bu kötü halleri hep, o ondan öğreniyor, o ondan öğreniyor, o ondan öğreniyor… Buraya gelenler de tevbeyi öğreniyor.
Allah azze ve celle kalbin tedavisi için böyle bir kural koymuştur. Ayet-i kerimede buyuruyor ki:
“Sabah akşam Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte nefsini hapset. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.” (Kehf, 28)
Allah-u Zülcelâl bunu kendi Habibine diyor. Peygamber aleyhisselatu vesselam bu ayet-i kerime nazil olunca Ashâb-ı Suffa’nın yanına gitti. Selman-ı Farisi gibi, bazı Ashâb-ı kiramın arasına oturdu, halka olmaları için işaret etti. Sonra onlarla beraber otururken:
“Ümmetim arasında, kendileriyle birlikte sabretmem emredilen kimseleri yaratan Allah’a hamd olsun,” dedi. (Ebu Davud, İlim, 13)
Bazı kişiler diyor ki, “Tevbeyi kendi evinizde yapın.”
Eğer öyleyse, neden Allah-u Zülcelâl Peygamber aleyhisselatu vesselama “Onlarla birlikte sabret,” diye emretti. Sebep nedir?
Hz. Muhammed aleyhisselatu vesselama emretmiş. Başka bir ayette de emretmiş; “Sadıklarla beraber olun,” (Tevbe, 119) diye.
Sadıklarla beraber olduğumuz zaman Allah’ın emrini yerine getirmiş oluyoruz. Bazı gençler yanımıza geliyorlar. Diyorlar ki, “Buradan ayrıldıktan sonra ancak bir hafta kendimizi muhafaza edebiliyoruz. Sonra arkadaşlarımızla bir araya gelince tekrar eski halimize dönüyoruz.”
Bakın bunların hepsi gözümüzün önünde oluyor, hepsi tecrübe edilmiştir. Demek ki insan tek başına tevbe etmekle sebatkar olamıyor. Mutlaka eski arkadaşlarının yerine onu salih amellere çağıran arkadaşlar edinmesi lazımdır.
O “Kendi kendinize tevbe edin,” diyenler, kendileri tevbe etmiyorlar, başkasına da mani oluyorlar.
Size deseler ki, “Dergâha gitme, namazını evinde kıl,” diye, ona deyin ki, “Ben dergâha gitmeyi terk edersem belki böyle bir kötü zamanda namazı da terk edebilirim. Namazı da o dergâha gitmekle, oradaki namaz kılanlarla birlikte olduğum için kılabiliyorum.”
Biz onlara kulak asmayacağız, Allah için, Allah’ı sevenlerle beraber olacağız. Allah’ı isteyeceğiz, o zaman işimiz kolay olacak inşallah.
Allah’ı Sevenlerin Hâli
Hikâye anlatılır, bir evliya ıssız bir yerde abdest almak için kovayı kuyuya sarkıttı. Kovayı çektiği zaman baktı ki, altınla doludur. Altınları kuyuya geri döktü.
“Ya Rabbi, ben namaz kılmak için, abdest almak istiyorum,” dedi. Tekrar kovayı kuyuya saldı ve bu sefer suyla dolu olarak çıktı, abdestini aldı.
İşte onlar böyle sırf Allah’ın rızasını kazanmak için, Allah’a ibadete kendilerini adamışlardı, gözleri bir şey görmüyordu.
Bir başka evliya da Kurban Bayramı geldiği zaman bıçağı boğazına dayamış ve demişti ki:
“Ya Rabbi, eğer helal olsaydı, kendi canımı sana kurban etmek isterdim.”
İşte öyle samimi kullar vardır ve Allah celle celâluhû da onlara niyetlerine göre kulluk etmeyi nasip ediyor. Onun için elimizden geldiği kadar samimi olarak Allah-u Zülcelâl’i isteyelim.
Eğer Allah’ı razı edersen, dünya da ahiret de her şey Allah-u Zülcelâl’indir. O zaman her şey sana kolay olacaktır. Azrail aleyhisselam senin canını alırken sana “ehlen ve sehlen,” diyecek. Kabre girdiğin zaman Münker ve Nekir sana güzel muamele edecek. Kabir sana hürmetkâr olacak, “Merhaba, hoş geldin,” diyecek. Haşir gününde, mizanda, sırat köprüsünde herkes sana hürmetkâr olacak. Çünkü Allah emredecek onlara. Yeter ki sen dünyada Allah’ı razı et.
Bak, Hz. İbrahim aleyhisselamı içine atmak için Nemrut korkunç bir ateş yakmıştı. Öyle ki kuşlar üzerinden uçamıyordu. Allah-u Zülcelâl ateşe, “Benim dostuma serin ve selametli ol!” diye emredince ateş yakmadı İbrahim’i. Allah celle celâluhû ona emrettikten sonra ateşin haddine mi düşmüş Allah’ın dostunu yaksın!
İşte aynı şekilde, kabir de öyle, haşir de öyle, her şey öyle; yeter ki Allah’ı razı edelim. Allah’ı razı edecek kulluk yapmak için Allah’tan kuvvet isteyelim.
Allah-u Zülcelâl hepimize razı olacak şekilde amel-i salih nasip etsin. O bizi kendi nefsimize bırakmasın, nefsimizi hayırlarda kullansın, inşallah.