HİKMET PINARI – İnsan Rabbine Karşı Çok Nankördür
HİKMET PINARI
İnsan Rabbine Karşı Çok Nankördür
Hayrünnisa Hanım
“Ey Rabbim! Senin Zât’ının celaline ve Senin hâkimiyetinin azametine layık şekilde sana hamd olsun.”
Bundan evvelki Zilzal suresinde hayır ve şer karşılığında mükafat ve ceza takdir edilmiş olduğu bildirilmişti. Adiyat suresinde de birçok insanın hayra değil, yalnız dünya varlığına ihtiraslı olup çalıştıkları bildirildiği için aralarında mühim bir irtibat vardır.
Allah-u Zülcelal Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde güneşe, denize, sabaha, geceye, insan üzerine, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin faziletine, üstünlüğüne önemlerini belirtmek için yemin etmiştir ki: böylece bunlar üzerine dikkat çekilsin ve kul tefekkür etsin.
Kur’an-ı Kerim’de develerin yaratılışı hakkında şöyle buyrulmuştur:
“Devenin nasıl yaratıldığına bakmaz mısınız?” (Gâşiye; 17)
Nasıl ki develer güzel özelliklerle donatılmış ve insanın hizmetine sunulmuş ise Allah-u Zülcelâl’in insanı da başıboş yaratmadığına, insanın kendi hizmetine verilen bu nimetleri tefekkür edip Rabbine kulluk yapması gerektiğine işaret edilmiştir.
Adiyat da atlar demektir. Atlar Allah’ın kulları için yaratmış olduğu nimetlerden bir tanesidir. Atın ehemmiyetini belirtmek için bu surede onun üzerine yemin edilmiştir.
Atlar mukaddestir. Allah-u Zülcelâl cihad vasıtası olduklarından dolayı onları mukaddes kılmıştır. Cihad, “Din Allah’ın olup yer yüzünde fitne kalmayıncaya kadar” mücadele etmek içindir. O atlar da bunlara aracı olduklarından dolayı Allah’ın yanında mukaddestirler. Bu nedenle Allah-u Zülcelal onlara yemin etmiştir.
“Yemin olsun nefes nefese koşanlara. Atlar süratle koşarken ayaklarının topraklara, taşlara değdiğinde çıkan ateşlere. Sabah vakti düşmana baskın yapanlara.”
Burada sadece atları değil, atların üzerindeki süvarileri, Allah’ın yolunda canla başla mücadele eden o mücahidleri de düşünmek lazım. Sabahın erken vakitlerinde daldıkları zaman insanlar, özellikle inanmayanlar namaza kalkmadıkları için gaflet ve uyku haletindeler ve müslümanlar onları o halde yakalayıp zaferi elde etmeye çalışırlar.
Savaş sadece canla değildir. Kalemle olan bir savaş da vardır. Burada nasıl atlara ve onların üzerindeki süvarilere yemin edilmiş, onların ehemmiyetine, faziletine değinilmiş ise şu an da Allah’ın yolunda savaşan koşturan herkes bu ayette üzerine yemin edilen, Allah’ın övdüğü mücahitler hükmündedir.
“Tozu dumana katanlara, düşman ordusunun içine dalan atlara yemin olsun ki…”
Kur’an’ı Kerim’de Allah-u Zülcelal bir şeyin üzerine yemin ediyor sonra yemin edilen şeyi zikrediyor yani yemine cevap geliyor. Allah-u Zülcelal bu mukaddes, cihada giden atlara ve süvarilere yemin ettikten sonra insanoğlunu ilgilendiren şu ayeti kerimeyi buyuruyor:
“Gerçekten insanoğlu Rabbine karşı çok nankördür.”
Yani onun hizmetine sunulan bu kainat, bu nimetler karşılığında insanoğlunun çok nankör olduğu belirtiliyor. İnsanoğlunun nankörlüğünü belirten ayeti kerime de sadece bundan ibaret değildir.
“Gerçekten insanoğlu çok zalim, çok nankördür!” (İbrahim, 34)
“Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.” (Ahzâb; 72)
Bu menkıbe insanoğlunun nankörlüğünü anlatan güzel menkıbelerden bir tanesidir:
Cenabı Hak, Azrail Aleyhisselam’a;
“Ey Azrail! Bir kimsenin ruhunu alırken hiç üzüldüğün oldu mu?” diye sordu. O:
“Ya Rabbi ben birçok acılara şahit oldum. Yalnız bir kulunun ruhunu alırken çok üzüldüm.’’
Allah-u Zülcelâl her şeyi bilmesine rağmen onun kim olduğunu sordu. Azrail aleyhisselam şöyle buyurdu:
“Bir gün denizin dalgalarıyla cebelleşen bir gemi vardı. Sen gemiyi batırmamı ve herkesin ruhunu almamı emrettin. Fakat batanların içinde kundakta bir bebek ve annesi vardı. Bebeğin annesinin ölümü emrolunmuştu. Bebeğin annesinin de ruhunu aldım ve bebek tek başına bir sandalda kaldı. Ben buna çok üzüldüm Ya Rabbi.”
Cenabı- Hak buyurdu ki:
“Ben, o çocuğa lütufta bulundum da dalgaya, onu ağaçlık bir yere götürüp bırakmasını emrettim! Reyhanlarla, güllerle, tatlı ve yenmesine doyulmaz meyve ağaçları ile dolu bir bahçede… Berrak, tatlı sular fışkıran kaynaklarla dolu, ağaçlıklı bir yerde yüzlerce nimetlerle besledim! Orada, o bahçede yüz binlerce güzel sesli kuşlar ötüşmede idi.
Ona güllerden döşek yaptım; onu fitnelerin, musibetlerin tesirinden korudum! Güneşe; “Hararetinle onu yakma, incitme!” dedim. Rüzgâra da; “Onun üstünden eserken yavaş es; onu hırpalama!” diye tenbih ettim! Buluta, “Onun üstüne yağmur yağdırma; onu ıslatma!” şimşeğe de; “Birdenbire çakarak onun gözünü alma, kamaştırma!” emrini verdim! “Ey kış; o bahçeye uğrama, bu çayırı çimeni sakın soldurma! Ey yaz; sen de, bu bahçeye el atıp orayı kasıp kavurma!” dedim!
Ölümden kurtulan çocuğun ulaştığı bahçe, ariflerin bağı gibi, kasırgadan, öldürücü sam rüzgarlarından emin idi. Onu pek çok ihsan ve ikramlarımla besleyip büyüttüm. Sonra bir meleğe; ona konuşma ve adaletle hükmetmeyi öğretmesini emrettim! Böylece, o anasız kalan çocuğa, yüzlerce inayette bulundum! Vasıtasız olarak, Benim iyiliklerimi görsün, bilsin diye, ona yüzlerce lütuflarda, ihsanlarda bulundum! Ancak o sayısız lütuflara, ihsanlara nail olan, bunlara karşılık şükür borcu bulunan çocuk, bir anda Nemrud kesildi, Halil İbrahim aleyhisselamı yakmaya kalkıştı! Öyle bir Nemrud ki; bilgisizliğinden, körlüğünden ötürü, Cenab-ı Hakk’ın lütuflarını, ihsanlarını ayağının altına almıştı! Böylece, kendisine yapılan iyilikleri inkâr etti; gurura kapıldı. İşi azıttı da Allahlık davasına kalkıştı! Hazret-i İbrahim’i bulup öldürmek arzusuyla, yüzbinlerce suçsuz çocuğu öldürttü.”
Bu, Allah-u Zülcelal’in azametini büyüklüğünü, keremini, nimetlerini ve insanoğlunun acziyetini zayıflığını ve en küçük bir şey olunca nasıl nankörleştiğini anlatan en güzel menkıbelerden bir tanesidir.
Pek çok ayette insanın zalim ve cahil olduğu, şükreden bir tabiatta olmadığı, ne kadar elinde olursa olsun her zaman nankörlüğe sahip olduğu belirtilmektedir.
İnsana içinde bulunduğu bütün kâinat hizmetkar kılınmış ama o başına gelen bir musibetten dolayı bütün kâinatın nimetini unutur ve sadece o musibet üzerinde odaklanır, onu sayıklayıp durur. İşte Allah-u Zülcelâl burada da insanoğlunun nankör olduğunu buyuruyor.
Neye karşı nankördür? Rabbine, Rabbinin vermiş olduğu nimetlere karşı nankördür. Sadece Rabbine karşı değil etrafında kendisi için yapılan bütün iyiliklere karşı da nankördür.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifinde bununla ilgili şöyle buyurmuştur:
“(Ey kadınlar,) sadaka veriniz, zira çoğunuz cehennem kütüğüdür.”
Allah muhafaza etsin bu bizim için bir derstir. Temennimiz Allah’ın bizi bundan muhafaza etmesidir.
Bir hanım sordu:
– Ya Resulallah! Neden kadınlardır?
“Çünkü siz halinizden çok şikâyet eder, kocanızın iyiliğine karşı nankörlük edersiniz.” buyurmuştur. (Müslim, Salatu’l-îdeyn, 4)
Kadınların birçoğu kendilerine yapılan iyiliklere karşı sürekli yapılıp yapılıp bir kere yapılmayınca eşine der ki, “Ben senden hiç hayır görmedim ki.”
Ayetteki kasemin/yeminin cevabı insanoğlunun nankörlüğüdür.
“Şüphesiz buna kendisi de şahittir;”
Kendisi de nankör olduğunun, onca yapılan iyiliğe karşı şükretmediğinin farkındadır. Tam anlamıyla kendisine verilen nimetleri idrak etmediğine kendisi de şahittir.
Kainattaki bütün her şeyi Allah-u Zülcelal sebeplerle donatmıştır. Bu nimetler belirli sebeplerle bize gelir. Biz ise bu sebeplere bağlanır, Fail-i hakiki olan Allah-u Zülcelal’e şükretmeyi unuturuz.
Seyda Hazretleri rahmetullahi aleyh şöyle söylerdi:
“Size herhangi bir hediye geldiği zaman onu getiren bir şahıstır ama gönderen Allah’tır, şükrü Allah’a yapın.”
“Herhangi bir iş olmuştur. O işin olmasında müsebbibler vardır ancak bu işi yapan Allah’tır. Allah izin vermeseydi bunların hiçbiri olmazdı. Müsebbiblerin kalbine o işi koyan da Allah-u Zülcelal’dir. Müsebbibler o işi kendiliğinden yapmamıştır.”
İnsan düşündüğü zaman kainattaki her şey sebeplere bağlı olarak yaratılmıştır. Herkes birbirinin sebebidir, ihtiyacını gidermek içindir ama asıl Fail-i hakiki Allah’tır. İnsanın Fail-i hakiki Allah-u Zülcelâl’i, sahibini unutmaması, daima şükretmesi gerekir ki bu şükürler Allah-u Zülcelal’in üzerimizde olan nimetlerini artırsın.
“İnsanı bu nankörlüğe iten şey şiddetli mal sevgisidir.”
Bir dünya malı kişinin elinde olmayınca insan kendi halindedir, kimseye bir zararı dokunmaz. Ama bir miktar malı olunca, eline bir şey geçince, bir görev, makam geçince artık o insanın sonundan korkulur, Allah muhafaza etsin. Haddini aşar, her şeyin kendiliğinden olduğunu zanneder ve asıl mülk sahibini, kendisine o makamı, nimetleri veren Allah-u Zülcelâl’i unutur.
“Bu nankör olan insan kabirlerden diriltileceğini bilmiyor mu?”
Allah’ın huzuruna çıkarılacağını, bir hesap olacağını, ne yaşadıysa onlardan tek tek sorulacağını düşünüp tefekkür etmiyor mu?
“Göğüslerde olan her şeyden (gizli ve açık) haberdar olan Allah’tır. İşte o gün (anlayacaklar ki), Rableri onlardan tam mânasıyla haberdardır!”
O gün insan Ruus’ul Eşhad, reislerin en büyüğü olan, kalplerdeki gizli açık her şeyi bilen Allah-u Zülcelal’in önünde şahitlik yapacak. Ameller olsun, davranışlar olsun, konuşmalar olsun herkes onun yaptıklarına şahitlik yapacak. Allah azze ve celle kalplerdeki en gizli şeyleri dahi ortaya çıkaracak.
İşte böyle bir günün onu beklediğini insan düşünmüyor mu?
Allah-u Zülcelâl bizleri bu gaflet uykusundan uyandırsın.
İbn Abbas’ın nakline göre Resulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Ademoğlunun iki vadi dolusu malı olsa üçüncüsünü ister. Ademoğlunun iç boşluğunu topraktan başka bir şey dolduramaz. Ve Allah tevbe edenlerin tevbesini kabul eder.” (Müslim, Zekât, 117 “1048”)
Dünya insanı doyurmaz, dünya doyma yeri değildir, sadece bir süsten ibarettir. Dünyaya aldanmamak lazım. Bu ayetler bizim için en büyük örnekler, derslerdir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadisi şerifinde buyuruyor:
“Allah’ım! Hesabımı kolaylaştır.”
Seyda Feyzullah Konyevî hazretleri kuddise sırruh bir sohbetinde buyurdu ki:
“Allah-u Zülcelâl biz kullarına adaleti ile hükmetse hepimiz helak oluruz. Bize rahmetiyle hükmetsin ki, biz ancak o rahmetin tecellisi ile kurtulabiliriz.”
Allah-u Zülcelal bize amellerimize göre değil rahmetiyle fazlı keremiyle muamelede bulunsun.