HİKMET PINARI / Nasihat Dinlemeyen Kalpler Ölüdür

  • 09 Nisan 2025
  • 37 kez görüntülendi.
HİKMET PINARI / Nasihat Dinlemeyen Kalpler Ölüdür
REKLAM ALANI

HİKMET PINARI
Nasihat Dinlemeyen Kalpler Ölüdür
Hayrünnisa Hanım

يَا رَبِّ لَكَ الْحَمْدُ كَمَا يَنْبَغِي لِجَلاَلِ وَجْهِكَ وَلِعَظِيمِ سُلْطَانِكَ
“Ey Rabbim! Zât’ının Celal’ine ve Hâkimiyetinin azametine layık şekilde Sana hamd olsun.”
Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır:
وَاعْتَصِمُوا۟ بِحَبْلِ ٱللَّهِ جَمِيعًۭا وَلَا تَفَرَّقُوا۟ وَٱذْكُرُوا۟ نِعْمَتَ ٱللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَآءًۭ فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِۦٓ إِخْوَٰنًۭا وَكُنتُمْ عَلَىٰ شَفَا حُفْرَةٍۢ مِّنَ ٱلنَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ ٱللَّهُ لَكُمْ ءَايَٰتِهِۦ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Allah’ın ipine hep birlikte sımsıkı sarılın; ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşmandınız da O, kalplerinizi birleştirdi; O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarındaydınız da O, sizi oradan kurtardı. İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân; 103)
Rabbimiz burada bizleri ilim meclislerinde topladığı gibi, âhirette de bir araya getirmesini ümit ediyoruz. Çünkü bizler iman etmiş kullar olarak biliyoruz ki bu dünya geçicidir. Hepimiz fânîyiz ve ölüm en büyük nasihattir. Bizler bu gerçeğin farkındayız. Önemli olan, ölümden sonraki ebedî hayata hazırlanmaktır. Bu ebedî hayat için birbirimize menfaatli olmak, birbirimizi desteklemek ve ebedî hayatta da beraber olabilmektir. Bu birliktelikler geçici olsa da Allah için olduğunda büyük bir nimet hâline gelir. Çünkü sebebi Allah olan her şeyin kıymeti büyüktür.
Allah-u Zülcelâl, bizleri iman nuruyla şereflendirmiş, hidayet yolunda yürümeyi nasip etmiş ve hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran bir topluluk içinde bulunmayı bizlere lütfetmiştir. Nitekim Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُو۟لَـٰئِكَ هُمُ ٱلْمُفْلِحُونَ
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.’ (Âl-i İmrân, 3/104)
Bu yolda en büyük nimetlerden biri de Allah-u Teâlâ’nın bizleri kendi dostlarıyla tanıştırmış olmasıdır. Zira Allah dostları, bizlere hak ile batılı ayırt etmeyi, emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker düsturunu öğretmişlerdir. Nice ilim meclisleri vardır ki, talebe ilim tahsil ettikten sonra hocasıyla bağı kopar. Ancak bizler, Sadât-ı Kiram’ın bereketiyle kardeşlik hukukunu muhafaza etmekteyiz. Onların vesilesiyle birlik ve beraberlik içinde Rabbimize yönelmekteyiz.
Sohbet Kalbi Diriltir
Sohbet olmayan yerler, nasihat dinlemeyen kalpler ölüdür. “Ben biliyorum.” demek, kalbimizi öldürür. Kalbi diriltmek için nasihat şarttır. Cuma namazındaki hutbenin farz kılınmasının sebebi de insanların haftada bir nasihate ihtiyacı olmasıdır. Allah dostları da haftalık sohbetlerini bir adap haline getirmiştir.
İmam-ı Azam rahmetullahi aleyh’e sormuşlar:
“Bu makamı nasıl elde ettin?”
“Her dinlediğimi yeni dinlemiş gibi dinledim, her dinlediğimden yeni bir ders çıkardım.” demiştir.
Bu yüzden “Biliyorum.” demeyeceğiz, “Bilmiyoruz, eksiğiz.” diyeceğiz. Dinlediğimiz her şeyi bu şekilde dinlediğimizde kalbimizi Allah’a açarız. “Ben biliyorum.” demek, şeytanın sıfatındandır.
Allah-u Zülcelal’in bizlere verdiği en büyük nimetlerden biri iman, sonra da ilimdir. Dünya hayatının peşinden ne kadar koşulursa, insan için o kadar büyük bir imtihan olur. İnsan, o imtihanların içinde ezilir. Kimi eşleriyle, kimi çocuklarıyla, kimi aile efradıyla, kimi akrabalarıyla, kimi malıyla, kimi nefsiyle mutlaka bir imtihan içindedir. Kul, Allah’a yöneldiğinde o imtihan hafifler, Allah’ın izniyle imtihanın içinden nasıl çıkacağını bulur. Ama Allah-u Zülcelal’i unutup imtihanla cedelleştiği zaman, o bataklığa daha çok batar.
Rabbimiz Kehf Suresi’nde buyuruyor ki:
“الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِندَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ أَمَلًا”
“Mal ve çocuklar dünya ziynetinden ibarettir. Baki olan salih ameller ise, Rabbinin katında sevap bakımından da ümit besleme bakımından da daha hayırlıdır.” (Kehf, 46)
Ancak baktığımızda, çoğu zaman çocuklarımızı, evimizi her şeyin önüne koyarak ahireti arka plana atıyoruz. Oysa Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الْآخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ أَفَلَا تَعْقِلُونَ”
“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Takva sahipleri için ahiret yurdu elbette daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdirmeyecek misiniz?” (En’am, 32)
Bu ayeti kerimeyi, Gazze’de bir baba, enkazın üstünde çoluk çocuğunu kaybettikten sonra okudu. “Bunların hepsi dünya süsüydü, asıl önemli olan bizim amel olarak ne yaptığımızdır. Allah katında baki olanlar, bizim için gerçek kazançtır.” diyerek bu ayetle teselli buldu.
Allah-u Zülcelal bizlere akıl nimetini vermiştir. Ancak bu nimet idrak edilmez ve kullanılmazsa, insan yaşam olarak hayvandan farksız hale gelir. Çünkü nefis, yaratılışı gereği hayra meyilli olarak yaratılmamıştır. Yapı itibariyle tembel ve zayıftır, hayra karşı isteksizdir. Örneğin, hiç kimse doğuştan cömert değildir. Cömertlik, infak ede ede, infakın hayrını öğrenerek zamanla bir huy haline gelir. Allah’ın izniyle kişi, bu şekilde cömertliği kazanır.
Kibir de insanın tabiatında olan bir şeydir. Tevazu ise doğuştan gelmez. Tevazu, kibri yenerek ve tasavvufun öğrettiği ahlaki değerleri benimseyerek insanda bir meleke haline gelir. İnsan gayret ettiğinde, Allah azze ve celle verir. İnsan “Aslında yapmak istiyorum ama olmuyor.” diyorsa, bu sadece kendini kandırmaktan başka bir şey değildir.
Rabbimiz Mülk Suresi’nde:
وَاَسِرُّوا قَوْلَكُمْ اَوِ اجْهَرُوا بِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
“O, gizliyi de, açığı da bilir ve göğüslerin içinde saklı olanı da bilir.” (Mülk, 13) buyurmaktadır.
Biz birilerini ikna etmek, kendimizi aklamak için konuşuruz ama bunların hepsi boştur. Çünkü biz Allah’ın huzuruna çıkacağız.
Müminin bir müsibet esnasında söylemesi gereken söz şudur:
“إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ.”
“Biz Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz.”
Dönüşümüz Allah’a olduğu için, insanlara kendimizi beğendirmek veya onları memnun etmek gibi bir çabaya girmemeliyiz. Asıl amacımız, Allah’ı razı etmek olmalıdır.
Tevbeye Vesile Oldu
Abdulkadir Geylani kuddise sırruh Hazretleri’nin hayatından bir kesit bu konuya çok güzel bir örnektir. Hepimizin bildiği gibi Abdulkadir Geylani rahmetullahi aleyh Hazretleri daha çocuk yaşlarda ilme karşı büyük bir arzu duymuştur. Allah-u Zülcelâl bazı veli kullarına ikramda bulunarak geleceklerini o şekilde tahsis eder. Rivayete göre, erken yaşlarda çift sürmek için tarlaya gittiğinde bir öküzün kuyruğundan tutup arkasından giderken hayvan dile gelip ona; “Sen bunun için yaratılmadın’’ demiştir.
Abdulkadir Geylani kuddise sırruh Hazretleri devamını şöyle anlatıyor:
“Korktum, geri döndüm. Evimizin damına çıktım. Gözüme, hacılar gözüktü. Arafat’ta vakfeye durmuşlardı. Anneme gidip;
“Beni Allah-u Teâlâ’nın yolunda bulundur. İzin ver, Bağdad’a gidip ilim öğreneyim. Salih zatları ve evliyayı bulup ziyaret edeyim.” dedim. Annem sebebini sordu, gördüklerimi anlattım.”
Bunun üzerine annesi, babasından kalan mirası onun ve kardeşinin arasında pay etti ve ona, “Sadakatten asla ayrılma” diye nasihat etti. Yola çıktığında yol kesiciler tarafından alıkonuldu. Soyguncular, ona yanında mal olup olmadığını sorduklarında Abdulkadir Geylani Hazretleri annesinin nasihatini hatırlayarak, “Yanımda kırk dirhem var” dedi. Soyguncular önce ona inanmadı, ancak üzerini aradıklarında söylediği gibi kırk dirhem buldular.
Soyguncu başları bunun üzerine ona şu soruyu sordular:
“Neden bunu saklamadın?” O da:
“Annem bana sadakatten ayrılmamamı tembih etti,” diye cevap verdi.
Bu sözleri duyan soyguncular şaşırdı.
“Biz bunca yıldır Allah’a isyan ediyoruz, yalan söylüyoruz. Sen ise küçücük yaşına rağmen bir an bile yalan söylemedin, Allah’a isyan etmedin,” dediler ve pişman oldular.
Soyguncular, Abdulkadir Geylani Hazretleri’ne tevbe etmek istediklerini söylediler. Abdulkadir Geylani Hazretleri, “Benim ilk irşadım orada başladı,” dedi ve onların tevbe etmelerine vesile oldu. Buradan da anlaşılacağı üzere, sadakat üzerine kurulan her hayat, Allah’ın izniyle insana çok büyük bir kazanç olarak döner.
Dünyanın fani olduğunu biliyoruz. Öldüğümüz zaman, ne kadar sevilen ve saygı gören biri olsak da bir süre sonra unutulacağız. Belki yirmi, otuz, elli yıl boyunca anılırız, ancak nesiller değiştikçe hatıralar kaybolur. Peki, geriye ne kalır? Ayette buyrulduğu gibi, yalnızca salih ameller ve Allah yolunda yapılan hayırlı işler.
Abdulkadir Geylani kuddise sırruh Hazretleri’nin yaşadığı dönemden kimse hayatta değil, ancak o, ihlas ve sadakat üzerine kurulu bir hayat sürdüğü için ismi ve irşadı hala yaşamakta, onun örnek yaşamı, bize önemli dersler vermektedir
Sadat-ı Kiram, bu yolun ehemmiyetini her zaman vurgulamıştır. Kalıcı olan dünyada bıraktığımız eserler, iyilikler, insanlığa ve ahirete fayda sağlayan amellerdir. Ne kadar ahlaklı ve güzel bir insan olsak da, insanlar belli bir süre sonra bizi unuturlar. Ancak Allah’ın yolunda yapılan hayırlı eserler asla unutulmaz.
Bu yüzden birbirimizin hidayetine, hayrına ve kurtuluşuna vesile olmak için daima gayretli olalım. Allah azze ve celle bizleri sadakatten ayırmasın ve salih amellerle müzeyyen bir hayat sürmeyi nasip eylesin.
Allah-u Zülcelâl’in yolundaki hayırlı işlere karşı nefis hep tembellik eder. İnsan, bu tembelliği aşmak için gayret etmelidir. Rabbimiz ayet-i kerimesinde buyuruyor ki:
وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَىٰ
“İnsan için ancak kendi gayreti vardır.” (Necm, 39)
Umrede ve hacda bulunan “say” bölümünü düşünelim. Normalde “say” Arapçada yürümek demektir, ancak burada koşuşturmak anlamına gelir. Hz. Hacer annemiz, dünyalık bir ihtiyaç için koşmuştur, ancak bu hareketi Allah rızası için ve O’nun emrini yerine getirme amacı ile yaptığından bu hareketi şimdiye kadar ibadet olarak devam etmiştir. İhlas üzerine kurulan her amel, kalıcı olur ve tüm ümmetlere örnek teşkil eder.
Abdülkadir Geylani Hazretleri buyuruyor ki: “Allah-u Zülcelal’den istediğiniz zaman, bir ağa gibi, bir padişah gibi istemeyin. Dilenci gibi isteyin ki Allah size versin.”
İnsan, Allah’tan bir şey dilerken samimiyetle, gözyaşıyla, mahzun bir kalple istemelidir. İşte o samimiyetle istenen şeyler, Allah’ın izniyle insana nasip olur.
Zahmetsiz Mükafat Kazanılmaz
Dünya meşgalesi, ev ve aile hayatı hiçbir zaman sona ermez. Ancak bir davet, gezi veya yemek olduğunda insanlar büyük bir istekle katılır. Buna karşılık, sohbet gibi manevi bir etkinlik söz konusu olduğunda nefis genellikle bir ağırlık hisseder. Çünkü burada bir fedakârlık yapması, hazırlık sürecine girmesi ve zahmete katlanması gerekir. Oysa güzel ve değerli herhangi bir şeye ulaşmak, emek harcamayı gerektirir.
Seyda Feyzullah Konyevî kuddise sırruh Hazretleri bir sohbetinde şöyle buyurdu:
“Yorulmadan, meşakkat çekmeden sonuç elde edilmez, rahatlık bulunmaz.”
Bir doktor bile, kalbin sağlıklı çalışabilmesi için hareket edilmesi gerektiğini söyler. İnsan yürümeli, spor yapmalı ki kalp sağlıklı çalışsın. İşte kalbin manevi anlamda da sağlıklı olabilmesi için çaba göstermek gerekir. Meşakkatsiz tat olmaz, zahmetsiz zevk alınmaz.
İmam Şafii rahmetullahi aleyh şöyle demiştir:
“Şu iki şey olmazsa, dünyada kalmak istemem; dünyanın benim için hiçbir tat ve değeri yoktur. Bunlardan biri, seher vakitleridir. O vakitlerde Allah’ın rahmetinin inmesi ve bu zamanın bereketinden istifade etmek, hayatımdaki tüm lezzetlere bedeldir. İkincisi ise, Salihlerle beraber bulunmaktır.’’ Çünkü salihlerle oturmak, insanın kendisini aslına döndürmesine vesile olur.
Lokman Hekim rahmetullahi aleyh:
“Oğlum, ilim ehli, hikmet ehli Allah’ı anlatan insanlarla beraber otur ki hakikati bulasın. Toprağın dirilmesi nasıl suyla oluyorsa, o kalbin dirilmesi de ilim ve hikmet ehli insanların arasında oturmakla olur,” demiştir.
Şah-ı Nakşibend kuddise sırruh Hazretleri demiştir ki:
“Bizim yolumuzun esası sohbetlerdir.”
Sohbet olmazsa insan kendi hakikatine, özüne varamaz. Bir insan kendisine faydalı olmadığı takdirde, kendisini Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirmediği takdirde zahiren de eksiktir. Çocuklarına, aile efradına, komşularına, akrabalarına karşı eksiktir.
Günlük zikirlerimizi çekmediğimiz zaman insan kuru bir ağaç misalidir. Ne kendisine ne de etrafına faydası vardır. Ama o ağacın yeşillenmesi, meyvelenmesi, hem kendisine hem etrafına faydalıdır. İşte zikir de bir ağacın meyvelenmesi misalidir.
Seyda Muhammed Konyevî kuddise sırruh hazretlerinin çok güzel bir sözü vardır:
“Allah-u Zülcelâl yaradılış gereği her mümin kulunun kalbine kendi ismini nakşetmiştir. Bu, Allah’ın sırlarından bir sırdır. İnsanoğlu da o ismi ya parlatır ya da gafletle, isyanla, onu gayb eder.” O yüzden Sadat-ı Kiram da bize bu virdleri hayatımıza koymamız gerektiğini söyler. O virdlerle, insan huzura, feraha erer.
Dünyadaki sıkıntıların büyük bir kısmı ruhî problemlerdir; depresyon, huzursuzluk ve benzeri durumlar. Bu sıkıntıların ilacı, tasavvuf çerçevesinde anlatılan yöntemlerdir. Önemli olan, bu reçeteleri doğru şekilde uygulamaktır.
Seyda Hazretleri şöyle buyurmuştur:
“Bize konulmuş hazır bir sofra var, lezzetli ve çeşit çeşittir. Ona bakmakla doyulmaz, gidip tadına bakmak gerekir. O sofraya oturup yemek gerekir ki insan doysun.”
Nuh aleyhisselam kendi oğullarına üç nasihat etmiştir:
“Küfrü gerektiren her şeyden uzak dur. La ilahe illallah zikrine çok sarıl,” demiştir. Bu nasihatler iman gerekliliklerini içerir. Üçüncü nasihat ise şudur: “Kibirden uzak dur.”
Manevi hastalıklar, insanı geriye götüren unsurlardır. Bunların zıddı ise insanı ilerleten erdemlerdir. Kibri küfürle aynı kefeye koymuş, çünkü kibir, insanı küfre götürebilecek bir hastalıktır, Allah muhafaza.
تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُۘ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌۙ*اَلَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُۙ
“Bütün mülk ve saltanat, kudret elinde olan Allah yüceler yücesi, bütün iyilik ve bereketlerin kaynağıdır. O, her şeye kadîr’dir. O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk, 1-2)
Mülk Suresi’ndeki “tebarek” kelimesi, Arapçada “bereket” anlamına gelir, yani Allah’ın her şeydeki mükemmelliği ve kudretinin her yönüyle görünmesi demektir.
“Tebarek” kelimesi, Allah’ın yüceliğini, her şeyin yaratıcısı ve sahibi olduğunu ifade eder. Kâinatın gerçek sahibi Allah’tır ve her şey O’nun tasarrufundadır. Hayat ve ölüm de O’nun yaratışıdır. İnsan, dünyada en güzel ameli yapmayı hedeflemelidir.
Ahsen kelimesi, en güzel ve en doğru anlamına gelir. Tefsir alimleri, “ahsen” kelimesinin, çok amel değil, ihlas ve sıdkla yapılan amellerin değerli olduğunu ifade ettiğini belirtir. İhlasla yapılan ameller, ancak Allah katında değer kazanır ve insanı Allah’a yaklaştırır.
Ramazan-ı şerif ayı boyunca sâlih ameller işlemeye çalıştık, Allah-u Zülcelâl kabul buyursun. Ömrümüz varsa gelecek senenin Ramazanına kadar halimizi muhafaza etmeyi nasp eylesin. Amin.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ