Hizmete Hava Gibi Su Gibi Muhtacız
Nefsi hayırla meşgul etmek; Hizmet
İslam, insan için iyilik, güzellik ve olgunluk mektebidir. Bir insan Müslüman olmakla bu mektebe sadece kaydolmuş olur, mezun olmuş olmaz. Ancak İslam mektebinin bütün derslerini iyi derece ile bitirirse o zaman bu eğitimin neticesini elde eder, manevi diplomasını alır.
İslam okulunun şahsî ibadetlerden hemen sonra gelen en önemli dersi ise hizmet, yani ictimaî vazifeler ve hayırlardır. Bu hayırlar, muhtaçlara infak, İslam’ı bilmeyenlere tebliğ, öğrenmek isteyenlere talim, tatbik etmek için cemaatleşme, elbirliği gerektiren her türlü içtimai çalışma için dayanışma ve yardımlaşma şeklinde olabilir.
Hizmet, müslümanın dünya hayatını değerlendirmesi ve arzu edilen neticelerin elde edilmesi açısından çok yönlü menfaat sağlar. Mesela, bir Müslüman fert için hizmet, kendi nefsiyle mücadele için, onu hayırla meşgul edip bencilce istek ve tutkulardan alıkoymanın en güzel yoludur.
İmam Şafiî rahmetullâhi aleyhinin güzel bir sözü vardır: “Nefsini hayırlı işlerle meşgul etmeyen kişiyi, nefsi şer ile meşgul eder.”
Kişi beş vakit namaz kılmak, Ramazan orucunu tutmak, zekâtını vermek gibi farzları yerine getirmekle, Müslümanlık caddesinde bulunmuş olur. Fakat bu caddenin en emniyetli ve en süratle yol alan şeritlerinde gitmek isteyenler, bu farzlarla yetinmeyip Allah’ın dinine hizmet yollarına koyulmalıdır. Çünkü kişinin son nefese kadar kendi halini muhafaza edebilmesi için kendinde olan imanı, maneviyatı, ruhaniyeti sürekli takviye etmesi gerekir.
Ayet-i kerimede hayır işleri için mallarından harcamanın insanda maneviyatı kuvvetlendirdiğine şöyle işaret ediliyor: “Allah’ın rızâsını istemek ve kendilerindeki imânı kökleştirip kuvvetlendirmek için mallarını harcayanların hâli de bir tepe üzerinde bulunan bir bahçenin haline benzer. Ona bol yağmur düşmüş de meyvelerini iki kat vermiştir. Ona bol bir yağmur düşmezse yine kendisinde bir çisenti ve nem bulunmakla ürününü verir. Allah, her ne yaparsanız hepsini hakkıyla görücüdür.” (Bakara, 265)
Kişi, Allah’ın rızasını kazanmak için şahsi ibadetlerden başka hizmetler yaptıkça imanı sabitleşir, manevi hali olgunlaşır, ahlakı güzelleşir ve ibadet yolunda istikamet sahibi olur. Buna işaret eden ayet-i kerimede buyruluyor ki: “Siz Allah’ın (dinine) yardım ederseniz, o da size yardım eder ve ayaklarınızı (dininde, ibadetinde ve hizmetlerinizde) sabit kılar.” (Hacc, 30)
Cemaatler İslam’ın yaşanmasına vesiledir
Bir Müslüman için en büyük endişe kaynağı, son nefesine kadar imanını muhafaza edememe korkusu olmalıdır. Biraz düşünecek olursak Rabbimizin kula ihtiyacı yok, hem onun ne güzel kulları var; hâlbuki bizim Rabbimize ne kadar çok ihtiyacımız var ve bizim ondan başka Mevlamız yok! Öyleyse bizim son nefeste Müslüman olarak can vermek için devamlı bir çaba içinde olmamız gerekir.
İnsan bu dünyada yalnız başına bir fert olarak fazla önemli bir varlık değildir. Çünkü fert olarak insan fanidir, geçicidir; ancak birbirini takip eden nesillerin bir parçası olarak bir süre devamlılığı olabilmektedir. Hem bir ferdin kendi başına yapabileceği en büyük işler bile, bir cemiyetin bünyesinde yer alarak yerine getireceği ufak bir vazifeden daha verimli değildir.
Bu sebeple, İslam dini, ferdî Müslümanlığa olduğu kadar, Müslümanların birleşip cemaat olmasına da büyük bir önem atfetmiştir. Belki iman, nihayetinde ferdi bir tercihtir ama imanın hayata biçim vermesi ve böylece çok sayıda insanın iman selametine nail olması için fertlerin bir araya gelip Müslüman bir toplumu oluşturmaları şarttır.
Bugün ne yazık ki bizler Allah’ın dinine hizmet etmek için veya hizmet edenleri desteklemek için bir katkıda bulunduğumuz zaman, bunu nafile bir amel, bir fazilet olarak telakki ediyoruz. Hâlbuki iyi düşünecek olursak İslam’ın hayata tatbik edilerek bütün kemalatı ve güzelliğinin ortaya çıkması için cemaat halinde öğrenilip yaşanması şarttır. Bunun için İslami ilimleri öğrenip öğretmek, tebliğ ve irşad çalışmaları veya bunları yapmaya ehil olanlara destek vermek üzerimize bir vazifedir.
Müminler, İslam’ı kâmil manada yaşamak, iyilikleri el birliğiyle ihya etmek, kötülüklerden söz birliğiyle sakındırmak için omuz omuza vermeli, sanki bir ordu gibi saf tutmalıdır.
İslam binası, ancak müminler birbirine yardım ederse kurulabilir. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor: “Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.” (Buhârî, Salât, 88; Mezâlim, 5)
Toplumun ıslah ve huzuru hizmete bağlı
Peygamberimiz ve Ashab-ı Kiram’ın Müslümanlığına baktığımız zaman, onların dini hayatında, İslami ve toplumsal hizmetlerin önemli yer tuttuğunu görüyoruz. Hatta Kuran-ı Kerim’den bazı ayetlere dikkat edersek, Rabbimizin, Peygamberimiz bir hizmete davet ettiği zaman, oradan izinsiz ayrılıp gitmeyi azaba sebep olacak bir kabahat olarak tarif ettiğini görüyoruz:
“Mü’minler ancak Allah’a ve Peygamberine inanan, onunla beraber toplumu ilgilendiren bir iş üzerindeyken, ondan izin almadan çekip gitmeyen kimselerdir. O hâlde bazı işlerini görmek için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver ve onlar için Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Ey inananlar!) Peygamberin (sizi) çağırmasını aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. İçinizden birbirini siper ederek sıvışıp gidenleri, Allah gerçekten bilir. Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.” (Nur 63)
Bu ayetten anlıyoruz ki, Sahabe-i Kiram’ın, Peygamberimizin bir görevlendirme yapması veya bir fedakârlığa davet etmesi esnasında kendi özel işleri için çekip gitmeleri söz konusu değildi. Peygamberin etrafından dağılmak, arka saflara çekilip belli etmeden kaçıp gitmek, büyük bir günah olarak haber veriliyordu.
İyi düşünülecek olursa bir toplumda herkes kendini düşünür, toplum meselelerini umursamazsa o toplum yozlaşır, çürümeye uğrar. Bazı kişiler fedakârlık gösterir, diğerleri için de güzel örnek olursa o toplum ihya olur.
Peygamber Efendimiz hizmet yolunda da ashabının en güzel örneği idi. Hz. Ali kerremallahu vechenin anlattığına göre; Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Ashâb-ı Kirâm’dan biri olarak aralarında bulunur, bir iş olduğu zaman onlarla beraber çalışırdı.
Aslında, Peygamber efendimiz ashabı arasında çok kıymetliydi. Edeblerinden başlarını kaldırıp yüzüne bakmaya hayâ ederlerdi. Fakat Efendimiz birçok zaman Allah’ın dinine hizmetin kıymetini göstermek için İslam’ı öğrenmeye gelen elçilere kendi eliyle ikram ederdi.
Bir sefer esnasında konakladıkları vakit, herkes bir iş yüklenmişti. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de odun toplama işini üstlenmişti. Kuba Mescidi ve Mescid-i Nebevî inşa edildiği zaman, Hendek kazıldığında, o da ashâbıyla beraber çalışmıştı. Sahabe-i Kiram ona “Ey Allah’ın Resulü, biz senin yerine yaparız, sen yorulma,” dediği vakit, “Benim de sevaba ihtiyacım var” derdi.
İşte, müminin hizmet ederken takınması gereken tavır da bu olmalıdır: “Hizmetin ona değil, kendisinin hizmete muhtaç olduğunu bilmek…”
Biraz düşünecek olursak, Allah-u Teâlâ’nın dinini aziz kılmak için bize ihtiyacı olmadığını, sonsuz kudrete sahip Rabbimizin dilerse dinini hiçbir kula ihtiyacı olmadan da üstün kılacağını anlayabiliriz. Fakat Allah-u Zülcelal kullarıyla alışveriş yapmak istiyor ve onlara kat kat mükâfat vermek için sevap vesileleri yaratıyor. Bir ayette, Allah’ın dinine hizmet yolunda harcanan mallar ve hizmetler, Allah’a ödünç vermeye benzetiliyor: “Eğer Allah’a (rızası uğruna) ödünç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat arttırır ve sizi bağışlar. Allah çok mükâfat verendir, ceza vermekte acele etmeyendir.” (Teğabun 17)
Hizmetin önderleri; Tasavvuf ehli
Bu dünya hayatında bazı hizmetlere ihtiyaç duyulması bir imtihan ve kazanç vesilesidir. Demek ki Allah-u Zülcelal kullarından bir kısmının hayır yollarında koşup öne geçerek “Sabıkun” olmasını istiyor.
Tefsirlerde: “Hayır yarışlarında öne geçip kazananlar!” (Vâkıa: 10) diye izah edilen “sabıkun”, Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmak için yarışırcasına bir gayret içinde olan, diğer müminlere de öncülük eden, şevke getirenlerdir. Bu kesim, amel defteri sağ eline verilenlerden ayrı olarak zikredilmiş seçkin kullardır. Peygamberlere uymakta öncülük eden sıddıklardır bunlar ve Müslüman cemaatlerinin hayır işlerinde önderleri olduğu gibi cennete girerken de önden gidenleridir.
Önden gidenlerin yolu olan tasavvuf yolu, benliği eritip kardeşçe duyguları yeşertmekten ibarettir. Sûfiler, birbirini Allah için seven, Allah’ın rızasını kazanmak için birbirine hizmet eden kardeşlerden oluşur. Hem kardeşçe birbirine hizmet etmek, nefsin bencilliği gibi kibrini de kırar, tevazuu ve mahviyeti öğretir.
Hizmet, bilhassa nefis tezkiyesi ve ruh tasfiyesi mektebi olan tasavvuf yolunun temel usullerinden biridir. Çünkü tasavvufun gayesine ulaştırma hususunda hizmetin çeşitli menfaatleri vardır. Birincisi hizmet kişinin nefsindeki kibir, enaniyet, cimrilik gibi çirkin huyları temizler ve tedavi eder.
Kuran-ı Kerim’e baktığımız zaman, hayır yollarına infakta bulunan bir kişinin, bunu evvela kendi iyiliği için yaptığını ve böylece nefsini cimrilik hastalığından temizlediğini anlıyoruz: “O halde, gücünüz yettiğince Allah’a isyandan kaçının. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar, kurtuluşa erenlerdir.” (Teğabun; 16)
Allah’ın rızasını kazandıran hayırlardan en önemlisi, Allah’ın kullarına ve mahlûkatına karşı, Cenab-ı Hakkın rahmet nazarıyla bakmak, onların dertlerine deva olmaya çalışmak, hacetlerini gidermektir. Bu sebeple, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Müslümanların pasif bir şekilde köşesine çekilmiş kişiler olmalarını değil, çalışan, üreten, paylaşan, zayıfların imdadına yetişen faydalı bir insan olmalarını emrederek; “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” Buyuruyor. (İbn-i Hacer, el-Metâlibu’l-Âliye, I, 264)
Yaratılanları “Yaratan namına” sevmek ve merhamet etmek tasavvuf yolunda kemalata ermenin de kestirme yoludur. Tasavvuf yolunun büyükleri ekseriyetle yüksek derecelere, mahlûkata merhamet etmekle yükselmişlerdir. Tasavvuf kitaplarında Emir Külâl Hazretlerinin, talebesi Bahâeddin Nakşibend kuddise sırruhuya, Allah’ın kulları ve mahlûkatına hizmet etmeyi emrettiği, onun da yıllarca sıkıntı içindeki insanlara ve hatta hayvanlara hizmet ettiği bildirilmiştir. Şah-ı Nakşibend Hazretleri, hizmet sayesinde öyle bir dereceye ulaşmıştır ki, kendi nefsini en sefil bir mahlûktan daha aşağı görmüş ve sonunda mahlûkatın zikirlerini duyacak bir makama erişmiştir.
Dünyeviliğin bizi çepeçevre kuşattığı, nefislerimizi palazlandırıp ruhlarımızı çoraklaştırdığı şu ahir zamanda hizmet, bütün dertlerimizin yegâne ilacıdır. Allah cümlemizde faydalı ve makbul hizmetler müyesser kılsın ve bunun kıymetini bilmeyi nasip eylesin. (Âmin.)