HUZUR’UN TEMİNATI İSLAM’DIR
Hicretin 10. yılıydı. Müslümanlar Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimizle birlikte Haccetmek üzere Mekke’ye akın etmişlerdi. O yıl Arefe günü Cuma’ya denk gelmişti. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, Adba isimli meşhur devesinin üzerinde vakfede bulunuyordu. Kendisine bir ayet nazil oldu. Öyle ki bu güçlü kuvvetli devenin bacakları, vahyin şiddetine dayanamadı, olduğu yere çöküverdi.
İslam’ı yaşayana selamet
ve zaferler var
Ayet-i kerime bir müjde getiriyordu: “Bugün kâfirler sizin dininizden (bu dini yok etmek, değiştirmek veya size üstün gelmekten) ümitlerini kestiler. Şu halde siz o kâfirlerden korkmayın, ancak Ben’den korkun, (emirlerimi, yasaklarımı yerine getirin, onlarla olan) anlaşmalarınızı da güzelce yerine getirin. Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, (size bütün iman, akaid ve ahlâk kurallarını koydum ve en mükemmel teşrî usulü ve ictihat kanunlarını öğrettim, bundan sonra bu ahkâmın, bu helal ve haramın nesholunma (kaldırılma)sı ihtimali kalmadı) ve size nimetimi tamamladım. (Tevfik ve hidayetle tam saadete eriştirdim, galip ve muzaffer kıldım. Mekke’yi fethetmeyi ve cahiliyye nişanelerini yıkmayı, müşrikleri Kabe’ye yaklaşmaktan ve çıplak tavaf etmekten yasaklayarak, sizi bugün tam emniyet ve üstünlükle Haccı eda etmeyi ve hükümlerini yerine getirdiğiniz şu mesut makama ulaşmayı nasip ettim.) Sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.”(Maide; 3, Açıklamalar: Tefsir-i Elmalılı Hamdi Yazır)
Allah-u Zülcelal, bu ayet-i kerime ile Müslümanlara çok önemli bir hususu ilan ediyordu: Ashab-ı kiramın, Peygamber sallallahu aleyhi veselleme itaat edip etrafında birlik olması sayesinde Müslümanlar zafer elde etmişti. Bundan sonra İslam dini kıyamete kadar ortadan kaldırılamayacaktı. Yeter ki Müslümanlar yalnız Allah’tan korkup O’nun dinine sarılsınlar. Eğer Allah’ın gösterdiği Sırat-ı Mustakim’den sapmazlar, Allah’ın emirlerine teslim olurlarsa dünyada da Allah’ın vaad ettiği selamet içinde olacaklardı.
İslam tarihine baktığımız zaman, Müslümanlar hangi dönemde Allah’ın emirlerine sarılmışlarsa Rabbimizin bize vaad ettiği dünya ve ahiret selametine kavuştukları görürüz.
Nefis düşmanlık ve
şiddet kaynağıdır
Selamet, tehlikelerden ve endişelerden kurtulmak, barışa ve gönül huzuruna kavuşmak demektir. İslam insanı her türlü tehlikeden kurtaran bir selamet vesilesidir.
İnsanın nefsani yönü, esas olarak endişeler ve sıkıntılarla doludur. Her “ene” kendi nefsi adına başkalarından kuşku duyar. Benlikler arasındaki rekabet, en ufak bir menfaat çatışmasında düşmanlığa dönüşebilir. Allah’ın nasip ettiği nimetler bile kıskançlığa, nefrete, intikama zemin hazırlayabilir. Nitekim yeryüzünde işlenen ilk cinayete baktığımızda Hz. Adem aleyhisselamın iki oğlundan birinin diğerini kıskançlık sebebiyle öldürdüğünü görürüz.
“Koskoca dünyada bir avuç insan vardı. Paylaşamadıkları neydi?” diye düşündüğümüz zaman, düşmanlık ve şiddet eğiliminin nefislerde her zaman var olduğundan yola çıkarak, en ufak bir bahanenin cinayet işlemeye yetebileceğini anlayabiliriz.
İşte bu insanoğlunun böyle vahşete müsait bir nefsaniyeti olmasına rağmen medeniyet kurabilmiş olması daima Allah’ın nasip ettiği, selamet vesilesi olan hidayeti sayesindedir.
İslam dini, her çağda insanlar için silm ve selamet kaynağıdır. Allah-u Zülcelal bize ‘es-Selam’ isminin tecellisi olan İslam’ı nasip etmiş, bize Allah’a teslim olarak selamete kavuşanlar manasında “Müslüman” adını vermiştir.
Allah’a teslim olmak
ne demektir?
Teslim olmak Türkçede, “düşmana esir düşmek” gibi kötü bir manada kullanılabildiği için ilk anda tam manasıyla anlaşılamamaktadır. Teslim olmak, kendi arzu ve iradesini Allah’ın emirleri doğrultusunda zapturapt altına almak demektir. Kendini Allah’ın huzurunda hesap veren bir kul gibi bilmek, Allah’ın emirleri varken kendini özgür bir benlik sahibi zannetmemek demektir.
Biraz düşünürsek insanın ham nefsi arzularla ve bunlara kavuşamadığı zaman tepkilerle doludur. Küçük bir çocuk bile bir isteği engellendiği zaman öfkelenir, bağırır, tepinir. Anne babası ona, ‘Böyle yapmamasını, isteklerini güzellikle söylemesini, isteği yapılmayınca kabullenmesini, kurallara uymasını’ tembihleyip terbiye verir. Sabırla, yıllar süren bir eğitimle isteklerine sınır koymayı ve başkalarını da düşünmeyi öğretir. Yine de zaman zaman benlikler arasında menfaat çatışmaları olur.
Aynen bunun gibi, ilk insan topluluğundan bu yana Rabbimiz insanlara daima Peygamberler göndermiş, onlar da insanlara arzu ve isteklere karşı sabrı, başkalarının hakkına saygıyı, adaleti, merhameti ve iyiliği öğretmiştir. Yine de zaman zaman problemler çıkması önlenememiştir. Çünkü nefiste bencilce istekler ve zalimce tepkiler her zaman tutuşmaya hazır halde mevcuttur.
Mevlana Hazretleri, “Nefis çakmak taşı gibidir, ateş onda her zaman gizlidir” diyor. Nefislerde nefret ve şiddet ateşi her zaman vardır. Onu söndürecek olan ise, Allah’ın indirdiği hükümlerdir.
Allah-u Zülcelâl, insanları kendi nefisleri konusunda uyarır, kötülük ve aşırılıklarını frenler. Dünyevi ve uhrevi cezalarla kötülüklerden vazgeçirmeye çalışır. İyilikleri dünya ve ahirette mükafatlandıracağını vaad eder. Böylece genel olarak adaletsizlik ve saldırganlıkları en aza iner; merhamet ve iyilikler çoğalır. Bunun yanında Allahu Zülcelal, meydana gelen ufak tefek sorunlarda affedici davranan, aceleyle intikam almaktan kaçınanlara ahirette mükafat vermeyi vaad eder. Böylece insanların birbirini affetmesini teşvik eder.^
Rabbimiz Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin şahsında hepimize şöyle tavsiye ediyor: “İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.” (Fussilet; 34)
‘Dünya geçici bir
imtihan meydanıdır
İslam şahsi hak ve isteklerimizden fedakârlık yaparak huzuru ve asayişi sağlamayı emreder. İnsanların, “Hakkımı arıyorum” bahanesiyle şiddete başvurmasını uygun görmez, umumun hayrı için ufak tefek hakların affedilmesini teşvik eder.
“Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.” (Âl-i İmrân; 134)
İslam dini, bir yandan bu dünyada adaleti mümkün olduğu kadar sağlamak için tedbirler alır, bir yandan da adaleti de aşan merhameti, iyiliği, bağışlamayı ve ihsanda bulunmayı teşvik eder. Bununla birlikte ortaya çıkan menfaat çatışmalarında ise mükafatı Allah’tan bekleyerek sabretmeyi tavsiye eder. Çünkü nihayetinde dünya hayatı geçici bir imtihan meydanıdır.
İnsanların istekleri sonsuzdur, dünyanın imkanları ise sınırlıdır. Bu yüzden bu fani dünyada mükemmel bir nizam kurabileceğini ileri sürmek biraz hayalperestlik olur. İslam’ın hedefi mümkün olduğu kadar iyilikleri teşvik etmek, kötülükleri caydırıp zalimlerin elini tutmaktır. İslam tarihinin birçok döneminde bu hedefe oldukça yaklaşılmıştır. Mesela Peygamberimizin asr-ı saadetinde birbiriyle kan davalı kabileler barış içinde kardeşçe bir ümmet olmuştur. Sonraki devirlerde de zekat verecek miskin bulunamadığı, kurulan vakıflarla uçan kuşa bile hayır hasenat yapıldığı devirler yaşanmıştır.
Böyle şanlı bir maziden sonra bugün ise dünyada ne yazık ki terör denilince Müslümanlar akla gelmeye başlamıştır. Hâlbuki İslam terörün yegâne panzehiridir; terörün ana vatanı ise Avrupa’dır.
Avrupa kıtasının tarihi kan ve gözyaşıyla yazılmıştır. Bugün dünyaya medeniyet dersi vermeye kalkan bu kıta, insanlık tarihinin en çok kan dökülen yeridir. Avrupa kıtası Roma imparatorları tarafından istila edildiği zaman yapılan katliamlar, Hıristiyanlığın yayılması sırasında yapılan cadı avları, sonra mezheb savaşları, ardından krallıktan cumhuriyete geçiş döneminde yapılan çeşitli devrimlerde can veren yüz binlerce gencecik insan. Ulus devletlerin kurulmasından sonra 1. ve 2. Dünya savaşlarında can veren milyonlarca kadın, erkek, çocuk…
Yakın zamanda Fransa’daki patlamalarda ölenlerin sayısı, bunca kanlı bir tarihin yanında devede kulak değil, devede tüy bile sayılmaz.
Dünyanın huzursuzluk sebebi
Batı Medeniyeti
Terör her manada Avrupa malıdır, çünkü özünde toplum mühendisliği mantığı vardır. Teröristler bir şiddet olayında halka korku salarak kendi isteklerine boyun eğdirmeyi hedeflerler. Ahirete inanmayan insanların canı tatlıdır, bu sebeple, “Ne istiyorlarsa verin, gitsin” diyeceklerdir. Nitekim Avrupa halkları ETA ve İRA gibi terör örgütlerini muhatap kabul edip bazı isteklerini vererek uzlaşma sağlamıştır.
Zaten bu örgütleri ortaya çıkaran da ulus devletlerinin, tek tipleştirici inkar ve asimilasyon politikasıydı. Ulus devletlerin teorisyeni J.J. Rousseau, “Farklı aidiyetler kaygı nedenidir, yok edilmelidir” diyordu. Bu söylem doğrultusunda Avrupa’da birçok mezheb ve etnik yapı tamamen yok edilmişti. Bugün Fransa’ya giden turistleri, geçmişte yok ettikleri toplumların kalıntılarını gezdiriyorlar. Aynı zihniyeti bizlere ihraç ederek aramıza fitne tohumu serpen, sonra terör örgütlerini silahlandırarak üzerimize salan da aynı zihniyettir.
Avrupa’da terör bizzat devletlerin işidir veya terörle elde edilen haksız sonuçlar meşru sayılarak eli silahlı gruplar cesaretlendirilmiştir. Bunun en güzel örneği İsrail terör devletidir. İsrail Filistin topraklarını katliamlarla dehşet saçarak, zorla gasp etmiştir. Ancak Avrupalılar Yahudi azınlıklardan kurtuldukları için sevinerek İsrail’i meşru bir idare gibi tanımaktadır. Aynısını Balkanlarda, Kafkaslarda, Ortadoğu’da da yapmışlardır. Ermeni, Rum, Bulgar, Hıristiyan Arap, Dürzî, Nusayri vb. gayrimüslim veya azınlıkları silahlandırıp Müslümanlara soykırım, tehcir ve çeşitli mezalim yaptırarak batının piyonu terör devletleri kurdurmuş, Müslümanların birliğini parçalayıp onları azınlık durumuna düşürmüştür.
Avrupalılar Terörle mücadele söyleminde de hiçbir zaman samimi olmamışlardır. Terör daima batılıların elinde iki yanı da kesen bir silahtır. Şimdilerde biraz ucu kendilerine de dokunmaya başlamıştır. Üstelik dikkat edilirse görülür ki, batıyı hedef alan eylemcilerin de hiçbiri İslam ülkelerinde, medreselerde, dergâhlarda, İslami bir tedrisat ve terbiye ile yetişmiş değildir.
Oxford Üniversitesi’nde Sosyal Teori Profesörü Diego Gambetta ve o dönemde doktora öğrencisi olan Steffen Hertog, “Cihad Mühendisleri” isimli kitaplarında eylemcilerin çoğunun mühendis olduğunu yazmaktadır. Yani bunlar batının kafa yapısı ve eğitim sistemiyle yetişmiş kişilerdir. Yaptıkları iş de tam manasıyla batının toplum mühendisliği anlayışına uymaktadır.
İslam’da fert veya toplum, asla terörle korkutularak, sindirilerek, zorla bir fikri kabul etmeye mecbur edilemez. “Allah-u Zülcelâl, “Dinde ikrah yoktur” buyurarak, insanları nefret ettirecek zorlamalardan kaçınmayı emretmiştir.
Korku insanın şahsiyetini rencide eder ve toplumun ahlakını bozar. İslam’ın prensibi gönülleri fethetmektir. Gönüller ise iyilikle fethedilir. İslam tarihinde Müslümanlar bir diyarı fethettikleri zaman, halkının severek ve isteyerek İslam’a girmesi için bağış ve iyilikler yaparlar.
Huzurun teminatı İslam’dır
İslam dini, gayrimüslimleri, müşrikler (putperestler) ve ehl-i kitap (Yahudi ve Hıristiyanlar) olarak ayırır. Bunlardan İslam’a en uzak olan müşriklere bile yapılacak muamelenin ölçüsü şudur:
“Eğer müşriklerden biri, senden ‘eman isterse’, ona eman ver; öyle ki Allah’ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu ‘güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.’ Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir.” (Tevbe; 6)
Ehl-i kitap ise, eğer Müslümanlara silah çekmemişse, barışı kabul etmişse, zımmidir, yani onun can, mal, din ve namus emniyeti Müslümanların üzerine zimmetlidir. Savaş dışında meşru bir sebep olmadıkça hiçbir suçsuz insan öldürülemez.
“Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından, onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.” (Maide; 32)
Bugün dünyaya hâkim olan düzenin büyük bir bölümü, zulümle, dehşet saçarak, siyasi fitneler çıkararak, zorla egemenlik altına alarak veya sömürgeleştirilerek tesis edilmiştir. Üstelik bunu demokrasi getirmek, uygarlaştırmak adına yapmaktadırlar. Tıpkı ayette bildirildiği gibi: “Kendilerine: “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde: “Biz sadece ıslah edicileriz” derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler.” (Bakara; 11-12)
Hülasa insaf ve vicdan çerçevesinde bakanlar göreceklerdir ki günümüzde Müslümanlar bu dünyanın zulüm ve esareti altında inim inim inlerken bir de üstüne terörle suçlanmaktadır. Halbuki İslam medeniyeti, herkesin can, mal, din ve namus emniyetine sahip olduğu bir barış, hukuk ve ahlak düzenidir. Huzurun teminatı İslamdır. İslam’dan başka hiç bir uyduruk sistem bunu temin edemez.İslam yeryüzüne hakim olmadan yeryüzüne huzur gelmeyecektir.
Allahu Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor; “Ey iman edenler, hepiniz topluca “barış ve güvenliğe (Silm’e, İslam’a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (Bakara; 208)