İçimizdeki düşman “Nefs”
Dost ve düşmanını tanımak
Bir insanın dostunu ve düşmanını tanıması, onun hayat mücadelesinde en önemli noktalardan birini oluşturur. Eğer bu dost ve düşmanlar bizim iç dünyamızda, bizzat kendi bünyemizde ise onların varlığından haberdar olmak daha da hayati bir öneme sahiptir.
Öyle ya, bizi bizden başkasının yanıltması, kendimizi kandırmamız kadar tehlikeli değildir. Çünkü, bir kimse bizi aldatsa, bir başkası uyarabilir; ama biz kendimizi kandırıyorsak, bir başkasının uyarması, o kadar etkili olmaz. Şimdi düşünelim ve kendimizi bir yoklayalım; içimizde bir düşmanın olduğunu ama yine onunla birlikte yaşamamız gerektiğini biliyor muyuz?
Veya her ne kadar ilmi bir gerçek olarak kabul ediyorsak da bunu fark edebiliyor muyuz? İçimizdeki nefsin, varlık izlerini takip edebiliyor ve onun gidişatı hakkında, en azından bir fikir sahibi olabiliyor muyuz? Eğer olamıyorsak, bu bilinçsizlik bizim için ne gibi tehlikeler barındırıyor?
Nefis, düşmanların en tehlikeli ve zararlısı, tedavisi çok zor olan ve insanı Allah-u Zülcelal’in rızasına giden cennet yolundan ayıran bir düşmandır.
Nefis, insanın Allah-u Zülcelal ile arasında karanlık bir perdedir. Bununla beraber nefis, Allah’ın rızasına giden cennet yolunda insanın bineğidir. Eğer insan bu yolda mesafe kat etmek istiyorsa, bu bineğe ihtiyacı vardır.
İnsan ancak nefsini bilir, onun hile ve tuzaklarını öğrenirse, Allah-u Zülcelal’in kudret ve azametini idrak edebilir, emir ve nehiylerini yerine getirebilmek için gayret sarf eder.
Nefis daima hata ve günahlara, keyf-ü sefaya meyillidir. Onun için Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur; “Çünkü nefis, daima kötülüğü emreder.” (Yusuf; 53)
Nefis, süt emen bir çocuğa benzer. Allah-u Zülcelal’in rızasına ulaşıp baki olan ahiret hayatımızda rahat etmek istiyorsak; onu cennetin yoluna çevirerek; “Onu (nefsini) arındıran kurtuluşa ermiştir.” (Şems;9) ayet-i kerimesinin ışığı altında, nefsi; kibir, ucub, riya, cimrilik gibi kötü sıfatlardan temizleyip, Allah-u Zülcelal’in rızasına yönlendirmemiz lazımdır.
Ama nefsi şımartırsak, bütün arzu ve isteklerini yerine getirirsek, yani onun hizmetine girersek, kendimizi ateşe atmış oluruz.
Şeytan aleyhillane, insana nefsinin gölgesinden gelip onu günaha sürüklemek için çaba harcar. Bu sebeple, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, bir hadis-i şeriflerinde; “Sizin en büyük düşmanınız koltuğunuzun altında saklamış olduğunuz nefsinizdir.” (Beyhaki) buyurmuştur.
Nefsin isteklerini ne kadar yerine getirirsek getirelim, daima daha fazlasını ister. Onun istekleri hiç bitmez.
Nitekim, Firavun’u peşinden sürüklemiş ve en sonunda; “Ben sizin en yüce Rabbinizim” (Naziat; 24) dedirtmiştir. Bu yüzden, nefse karşı çok dikkatli olmak ve onun isteklerinin peşinden koşmamak lazımdır. Çünkü nefis, kendi haline bırakılırsa azgınlaşır ve bizi de beraberinde ateşe müstahak eder.
Nefis, sahibini günaha sürükleyen bir casus gibidir. Onun bu casusluğundan muhafaza olmak için onu tanımak lazımdır. İnsanın görevi, nefsinin arzu ve isteklerini tamamen terk etmek değil, terbiye etmek suretiyle Allah-u Zülcelal’in yoluna çevirmektir. Bunu yapabilmek için de nefsi ve nefsi saran kalbi hastalıkları iyi bilmek, tanımak ve tedavi etmek için mücadele etmek gerekir…
Nefisle mücadele
ve mücahade
Allah-u Zülcelal’in rızasını arayan kimsenin görevi, nefsini terbiye etmek suretiyle ıslah etmeye çalışmaktır.
Bazı müslümanlar: “Allah-u Zülcelal Ğafur’ur Rahim’dir, nasıl olsa bizi affeder.” diyerek aldanırlar ve görevlerini yerine getirmezler.
Oysa Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede; “Ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr: 99) buyurmuştur. Bu ayet-i kerimeden de anlaşıldığına göre, insan son nefesini verinceye kadar, nefsi ile mücadele etmeli ve Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerini yerine getirmek için gayret göstermelidir.
Her ne kadar ümit etmek güzel bir hal ise de, hiçbir şey yapmadan sadece ümit etmek çok yanlıştır. Çünkü Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede; “İnsan için çalışıp kazandığından başka bir şey yoktur.” (Necm;39) buyurmuştur.
Akıllı kimse, nefsini hakir görüp ölümden sonrası için çalışan kimsedir. Aciz kimseyse, nefsinin arzu ve isteklerine uyan, sonra da Allah-u Zülcelal’in rahmetini ümit edendir.
Maalesef kendimize çok yabancıyız ve kendimizi tanımaktan çok uzağız. Halbuki Allah-u Zülcelal bize her şeyi inceden, inceye bildirmiştir. Fakat, insan olarak bizler bu işin zorluğunu göz önüne alarak, bu mücadeleden hemen yüz çeviriyoruz. Hal bu ki, az da olsa, gücümüzün yettiği kadarıyla, Allah-u Zülcelal’e yaklaşmanın yollarını aramamız lazımdır. Bu da ancak nefsimizi tanımakla mümkündür. Onun için daima bir nöbetçi gibi nefsimizi gözetlememiz lazımdır.
Dinimizi iyi
biliyor muyuz?
Bir müslümanın dinini iyi bilmediğinin işareti nedir? Her kim nefsini sever, onunla mücadele etmez ve ona güvenirse, işte bu durum o kimsenin dinini bilmemesinin, nefsinin ne kadar büyük bir düşman olduğunun farkında olmamasının alametidir. Onun içindir ki; Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede; “O müminlerin çoğu (nefsin günaha meyilli olarak yaratıldığını) bilmiyorlar.” (Yunus; 13) buyurmuştur.
Bu ayet-i kerimenin ışığında, nefsimizin bize düşman olduğunu, şayet onunla mücadele etmezsek, bizi doğruca ateşe, yani cehenneme götüreceğini bilmemiz lazımdır.
Bu dünyada; Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerini terk edip, uyarılarına rağmen, hesap gününü unutarak nefislerinin arzularına uyup, Allah-u Zülcelal’in dosdoğru ve saadete götüren yolundan ayrılanlara, kıyamet gününde büyük ve çetin bir azap vardır.
Allah-u Zülcelal nefsimize uymamamız ve ölünceye kadar onunla mücadele edip, terbiye etmemiz için bizi uyararak; “Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmaları yüzünden şiddetli bir azap vardır.” (Sa’d; 26) buyurmuştur.
Bütün kötülüklerin başı, nefsin isteklerine uymaktır. Onun için İmam-ı Şafi demiştir ki; “Önünüze gelen iki işten hangisi doğru hangisi yanlış diye karar veremediğiniz zaman, nefsinizin meyletmiş olduğu işin tersini yapın. Çünkü nefis, insanı daima kötülüğe teşvik eder.”
Çakmak taşında ateş nasıl gizli ise nefsin istekleri de kalpte öyle gizlidir. Kim ki dünyaya nefsinin gözüyle bakarsa, daha dünyadayken kendi ateşini kendi eliyle tutuşturmuş demektir.
Onun için nefsimiz bizden bir şey istediği zaman: ‘Ey nefsim! Sen başka insanların küçük kusurlarına bakarak, güya daha fazla azmasınlar diye, onları azarlıyorsun ama kendini unutuyorsun. Oysa ıslah olmak ve Allah-u Zülcelal’in rızasına giden cennet yolunda bir mesafe kat edebilmek için çaba göstermen lazımdır. Çünkü yaptığın hata ve günahlar ahiretini mahvediyor, gittiğin yoldan seni geri bırakıyor. Böyle düşünürsen, baki olan ahiret nimetlerini kaybetmenin, geçici olan dünya hayatında kısa bir süre rahat etmekten daha tehlikeli olduğunu görürsün’ diye ona seslenmemiz gerekmektedir.
Nefsin kusurlarını tedavi
etmeye çalışmak
Nefis çok kötü bir arkadaştır. Ona karşı çok uyanık olmak lazımdır. Nefsin kusurlarını küçük görmemek ve bu kusurları tedavi etmenin yollarını aramak lazımdır. Tabi nefsin kusurlarını tedavi edebilmenin yolu da o kusurları bilmekledir.
Nefsin kusurlarını bilmek için bu kusurları tedavi edebilecek bir maneviyat tabibine baş vurmalıdır. Nasıl ki, zahiri bir hastalığa yakalandığımız zaman doktora gidip onun vereceği ilaçları kullanmadan iyileşemiyorsak, bu da öyledir.
İnsan henüz elinde fırsat varken nefsini hesaba çeker, onu ayıp ve kusurlardan temizlemek suretiyle ıslah ederse, cennet yolu üzerinde mesafe kat edebilir. Öyleyse, nefsi daima hesaba çekmek lazımdır.
Şah-ı Nakşibend (kuddise sirruhu) demiştir ki; “Nefsi, hiç olmazsa bir, iki veya üç saatte bir hesaba çekmek lazımdır.”
Nefsini hesaba çeken kimse, mutlaka onu kusurlu bulur ve tedavi etmek için mücadele eder. Nefsiyle mücadele etmeye başlayan kimselere de müjdeler olsun! Allah-u Zülcelal böyle kimseleri nasıl mükafatlandıracağını Kur’an-ı Azimüşşan’da bize açık olarak beyan etmiştir.
Şimdi, her kim Allah-u Zülcelal’in vaat etmiş olduğu bu mükafatlara kavuşmak istiyorsa, elindeki fırsatı çok iyi değerlendirmeye çalışıp, nefsinin hesabını daha bu dünyada iken görerek, cennet yolunun üzerinde yürümeye gayret sarf etmelidir.
Hz. Ömer radıyallahu anhın; “Ey Müminlerin emiri Ömer bin Hattab! Vallahi, ya Allah’tan korkar, gerçek bir mümin olursun, yada Allah’ın azabında yanarsın” diyerek, kendisini hesaba çekmesi hepimize ders olmalıdır.
Kaynak: Seyda Muhammed Konyevi; Cennet Yolunun Rehberi, Reyhani Yayınları, (3. baskı) Konya, 2006.