‘İHLÂSSIZ AMEL SAHTE PARA GİBİDİR’
İhlâs nedir?
Altın madeni toprak altından ilk çıkarıldığında başka madenlerle karışık durumdadır. Onu diğer madenlerden ayırıp saf altın elde etme işine “ihlâs” denir. Bu kelime dînî ve ahlakî bir terim olarak kullanıldığında yine lügat manasına uygun olarak, bir ibadeti veya günlük işi başka duygu ve düşüncelerden arındırarak saf ve temiz hale getirmek, sadece Allah rızasını düşünerek yapmak demektir. İhlâsın tersi riyadır. Riya bir ibadeti veya işi gösteriş olsun diye ya da başka menfaat kaygıları ile yapmaktır.
Ebu’l-Hasan Harakanî hazretlerine: “İhlâs ve riya nedir?” diye sorulduğunda, “Allah Te’alâ için yaptığın her şey ihlâstır. Halk için yaptığın her şey de riyadır” buyurmuşlardır.
İhlâsın önemini ifade eden şu hadîs-i şerîf konunun hassasiyetine dikkat çekmektedir: “İnsanların hepsi helak olacaktır, âlimler müstesna. Âlimler de helak olacaktır, ilmi ile amel edenler müstesna. Amel edenler de helak olacaktır, ihlâslı olanlar müstesna. İhlâslı olanlar da büyük bir tehlike içindedir.”(Beyhakî, Şu‘abu’l-îman, V, 345.)
Nefse en ağır gelen amel ihlâstır
Sehl Tüsterî kuddise sirruha: “İnsanın nefsine en ağır gelen şey nedir?” diye sorduklarında, “İhlâstır” diye cevap vermiştir. Abdullah b. Hubeyk kuddise sirruh ise, “Bir işte ihlâslı olmak, o işi yapmaktan daha zordur” derdi.
Ebû Osman Hîrî kuddise sirruhun, Muhammed bin Fadl’a yazdığı bir mektupta “Bedbahtlığın alameti nedir?” diye sorduklarında, o zat cevaben: “Bedbahtlığın alameti üçtür: Bir kimseye ilim verilir ama amel etmek için yardım edilmez. Amel etmeye yardım edilir ama bu sefer de ihlâsdan mahrum edilir. Üçüncüsü ise alimler ile sohbet etmek nasîb olur, fakat onlara hürmet etmekten mahrum edilir” buyurmuştur.
İhlâssız amel sahte para gibi…
Seyyid Emîr Külal hazretleri sohbetlerinde şöyle derdi: “Ey dostlar! İhlâslı olunuz. Her işinizi Allah rızası için yaparsanız, kurtulursunuz. İhlâssız yapılan amel, üzerinde padişahın mührü bulunmayan sahte para gibidir. Padişahın damgası bulunmayan parayı kimse almaz. Üzerine mühür vurulanı ise herkes alır. İhlâs ile yapılan az amel, Allah Te’alâ katında çok amel gibidir. İhlâssız yapılan çok amelin ise, Hak Te’alâ katında kıymeti yoktur. Yaptığınız her ibadeti ve işi, ihlâs ile yapınız.”
Abdülkadir Geylanî kuddise sirruh hazretleri de: “İhlâs, insanların görmesini hatıra getirmeyip, Yaradanın daima gördüğünü unutmamaktır” derdi.
Cüneyd-i Bağdadî’ye: “İhlâsı kimden öğrendiniz?” diye sorduklarında şöyle cevap vermiştir: “Mekke-i Mükerreme’de bulunuyordum. Bir berber gördüm. Ona:
– Allah rızası için benim saçlarımı kısaltıp düzeltebilir misin? dedim. Berber:
– Elbette, dedi. O sırada, mevki sahibi birini tıraş etmekte idi. Hemen tıraşını bırakıp:
– Efendi, kalk! Bir kimse Allah için bir şey istedi mi, bütün işler durur, derhal ona bakılır, dedi. Sonra berber koltuğuna beni oturtup traş etti. Ardından bana bir miktar altın verip:
– İhtiyaçların için lazım olur, onlara harcarsın, dedi. Ben bu hale çok hayret edip, elime geçecek ilk parayı kendisine hediye etmeye niyet ettim. Az bir zaman sonra bana Basra’dan bir kese altın gönderdiler. Hemen götürüp o keseyi ona verince sebebini sordu. Ben de niyetimi açıkladım. Bunun üzerine bana:
– Sen, “Allah rızası için beni tıraş et” dedin. Ben de o niyetle seni tıraş ettim. Şimdi bunları alırsam, niyetimde ve ihlâsımda bir değişme olmasından korkuyorum, dedi.
Ebû Bekir Verrak: “İhlâs sahibi mi olmak istiyorsun, önce baş olma sevgisini kalbinden at. Sonra kendini kimseden üstün görme” buyurmuştur.
Abdülhakîm Arvasî kuddise sirruh: “Seyr ilallah ve seyr fillah yani Allah Te’alâ’ya doğru rûhî bir yolculuk ve Onun rızasında fanî olma hali hâsıl olmadıkça, tam ihlâs elde edilemez” demiştir.
Zünnûn Mısrî Hazretlerine göre ise şu üç şey ihlâs alametidir; “Birincisi, medh edilmek ve kötülenmek ihlâslı kişiye tesir etmez. İkincisi, iyi amellerini unutur, günahlarını düşünür. Üçüncüsü, Hak Te’alâ’dan gayrısını gönlünden çıkarır.” Zünnûn’a: “Kulun ihlâs sahibi kimselerden olduğu nasıl belli olur?” diye sorduklarında: “Kendisini tam manasıyla ibadete verip, insanların nazarında mertebe ve itibarının silinmesini, severek kabul ettiği zaman” cevabını vermiştir.
Ameller Allah için yapılmazsa…
Bazı ibadetler, yapısı itibariyle riya ve gösterişe pek müsait değildir. Gece yarısı evde, kimsenin görmediği zaman ve mekânda kılınan teheccüd namazları gibi. Bu sebeple teheccüd namazları, ihlâsın zirvesine ulaşılabilecek müstesna ibadetlerdir. Bazı ibadetler ise yapısı itibariyle dışa dönüktür, toplum içinde ve hatta ekonomik güce dayalı olarak yapılabilecek ibadetlerdir. Zekât, hac ve kurban gibi. Bu tür ibadetlerde “İnsanlar ne der?” kaygısını atıp, sırf Allah rızasını düşünmek ve ihlâsı bozmamak daha fazla önem arz eder.
Bu konuda şu hadis-i şerif de dikkat çekicidir: “Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehit düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah Teâlâ ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Cenâb-ı Hak: “Peki, bunlara karşılık ne yaptın?” buyurur. “Şehit düşünceye kadar senin uğrunda cihad ettim.” diye cevap verir. “Yalan söylüyorsun. Sen, “Babayiğit adam.” desinler diye savaştın, o da denildi.” buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır. Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur‘an okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da: “Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın?” diye sorar. “İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızan için Kur’an okudum.” cevabını verir. “Yalan söylüyorsun. Sen, “Âlim.” desinler diye ilim öğrendin, “Ne güzel okuyor.” desinler diye Kur’an okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi.” buyurur. Sonra emrolunur o da yüzüstü cehenneme atılır. (Daha sonra) Allah’ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder. “Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın?” buyurur. “Verilmesini sevdiğin, razı olduğun hiç bir yerden esirgemedim, sadece senin rızânı kazanmak için verdim, harcadım.” der. “Yalan söylüyorsun. Hâlbuki sen, bütün yaptıklarını “Ne cömert adam.” desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi.” buyurur. Emrolunur bu da yüzüstü cehenneme atılır.” (Müslim, İmâre 152)
“Allah Te’alâ sizin sûretlerinize ve malınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar” (Müslim, Birr, 34; İbn Mace, Zühd, 9; Müsned, II, 285.) hadîs-i şerîfi her müslümanın hayata bakış ilkesi olmalıdır. Mesnevî’de Hz. Mevlana’nın anlattığı, “Yanlış ama samimî dua eden Çoban ile Hz. Mûsa” kıssası da meşhur bir rivayet olup işin özünün ihlâs ve samimiyet olduğunu veciz bir şekilde dile getirmektedir: İhlâsın formülü, ibadetlerde ve diğer günlük işlerde fail-i hakîkî yani gerçekte yapıp eden olarak Allah Te’alâ’yı bilmektir. İnsan bir işi başardığında onu kendine mal etmez ve Allah Te’alâ’nın verdiği akıl, sağlık, bedenî ve malî güç sayesinde bu işi yapabildiğini düşünür, hatta tamamen kendini aradan çıkarırsa ihlâsa ermiş olur.
Nitekim ayet-i kerime de şöyle buyurulmuştur, “Attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı” (el-Enfal; 17) buyurmuştur.
Benliği aradan çıkarmanın önemini ifade etmek için bazı sûfîler de, “Senin en büyük günahın, vücûdundur” demişlerdir. İhlâsın hakikatine ermek için insanın önce benlikten ve çokluk âleminden geçmesi gerekir. Azîz Mahmûd Hüdayî hazretlerinin müridi Osmanlı Padişahı Sultan I. Ahmed’in şu şiiri bu duyguları terennüm eder:
Varımı ben Hakk’a verdim, gayrı varım kalmadı,
Cümlesinden el çeküp pes dû cihanım kalmadı.