İLİM, TEVBE VE ZİKİR
İlmi talep eden kimselerden olun
“Ey Muhammed! De ki; hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer; 9)
Kesir b. Kays radıyallahu anhu şöyle anlatır: “Mescid-i Dimeşk’te Ebu Derda radıyallahu anhunun yanında oturuyordum. O’na birisi geldi ve şöyle dedi:
– Ya Ebu Derda, Resulullah sallallahu aleyhi vesellemin Medine’sinden geldim. Sebebi senin Resulullah (sav)den naklen anlattığın hadisi şeriftir. Ben ticaret için ya da başka bir iş için gelmedim. Sadece bu hadisi şerifi senden öğrenmeye geldim, dedi. Ebu Derda radıyallahu anhu:
– Demek sadece bunun için geldin, dedi. Sonra şöyle anlattı: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Bir kimse ilim öğrenmek için bir yola düşerse, Allah-u Zülcelâl cennet yollarından birini ona kolaylaştırır. Melekler onun yaptığından hoşnut olurlar ve kanatlarını indirirler. Gökte ve yerde ne varsa hatta su içindeki balıklar bile ilim talebesi için istiğfar ederler. Âlimin abide (durmadan ibadet edene) nazaran üstünlüğü, mehtaplı gecede diğer yıldızlara nazaran ayın üstünlüğü gibidir. Âlimler Peygamberlerin varisleridirler. Peygamberler ne altın, ne gümüş ne de para miras bıraktılar; onlar ancak ilmi miras bıraktılar. Bir kimse eğer bu ilmi alırsa bol nimete kavuşmuştur.”
Her insanın kendisine yetecek kadar ilim öğrenmesi farz-ı ayndır. İnsan bu ilimle nasıl namaz kılındığını, nasıl oruç tutulduğunu, ibadetlerini nasıl yapacağını öğrenir.
Bir de farz-ı kifâye olan ilim vardır ki bir beldede, bu ilmi bilen, bir kişi de olsa o beldenin diğer insanları üzerinden bu zorunluluk düşer. Farz-ı ayn gibi herkesin öğrenmesi mecbur değildir.
İnsan, Allah yolunu ilimle buluyor. Her Müslüman’ın kendisini muhafaza edecek farz, vacip ve sünnetleri öğrenerek; yine kendisine zarar verecek haram, mekruh gibi nehiyleri öğrenerek, kendisini (Allah’ın gazabından ve cehennemden) muhafaza etmelidir.
İlim öğrenmek neler kazandırır?
Sahabe-i Kiram’dan Muaz Bin Cebel radıyallahu anhu şöyle buyuruyor: “İlmi öğrenin, zira Allah için öğrenmek, öğrenene Allah korkusu verir. İlmi talep etmek ibadettir. Müzakeresi tespihtir. Araştırması en büyük cihattır, ilmi bilmeyenlere öğretmek, sadakaların en makbulüdür. İlmi ehline vermek ise Allah’a yaklaştırıcı en güzel davranıştır.
Yalnız kaldığı zaman âlimin en yakın arkadaşı ilimdir. Tenha yollarda ise en emin yoldaşıdır. Dinde delilidir. Genişlikte ve darlıkta sabrı öğretir. Dostlar yanında, yardım eden bir vezirdir. Yabancılar yanında ise sana en büyük destektir.”
Kıyamet günü âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanından daha ağır gelecektir. Allah-u Zülcelâl bir kavmi helak etmek istediği vakit, ilmi onların üzerinden kaldırır ve o kavim helak olur (Neuzubillâh).
İlmiyle amel etmeyenlerin durumu
İnsan ancak ilimle takva sahibi olur, ancak ilim ile Allah-u Zülcelâl’e ulaşır. Nasıl, dünyada insan bir yere gitmek istediği zaman, o yere giden yolu bilmek zorundadır, yoksa gidemezse insan da Allah-u Zülcelâl’e ilim ile ulaşır.
Sadece ilmi öğrenmek insan için yeterli değildir. İnsan ilmi öğrenip âlim olsa da onunla amel etmezse -Allah muhafaza- o insan helak olmuş demektir. Çünkü insan, ilmi, Allah-u Zülcelâl’in emri olan namaz, oruç, hac gibi ibadetleri yapmak için öğrenir. Bunları öğrendiği gibi öğretmekle de mükelleftir. Eğer ilmi öğrenip de amel-i salih yapmaz ise Allah-u Zülcelâl’e karşı gelmiş olur ve rahmetinden mahrum olur.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadisi şerifte: “Kıyamet günü en şiddetli azaba uğrayacak (kimse), ilminden menfaat olmayan âlimdir” buyuruyor.
Süfyan-ı Sevri şöyle demiştir: “Benim dünyada en çok korktuğum şey, hadis-i şerif öğrenip de daha sonra onunla amel etmemektir.” Hakikaten insanın, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin hadis-i şeriflerini okuyup öğrendikten sonra onu tatbik etmesi lazımdır. İnsan ilmiyle amel etmelidir.
Âdem aleyhisselam ve şeytanın durumu
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Doğrusu O, çok bağışlayıcı ve şükrün karşılığını vericidir.” (Fatır; 30)
Allah-u Zülcelâl, günah işledikten sonra samimi bir şekilde tevbe eden kimselere çok bağışlayıcıdır. Ve o kişilere salih amel işlemeye Tevfik edecek, kuvvet verip yapmalarına sebep olacak; sevap yazarak, kıyamet gününde onlardan razı olup onları cennete müstahak edecektir.
Kâfir ve fasıklar da Allah’ın kullarıdır. Ama Allah-u Zülcelâl onlar için bağışlayıcı değildir. Allah-u Zülcelâl, iman ve tevbe eden kimseler için bağışlayıcıdır. İslam tarihine bakıldığı zaman hadisler, Peygamberin ve Evliyaların hayatı, bizim için birer ibret levhasıdır.
Âdem aleyhisselamın tevbesiyle ilgili ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: “Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla tevbe etti. O da) tevbesini kabul etti.” (Bakara; 37)
Başka bir ayet-i kerimede ise şöyle buyrulmuştur: “Dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!” (A’raf; 23)
Şeytan da günahta ısrar etti, pişman olmadı ve: “Ya Rabbi! Kullarını yoldan çıkarmam için beni kıyamete kadar dünyada bırak” dedi. Allah-u Zülcelâl, onun isteğini de kabul etti, Âdem aleyhisselamın isteğini de…
Allah-u Zülcelâl, Âdem aleyhisselama, bizi terbiye etmek ve bize affını merhametini göstermek için bir hata (zelle) yaptırdı. Allah, o hatayı ona takdir etti, yaptırdı, daha sonra da tevbe ettirdi ki kendisinden sonra gelen insanlar hata yaptıklarında, tevbe etmeleri gerektiğini öğrensinler. Peygamberler masumdur, günah işlemezler fakat Allah-u Zülcelâl Âdem aleyhisselama hata yaptırarak bize ders verdi. Ama biz (tam olarak) anlamıyoruz.
Dikkat edin, kalbiniz mühürlenebilir!
Arş-ı Alâ’da kalpleri mühürleyen, bir daha hayır yapamayacak duruma getiren görevli melekler vardır. İnsan, bir günah işlediği zaman tevbe ederse Allahu Zülcelâl onu hemen affedecek ve o kimsenin kalbi de tertemiz olacaktır. Eğer günah işler tevbe etmezse bir günah, bir günah daha, derken, günahlar birike birike kalbi kararıp (Allah muhafaza) mühürlenerek, şu ayet-i kerimenin hükmü altına girecektir: “Kalplerine mühür vuruldu. Bundan dolayı onlar anlayışsızdırlar.” (Tevbe; 87)
İnsan günah işleye işleye kalbi mühürlenir, kapanır. O kişiye daha vaaz, nasihat, hiçbir şey menfaat vermez. O kimsenin kalbinin mühürlendiğinden haberi bile olmaz. Zira her günah sebebiyle kalbe bir siyah nokta konulur. Kişi tevbe ederse bu nokta silinir fakat tevbe etmez, günah işlerse noktalar çoğala çoğala kalbi iyice kararır.
Biz her an, her dakika, her saat günah işliyor gaflete düşüyoruz, çok hata sahibiyiz. Günah işlemesek dahi, Allah’tan gafil olmak da hatadır. Çünkü Allah her saniye bizimle beraberdir. O her an bizimle beraberken, bizim O’ndan gafil olmamız haksızlıktır, hatadır. Yalnız günahlarımızdan değil, gafletimizden, fazla ibadet yapamayışımızdan, Allah-u Zülcelal’i hakkıyla sevemeyişimizden dolayı da tevbe etmemiz lazımdır.
İşte insanın: “Ben günahkâr değilim, hata sahibi değilim, niçin tevbe edeceğim?” demesi bunun sebeple çok yanlıştır. Bu kişinin dininden haberi yoktur, cahildir, gafildir, İslam dinini henüz anlamamıştır. Oysa Âdem aleyhisselamın olayı bizim için bir ders olmalıdır. Biz onun gibi davranmalı, Allah’a tevbe etmeliyiz. Düşmanımız olan şeytan gibi davranmamalıyız.
Kalbimizi Allah’ın zikri ile koruyalım
Ebu Bekir Kettani rahmetullahi aleyhi isminde bir zat vardı. İnsan onların menkıbelerini okuduğu zaman sanki onlar beşer değillerdi diyesi geliyor. O zat şöyle demiştir: “Ben kırk sene kalbimin kapısında durdum, oraya Allah’tan başka bir şey koymadım (kalbimi hep Allah’ın zikri ile meşgul ettim). Öyle oldu ki dünyada Allah’tan başka bir şey tanımadım.”
Başka bir zat da şöyle demiştir: “Ben kalbimi on gece şeytandan, hatıralardan muhafaza ettim, Allah’ın zikriyle meşgul oldum. Kalbim de beni yirmi sene muhafaza etti.”
İnsanın kalbi, selim olduğu zaman kalb, vücudu muhafaza edecektir. İşte o zat, ben on gün, on gece daima kalbimi hep zikirle, ibadetle, huzurla meşgul ettim, onu pis ve kötü fikirlerden muhafaza ettim, o da beni yirmi sene muhafaza etti, kalbim ıslah olduğu için elimi günaha uzanmaya bırakmadı, gözümü günahtan muhafaza etti, dedi.
Bir doktor veremli, göğsü hasta olmuş bir hastaya “Bir kaç gün buzlu, soğuk su içmezsen ölünceye kadar rahat yaşayacaksın” dediğinde, o hasta “Hayır ben çok hararetliyim, ölme pahasına da olsa soğuk su içeceğim” derse, biz o hastaya ne kadar akılsızdır, deriz. Çünkü bir kaç günlük rahatı için ömrünü tehlikeye atıyor.
İşte, dünya hayatı da ahiret karşısında aynen böyledir. İnsanın önüne herhangi bir şey geldiği zaman, hemen aklını çalıştırarak kalbini iyi yöne çekmeli, nefse fırsat vermemelidir.
Nasıl gözlerimizi kapattığımız zaman dünyayı göremiyorsak, düşünmediğimiz zaman da kendimize faydalı ve zararlı olan şeyi göremeyiz. Kör gibi olup bunları birbirinden ayıramayız.
Allah’tan korkan, Allah-u Zülcelal’in daima kendileriyle beraber olduğunu bilen kimseler, şeytan kendileriyle uğraşmak istediği zaman Allah’ın azametini, büyüklüğünü, kıyamet gününü, cennet ve cehennemi hatırlarlar da bu sayede, iman nuru kalplerinin üzerine inerek; nasıl gözümüzü açtığımız zaman dünyayı görüyorsak, onlar da bu şekilde hakikati görürler, hakiki bir insan olurlar.
İnsan daima düşünerek, iyi ve kötüyü birbirinden ayırmak suretiyle, iman nuru kalbin üzerine geldiği zaman kalp, ruh ve nefis tedavi olacaktır. O kişiye günahlardan muhafaza olmak için bir istek, daima ibadet etmek için bir gayret ve Allah’ın muhabbeti gelecektir. Yani, o kişi, İslam’ın insandan istediği bütün iyi davranışların içinde olacaktır. Bunun için daima iman nuru sayesinde, kalbin üzerine iman, feyiz ve rahmet gelmesi lazımdır. Bu da zikirle mümkündür. Allah’ın zikrinden bir saniye bile geri kalmayalım.
Allah-u Zülcelâl, kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin. (Âmin)