İslam’a Hizmetin Fedakâr Hanımları

  • 11 Ağustos 2014
  • 929 kez görüntülendi.
İslam’a Hizmetin Fedakâr Hanımları
REKLAM ALANI

Başta Hz. Hatice, Hz. Âişe, Hz. Ümmü Seleme annelerimiz, Efendimizin kızları olmak üzere, bütün hanım Sahabeler, İslam’a hizmeti bir şeref saydı, Rıza-i İlahi’yi kazanmak için hayır ve hizmet yarışına girdiler. İslam’a hizmet, onlar için cana bedeldi. Gerektiğinde Hazreti Sümeyye gibi bu uğurda canlarından vazgeçebilirlerdi. Onlar, ümmetin öncüleri, saliha ve abideleriydi. Vakarları ile sarp kayaların üzerine yapılmış ulaşılması zor kaleleri hatırlatırlardı. İslam uğruna çile çekmek ise onların en büyük şiarlarıydı. Sayıları çoktu. Fakat biz burada sadece ikisinin örnekliğine yer vereceğiz.

Ümmü Süleym radıyallahu anha

Mesela onlardan biri Ümmü Süleym’di. İslam ile şereflenince hayatı değişen annemiz, son derece akıllı ve bilinçli bir hanımdı. İlk imtihanını eşi ile vermişti. Anlatalım…

REKLAM ALANI

Medineliler İslam ile şereflenirken Ümmü Süleym annemizin eşi seferdeydi. Geri döndüğünde Medine değişmişti. Neler olduğunu sorunca yaşananları anlatan dostları, ona eşinin de Müslüman olduğunu söylediler. Adamı annemize karşı doldurup kışkırttılar. Büyük bir kızgınlıkla eve gelen Mâlik b. Nadr, annemize:
– Dinden mi döndün? Diye çıkıştı. Bağırıp çağırdı. Sukûnetini koruyan Ümmü Süleym:
– Hayır dinden dönmedim. Lakin şu zata iman ettim, dedi. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem aleyhine doldurulmuş olan Mâlik b. Nadr:
– Ama o içki içilmesini bile istemiyor? Dedi. (Belâzurî)

O sırada içki henüz yasaklanmamıştı. Ancak Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem, her vesile ile içkiden hoşlanmadığını, belli ediyordu. Eşine:

– Lütfen bir kaç dakika beni dinle, diyen Ümmü Süleym eşine, İslâm’ı ve kişiye kazandıracağı güzelliklerini anlattı. Lakin önyargılarından kurtulamayan adam ikna olmadığı gibi annemize, dinden dönmesi için baskı yaptı.

Eşi öldürüldü

Eşinin baskısına boyun eğmeden yoluna devam eden annemiz, o sırada 8-10 yaşlarında olan oğlu Enes b. Mâlik’e, İslâm’ı anlatarak Müslüman olmasını telkin etti. Ona şehadet kelimesini öğreterek, söylemesini istedi. Annesinin sözlerinden hoşlanan Enes, dediklerini aynen yaptı. Olanları fark eden Mâlik, bundan çok rahatsız oldu. Eşini sık sık ikaz etti, bağırıp çağırdı. Lakin sonuç alamadı. Bunun üzerine taktik değiştirdi. Yumuşar gibi yaptı.
– Oğlumu saptırma! Onun zihnini bulandırma, gibi sözlerle ikaz etti. Ümmü Süleym radıyallahu anha her seferinde:

– Ben onu saptırmıyor, bilakis ona güzel şeyler telkin ediyorum, dedi. Ailesinde ve Medine’deki değişime tahammül edemeyen Mâlik b. Nadr, kızarak tek başına Şam’a doğru yola koyuldu. Yolda düşmanları ile karşılaştı. Mâlik’in tek olduğunu gören adamlar, bunu fırsat bilerek onu öldürdüler. Hâlbuki İslam kini, nefreti, cahiliye adetlerini ve öç almayı ortadan kaldırmak için gelmişti. İslam’dan kaçan Mâlik, cahili yaşantının kurbanı oldu. (İbn Sa’d, Tabakât)

Ebu Talha’nın Müslüman olmasına sebep oldu

Eşinin öldüğünü duyan Ümmü Süleym, hizmet yarışına hız verdi. İlk işi oğlu Enes’in eğitimi ile yakından ilgilenmek oldu. Bunu başarmak için insanlara: “Oğlum biraz daha büyüyüp meclislerde oturacak yaşa gelinceye kadar kimse ile evlenmeyeceğim” diye ilan etti. (İbn Sa’d)  Ümmü Süleym ile evlenmeyi düşünen Ebu Talhâ bu sözleri duyunca, isteğini bir süre erteledi. Bu sürecin bittiğine inandığında, Ümmü Süleym’e giderek onunla evlenmek istediğini söyledi. Annemiz, bunu hizmet hanesini artılarla doldurmak için fırsat bildi. Ebû Talhâ’yı beğendiği halde:

– Senin gibi birçok önemli vasfa sahip olan biri, elbette reddedilemez fakat sen Müslüman değilsin! Ben asla müşrik biri ile evlenmem, dedi. Ebû Talhâ teklifini tekrar edince kararlılıkla sözünün arkasında durdu. Israr edince, bunu fırsat bilen annemiz, ona hakikati göstermeye karar verdi.

– Sen de iyi biliyorsun ki, sizin ilah diye tapındığınız şey, toprağa dikilip orada yetişen, falan oğullarının, falan Habeşli kölesinin ormandan kesip getirdiği ağaçtan yapılan, bir tahta parçasıdır. Yanan bir ateşe atıldığında yanıp kül olur. Bir başka tapılan şey ise fayda veya zarar veremeyecek olan taşlardır. Bunlara tapmaya utanmıyor musun? Dedi.

Son derece mantıklı ve çarpıcı olan bu sözleri duyan Ebu Talhâ, derin bir düşünceye daldı. Kalbinin üzerindeki perdeler bir bir kalkmaya, hakikat güneşi doğmaya başladı. Bunu fark eden Ümmü Süleym:
– İstersen “Lâ ilâhe illallah Muhammedu’r-Rasulullah” de, hiçbir mehir istemeden seninle hemen evleneyim, diyerek onu teşvik etti. Ancak henüz vakit gelmemişti. Ebu Talha:
– Bana biraz zaman ver, biraz daha düşüneyim deyip yanından ayrıldı.

Oradan uzaklaştıktan sonra sürekli bu sözleri düşünen Ebu Talhâ, sonunda hakikati anladı. (Zehebî, İbn Sa’d, Ebû Nuaym) Vakit kaybetmeden Ümmü Süleym’in yanına koştu:
– Söylediğin şeyi kabul ediyorum, benimle evlenir misin? Dedi. Annemiz:
– Evet, deyince, Ebû Talhâ:
– Mehrin nedir? Diye sordu. O:
– Ne olabilir ki? Dedi. Ebû Talhâ:
– Altun ve gümüş olarak ne istersin, diye sordu. O:
– Ben senden ne altın ne de gümüş isterim. Senden yalnızca İslâm’ı kabul etmeni isterim. Kalbi iman nuru ile dolan Ebû Talhâ:
– Bunu nerede yapayım? Diye sordu. Annemiz:
– Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellemin huzuruna giderek, onun huzurunda Müslüman ol! Dedi. Annemizin yanından ayrılan Ebu Talhâ oradan ayrılarak doğruca Mescid-i Nebevî’ye gitti. Allah Resulü onu görünce yanındakilere:

– Ebû Talhâ, gözlerinin arasında İslâm nuru parlayarak buraya geliyor, buyurdu. Ebû Talhâ yanlarına gelince Ümmü Süleym ile olan konuşmalarını anlatarak Allah Resulünün huzurunda Müslüman oldu. Böylece mehrini ödemiş sayılan Ebû Talhâ Ümmü Süleym annemizle evlendi. (Belâzurî, Ebû Nu’aym, İbn Manzûr)

Oğlu Enes’i İslam’a adadı

Ebû Talha gibi toplumun önde gelen simasının İslam ile şereflenmesine vesile olan Ümmü Süleym annemiz, fedakârlık yarışını da başarı ile tamamladı. Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem Medine’ye hicret edince bütün Medineliler, hoşnutluğunu kazanmak için hediye yarışına girdiler. O sırada henüz Ebû Talha ile evlenmemiş olan Ümmü Süleym’in fazla bir şeyi yoktu. Hurma ağaçlarının bir kaçının mahsulünü toplayıp Efendimize hediye etti. Ancak kalbi mutmain olmadı.

– Efendimize daha güzel hediye vermem gerekir diyerek düşünmeye başladı. Sonunda çok güzel bir hediye buldu. Oğlu Enes’in elinden tutan annemiz, doğruca Allah Resûlü’nün yanına gitti. Huzuru saadete çıkarak:

– Yâ Resulallah! Bu benim oğlum Enescik’tir. O henüz ergenlik çağına girmiş olsa da yazmasını çok iyi bilir. Zeki ve zarif bir çocuktur. Onu sana hizmet etmesi için getirdim. Lütfen kabul et! Ona dua buyur, diyerek Enes b. Mâlik’i, Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin hizmetine adadı. Annemizin fedakârlığını takdirle karşılayan Allah Resûlü: “Allah’ım! Onun malını ve çocuklarını artır” diye, dua buyurdu. Allah Resulüne en güzel şekilde hizmet eden Enes b. Mâlik:

“Allah Resulü’ne (aleyhissâlatu vesselam) dokuz yıl hizmet ettim. Bir kere bile; ‘Şu işi beceremedin, ne kötü yaptın!’ dediğini duymadım, derdi.” (Belâzurî, Beyhakî, Şâmî)

Destanlar yazan Nesibe Anamız

Hizmet yarışında önde giden hanım sahabelerden biri de Nesibe Hanım’dı. Kahramanlıkta erkekleri arkada bırakan annemiz, Uhud’da kahramanlık destanı yazdı. Canını Efendimize feda edercesine savaştı.

Sa’d b. Rebîa anlatıyor: “Bir ara Nesîbe Hanım’ın yanına giderek;
– Bize, Uhud Savaşını anlatır mısın? Dedim. Nesîbe Hanım:
– Olur, diyerek anlatmaya başladı:
– Uhud savaşı yapılacağı sabah dayanamadım. Bir kaba su doldurarak, Müslümanların durumunu öğrenmek için Uhud’a gittim. Savaş meydanına ulaştığımda Müslümanlar üstün durumdaydı. Ancak bir süre sonra, büyük bir bozguna uğrayıp her biri bir tarafa dağıldılar. Olanları görünce Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellemin yanına koşup savaşmaya başladım. Kılıç sallayarak Müşrikleri ona yaklaştırmamaya çalışıyor, ona atılan oklara karşı kendimi siper ediyordum. Omzundaki yara dikkatimi çekti:
– Ey Ümmü Ümâre! Seni kim yaraladı? Diye sordum. Nesîbe Hanım:
– İbn Kamîa yaptı. Müslümanlar dağılınca:
– Bana Muhammed’i gösterin, o kurtulursa ben kurtulmayayım, diye bağırarak, Allah Resulü sallallahu aleyhi veselleme doğru yöneldi. Onu ben ve Mûsab b. Umeyr’in de aralarında bulunduğu bir grup sahabe karşıladık. İşte, o sırada yaralandım. Bu darbeyi bana o vurdu. Ben de ona birkaç darbe vurdum ama Allah düşmanı, zırhlı olduğu için darbelerim boşa gitti.

Süvari ile çarpışması

Bir ara etrafıma baktığımda, insanların her birinin bir tarafa dağıldığını gördüm. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellemin etrafında on kişi kadar insan kalmıştı. Ben, eşim ve çocuklarım vücutlarımızı siper ederek onu koruyorduk. Efendimiz, kalkanımın olmadığını görünce etrafına bakındı. Kalkanı olan birinin kaçmaya çalıştığını fark edince:
– Kalkanını savaşanlara bırak! Diye seslendi. Sahabe kalkanı yere atıp kaçmaya devam etti. Koşup kalkanı aldım, geri dönüp Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellemi korumaya devam ettim. Bize ne yaptıysa süvariler yaptı. Onlar da bizim gibi yaya olsalardı, Allah’ın izniyle bize yaptıklarına karşılık verir, haklarından gelirdik!

– Bir ara süvarilerden biri bana doğru geldi. Kılıcını kaldırıp bana vurmaya kalkışınca, kalkanımla kendimi korudum. Adam buna fırsat bulamadı. Sıra bendeydi, adamın atının ayaklarına sert bir darbe indirdim. Atın ayakları kesilip sendeleyince, adam sırt üstü yere düştü. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem, benim süvari ile çarpıştığımı görünce, oğluma seslendi:
– Ey İbn Ümmü Ümâre! Annene yardım et, annene! Allah bütün ailenize rahmet etsin. Annenin makamı falanın, falanın makamından daha yüksektir, buyurdu. Oğlum yardıma koşunca, adamı öldürdük. Toparlanıp Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellemin yanına gittim:
– Yâ Resulallah! Dua buyur da cennette seninle birlikte olalım, dedim. Ricamı kırmadı.
– Allah’ım! Onları cennette benimle beraber kıl! Diye dua buyurdu. Sevinçten havalara uçuyordum.
– Artık Dünya’da başıma ne gelirse gelsin, umurumda değil, dedim.” (Vâkidî, İbn Sa’d, Zehebî)

Oğlu yaralanıyor

Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem, Nesîbe Hanımı cennetle müjdeleyince, şehadet arzuları coşan aile, daha büyük bir aşkla müşrikler üzerine hücum ettiler. O sırada Nesîbe Hanımın oğlu Abdullah, bir müşrikle karşılaştı. Müşrik sol koluna sert bir darbe vurarak Sahabeyi ağır bir şekilde yaraladı. Durumu gören Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem Abdullah’a:

– Yaranı sardır, diye seslendi. Sesi duyan Nesîbe Hanım o tarafa bakınca oğlunun kolundan kanlar fışkırdığını gördü. Endişe içinde oğlunun yanına koşarak yarasını sardı. O sırada, Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem bu kahramanlara bakıyordu. Annenin oğluna:
– Haydi kalkıp müşriklerle savaş! Dediğini duyunca duygulandı:
– Senin yaptığına kimin gücü yeter, ey Ümmü Ümâre! Buyurarak, yaptığı büyük fedakârlığı takdir etti.

Müslümanlar bir türlü toparlanamıyor, müşrikler sürekli saldırıyorlardı. Nesîbe Hanım kılıcını sıyırmış Allah Resûlünün etrafında dört dönüyordu. O sırada Abdullah’ı yaralayan müşrik, Allah Resulünün üzerine doğru geliyordu. Onu gören Efendimiz, adamı Nesîbe Hanıma göstererek:

– Bu gelen oğlunu yaralayan kişidir, buyurdu. Tarihin yazdığı nadir kahramanlardan olan Nesîbe Hanım, adamın üzerine atılarak atının bacaklarını kesti. At tökezleyince adam yere yuvarlandı. Çevredekiler yetişip adamı öldürdüler. Sevinen Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem tebessüm ederek Nesibe Hanım’a döndü:
– Sana zafer nasip eden, düşmanından dolayı gözünü aydın eden, öcünün alındığını gösteren Allah’a hamd olsun, buyurarak tebrik etti. Sahabinin yaptıklarını takdir eden Efendimiz, yaptığı fedakârlık ve kahramanlığı şöyle özetler:
– Uhud Savaşında sağıma, soluma ne tarafa baktıysam, onun benim için savaştığını gördüm.” (Vâkidî, İbn Sa’d, Zehebî, İbn Hacer)

 

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ