Kâinatı Aydınlatan Kutlu Doğum
MANEVİ GÜNDEM / Gülistan Araştırma
Ne zamandır yeryüzünü zulüm, vahşet ve cahiliyyenin habis soluğu sarmıştı. Fetret devrinin kasvetli karanlığı ruhları mengene gibi sıkıyordu.
Küfür ve şirk fırtınası dünyayı sarmış, tevhit nurundan mahrum bırakmıştı. Samimiyetsizlik, merhametsizlik, asabiyet, kin nefret ruhları istila etmiş dünyayı kasıp kavuruyordu. Gönüller hak dinin nurundan mahrum kalmış batıl inançlarla, hurafelerle kirlenmişti. Evvelki Peygamberlerden kalan dini metinler tahrif olmuştu ve artık kimseye güven vermiyordu. Ehl-i kitab din ve mezhep mensupları birbirini katletmekle meşguldü.
Dünyanın süper güçleri kölelik ve sömürü düzeni kurmuş halkların acısını umursamaz vaziyetteydi. Sanki insanoğlu insanlıktan çıkmış birbirini yiyen canavarlar misali vahşileşmişti. Zalimin zulüm kamçısı altında inim inim inleyen mazluma el uzatan yoktu.
Hz. İsa aleyhisselamın müjdelediği son Peygamberin dünyaya gelişine ümit bağlayan ilim sahipleri çekildikleri manastırlarda boyunlarını bükmüş insanların hazin manzarasını kederle izliyorlardı.
Kâinat edep ve hürmet içinde bu manzarayı baştan başa değiştirecek hidayet rehberini bekliyordu. Adeta her varlık kendisine mahsus diliyle, “Alemlere rahmet,” olarak gönderilecek olan o Zat’ın artık dünyaya teşrif etmesi için dua ve niyaza durmuş gibiydi.
Ve nihayet o gün geldi. İşte, Hz. Âdem aleyhisselamdan beri her nesilde nuru alından alına nakledilen o mübarek Zât’ın alametleri görünmeye başlamıştı. Allah’ın Son Peygamberi ebedî saadet yolunun rehberi Muhammed aleyhisselatu vesselam dünyaya geliyordu.
Tarih Milâdî 571 yılı. Fil Vak’asından elli gece kadar sonra. Kamerî aylardan Rebiülevvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi. Vakit, vakitlerin sultanı, seher vakti.
Mekke’de garip ve mütevâzî bir ev. Bu evde yaşayan Amine hatun isimli genç dul hanım, ticaret seferi sırasında vefat eden beyi Abdullah’ın emaneti olan evladına hamile. Yetim olarak dünyaya gözlerini açacak olan evladına karşı kalbi şimdiden merhametle dopdolu.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in babası Abdullah, hanımı Amine ile izdivâcından kısa bir müddet sonra Kureyş’in bir ticaret kervanıyla Şam’a gitmişti. Ticaretini bitirip dönerken yolda hastalanmış Medîne’de vefât etmişti.
Amine hatun hamileliğinin altıncı ayında bir rüyâ görmüştü. Rüyasında bir zât kendisine şöyle demişti:
“Yâ Âmine! Bil ki, sen âlemlerin hayrına hamilesin. Doğurunca ismini Muhammed koy ve hâlini hiç kimseye açma!”
Doğum zamanı geldiğinde bazı fevkalade haller yaşadı. Ebelik yapmak için yanında bulunan Şifâ ve Fâtıma Hâtun radıyallahu anhuma da bazı hayret verici manzaralara şahit oldu. Bu hanımlar Peygamber Efendimizin davetine ilk uyanlar oldular ve evlatları Abdurrahman bin Avf ile Osman bin Ebu’l-Âs radıyallahu anh da ilk iman edenler arasına girdiler.
Mübarek Doğum Gecesi
Hz. Âmine, yetim olarak dünyaya gelecek olan evladı için mahzun oluyordu. Fakat gördüğü birtakım rüyalar ona oğlunun herhangi bir insan olmadığını, endişe etmemesini bildirerek müjdeler veriyordu.
Torununun doğumuna çok sevinen Abdulmuttalib ise: ‘Benim bu torunumun şanı, gerçekten de çok büyük olacaktır.’ Demişti.
Abdulmuttalib, böylesine büyük bir mutluluğu kutlamak için doğumun yedinci günü, Mekke halkına üç gün ziyafet verdi. Ayrıca, şehrin her mahallesinde develer keserek, insan ve hayvanların istifadesine sundu.
Ziyafet sırasında, ‘Çocuğa hangi ismi koydun?’ diyenlere: ‘Muhammed’ ismini verdim, dedi. ‘Neden atalarından birinin ismini vermedin?’ diyenlere ise:
“Allah-u Teâlâ’nın ve insanların onu methetmelerini, övmelerini istediğim için” cevabını verdi.
Resul aleyhisselatu vesselamın dünyaya teşrifiyle insanlık ab-ı hayata kavuştu. O doğumla birlikte ruhları saran karanlıklar dağıldı, alem İlahi Nur ile aydınlandı. Alemlere Rahmet olarak gönderilen Kutlu Nebi, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem dünyayı teşrif etti.
Allah-u Zülcelâl daha evvel gönderdiği Peygamberlerini dinlemeyen, hatta onları katledecek kadar ileri giden insanoğluna son bir fırsat sundu: Habib-i Ekremi ile insanlığı bir kere daha cennetin yoluna davet etti.
Doğum Gecesi Olayları
İbn-i Abbâs radıyallâhu anhümâ’dan şöyle rivâyet edilmiştir:
“Hz. Peygamber (s.a.v) pazartesi günü doğdu, pazartesi günü peygamber oldu, pazartesi Mekke’den Medîne’ye hicret etti, pazartesi günü Medîne’ye vardı, pazartesi günü vefât etti. Pazartesi günü (Kâbe’de hakemlik yaparak) Hacer-i Esved’i yerine koydu. Pazartesi günü Bedir zaferini kazandı. Pazartesi günü; ‘Bugün size dininizi tamamladım.’ (Mâide, 3) âyeti nâzil oldu.” (Ahmed, I, 277; Heysemî, I, 196)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, doğmadan önce ve doğduğu sırada; onun dünyayı teşrif etmesine alamet olarak bir çok hadiseler meydana gelmiştir ki bazıları şunlardır:
O gece, Kabe’deki putlar sarsılarak yere devrildi. İranlıların, tapınaklarında bin yıldan beri hiç sönmeden yanan ateşleri sönmüştür. (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 273.)
Kisrâlar beldesi Medâyin saraylarında sütunlar ve kuleler yıkıldı. O zamanlar insanların mukaddes saydıkları Sâve Gölü kurudu.(İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 273.)
Kâinatın Efendisi dünyaya gözlerini açtıkları gece taşan seller Semave vadisi ve Semave şehrini sular altında bıraktı. Şehir halkı, dehşet içinde kalarak, çareyi dağlara ve tepelere sığınmakta buldu.
Bütün bu gerçekleşen alametler gösteriyordu ki, dünyaya gelen zat; ateşe tapmayı yasaklayacak, puta tapmayı kaldıracak, Fars saltanatını yerle bir ederek, Ehl-i Batıl’ın Allah’ın izni olmadan kutsal saydığı şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktı.
Gök kubbe o gece pırıl pırıl yanan yıldızlarla adeta kandillerle süslenmiş gibiydi. Yahudi alimler kitaplarında Allah Resulünün geleceğini öğrenmişlerdi. Efendimizin doğduğu gece Ahir zaman Peygamberinin o gece doğduğunu anlamışlardı.
Hz. Âişe annemizin anlattığına göre, Mekke’ye ticaret için gelmiş olan bir Yahudi, Peygamberimizin doğduğu gece, Kureyş meclislerinden birine giderek: “Bu gece çocuğu doğan biri var mı? Bu gece âhir zaman ümmetinin peygamberi doğmuştur. Onun iki kürek kemiği arasında, üzerinde tüyler bulunan siyah sarı karışımı bir ben vardır.” dedi.
Meclistekiler, Yahudinin söylediklerine şaşırdılar. Evlerine varınca olup biteni ailelerine anlattılar. Onlar da:
“Bu gece Abdullah’ın bir oğlu doğdu. O’na Muhammed ismini verildi!” dedi. Bunu Yahudiye haber verince çocuğu görmek istedi. Hz. Âmine mübârek oğlunu onlara gösterdi. Yahudi, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in sırtındaki nübüvvet mührünü görünce bayıldı. Ayıldığı zaman:
“Vallâhi artık İsrâîloğulları’ndan peygamberlik gitti! Ellerinden Kitap da gitti! Son peygamberin, İsrâîloğulları’nı öldüreceği ve din adamlarının itibarını düşüreceği yazılıdır. Araplar nübüvvetle büyük bir izzet ve şerefe erecekler. Ey Kureyş cemaati! Sevininiz, vallâhi siz, haberi doğudan batıya kadar ulaşacak bir kuvvete mâlik olacaksınız!” dedi. (İbn-i Sa’d, I, 162-163; Hâkim, II, 657/4177)
Kâinatın Efendisi dünyaya teşrif ettikleri gece, gök kubbeden yıldızlar döküldü. Bundan böyle şeytan ve cinlerin gökten haber almaları son bulmuştur.
Mevlid-i Şerif İle Mesrur Oluyoruz
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin gönderilmesi insanlık tarihi için önemli bir dönüm noktası olmuştur. Emsalsiz bir fazilet güneşi ve hidâyet meşalesi olan sevgili Peygamberimizin dünyaya gönderilişi, Yüce Rabbimizin insanoğluna en büyük rahmet vesilelerinden birisidir. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:
“Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler. ” (Âl-i İmrân, 164)
O’nun hayatı, Rabbinin “Ömrüne yemin olsun,” diye üzerine yemin ettiği bir hayattır. O yirmi üç senelik peygamberlik devrinde asırlara sığmayacak bir büyük değişimi gerçekleştirmiştir.
Nebi Zişan efendimiz aleyhisselatu vesselamın dünyayı şereflendirdiği bu geceye Mevlid-i Nebi veya Veladet kandili diyor ve O’nu bütün kalbimizle, ruhumuzla, her sene yeniden yâd edip doğduğu geceyi onu anlatabilmek ve anlayabilmek için bir fırsat bilerek, kutluyoruz.
Mevlid kandilini vesile ederek, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme olan bağlılığımızı tazelemek ne yüce bir şeref ve ne büyük bir saadettir…
Elbette Mevlit kandillerinde Peygamberimizin dünyaya teşrifini anlatan Mevlid-i Şerifi hürmet ve muhabbetle dinlemek, O’nun mübarek ruhuna salât ve selâm okumak için güzel bir vesiledir. Ancak bu yetmez. Bununla beraber, O’nun ahlâk ve fazilet dolu hayatını öğrenmek, öğretmek, kendimize örnek alarak hayatımıza tatbik etmek ümmet olmanın gereğidir.
Rabbimize, O Şanlı Nebi’nin ümmetinden olmayı bizlere nasip ettiği için gücümüz yettiği ölçüde hamd-u sena ediyoruz.
Getirdiği kurtuluş reçetesine, açtığı cennet yoluna ve sünnet-i şerifine yeniden sımsıkı sarılmayı nasip etmesini Yüce Mevlamızdan niyaz eyliyoruz.
Onun yüce ahlakını, azmini ve sabrını kendimize rehber edinmek için yine Rabbimizden yardımını istiyoruz. İçinde bulunduğumuz bu ahir zamanın çetin imtihanlarına karşı Habibinin hürmetine Kerim Rabbimizin yardımını istiyoruz.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme mutabaat ederek, bize gösterdiği cennet yoluna uyup, cennette de ona kavuşmak arzusuyla ve cennette O’nun ve ashabının komşusu olma ümidiyle cenneti arzuluyoruz…
O Peygamber ki en gafil, en hatalı müminlerin dahi şefaatinden ümidini kesmediği merhamet kapısı. Bütün hata ve noksanlarımıza rağmen onun ümmetinden olmakla ümitleniyoruz.
Ya Rasûlullah! Sana, aline, ashabına, senin varisin olan hakiki alimlere ve evliyaya binlerce kez selat ü selam olsun.
Rabbimiz, bizlere Sevgili Resulü’nün ümmeti olmayı takdir ettiği gibi, ona layık olmayı da nasip eylesin. Hatalarımızı Kendi katındaki yüksek derecesi hürmetine bağışlasın ve mahşer günü bizi şefaatine nail eylesin… Amin.