KAPAK KONUSU / Allah’ı Zikretmek İbadetlerin En Büyüğüdür
KAPAK KONUSU
Allah’ı Zikretmek İbadetlerin En Büyüğüdür
Abdullah Sofuoğlu
Ebu’d Derdâ radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir gün ashabına sordu:
“Size amellerinizin en hayırlısını, Melikiniz (Allah-u Zülcelâl) katında en temiz ve değerlisini, altın ve gümüş dağıtmaktan daha hayırlı ve derecelerinizi daha çok yükselten, düşmanla karşılaşıp sizin onların boyunlarını vurmanızdan, onların da sizin boyunlarınızı vurmasından daha hayırlı bir şeyi size haber vereyim mi?”
Sahâbiler: “Evet, Ya Rasulallah (O nedir?)” diye sordular. Allah Rasûlü aleyhisselatu vesselam:
“Allah’ı zikretmek” buyurdu. (İbn Mâce, Edeb, 53; Tirmizî, Deavât, 6)
Zikir mutlak manada, hatırlamak, anmak, yüceltmek, öğüt vermek manasına gelir. Zikrullah ise Allah’ı hatırda tutmak, unutmamak, ismini anmakla muhabbetini kalpte diri tutmak demektir.
İslam dininin ilk emirlerinden biri Allah’ın ismini zikretmektir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme risalet vazifesinin verilmesinin ardından inen ilk ayeti- kerimelerden birinde Rabbimiz:
“Rabbinin ismini zikret ve bütün varlığınla O’na yönel.” (Müzzemmil, 8) buyurmuştur.
Rabbimiz Müzemmil suresinde:
“Doğrusu biz sana, taşınması zor bir söz vahyedeceğiz…” (Müzemmil, 5) buyurmuştu. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi bu zorlu vazifeye hazırlamak üzere, gece namazını emretti. Bunun yanında daima Allah’ı anarak yalnız O’ndan yardım istemesini bildirdi. İnkârcıların iftiralarına ve eziyetlerine sabredip, vazifesini azimle ve sebatla yerine getirmesi için zikrullah ile maneviyatını kuvvetlendirmesini emrediyordu.
Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz birçok ayet-i kerime ile zikrullahı emretmiştir. Allah-u Zülcelâl âyet-i kerimede “İns ve cinnin kulluk (ibâdet) için yaratıldığını” (Zâriyât, 56) bildirmekte, ibadetlerin en büyüğünü de, “Allah’ın zikri (İbâdetlerin) en büyüğüdür” (Ankebût, 45) ayetiyle haber vermektedir.
İbadetin gayesi, insanın yaratılış gayesine ulaşmasıdır. Kulluktan gaye Allah ile kuvvetli bir bağ kurmak ve içten dışa kendini tezkiye edip Allah’ın Dostu olmaya liyakat kazanmaktır. İnsan Allah’ın kulluğu ile terbiye görüp yeryüzünde bir halife olacaktır. Zikir de ibadetlerin özü ve en kıymetlisidir.
Tasavvuf Zikir Yoludur
Zikir çok kıymetli olmakla birlikte ibadetlerin en kolayıdır. Zikretmek için bir şart gerekmez. Mala, sıhhate, belli bir mekânda bulunmaya, belli bir zamanda olmaya gerek yoktur.
Zikir bir bakıma kolaydır ama bir bakıma da nefse zor gelir. Çünkü nefis daima dünyaya yönelir ve geçici dünyanın değersiz şeylerine dalar. İnsan sadece kendi kuvvetiyle nefsini bunlardan alıkoyamaz.
Nefis süfli duygularıyla ve dünya emelleriyle kalbi meşgul ede ede sonunda kalbi hastalıklı bir hale getirir. İşte bu hasta kalbin şifası da devamlı ve düzenli bir zikirle onu beslemektir. Ancak insanın bu zikre devamlı olması için manevi bir yardıma ihtiyacı vardır. Bu manevi yardıma tasavvuf yolu diyoruz.
Tasavvuf yolu, tevbe etmek, sadıklarla beraber olmak, sohbetle kalbi uyandırmak ve ibadetinde, virdinde (düzenli zikir yapmakta) devamlı olmak gibi bütün vasıtaları kullanarak kalbi tedavi etme yoludur. İnsan bu yolda sabırla yürürse kalbi nefsani hastalıklarla kurtulup, şifa bulur ve nurlanır.
Manevi yönden tedavi olan kalp dirilir ve uyanır, Allah’ı görüyormuş gibi bir şuur kazanır. Böylece baktığı her şeyden ibret alır. Tefekkür ederek aklını iyi yönde kullanır. Daima Allah’ın rızasını kazanmak için gayret içinde olur.
Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz böyle seçkin kullarını örnek göstererek şöyle buyurmuştur:
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda aklıselim sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler (ve şöyle derler:) “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Al-i İmran; 190-191)
İbadetler Zikre Kuvvet Kazandırır
İbadetler zikirdir, zikirle yapılır ve zikir ile kıymetli hale gelir. Mesela namaz tekbir ile başlar, Kur’an kıraatiyle, dualarla, tesbihlerle tamamlanır. Rabbimiz namazın gerçek manası ve gayesinin zikrullah olduğunu şöyle haber verir:
“Muhakkak ki ben Allah’ım, Benden başka ilah yoktur. Yalnız bana kulluk et ve beni anmak için, namazını (dosdoğru) kıl.” (Ta-ha; 14)
Hac ibadeti de Allah’ı zikretmek içindir. İnsanın evini barkını, işini gücünü bırakıp Beytullah’ı ziyaret etmesinde asıl maksat kalbi bütün alıştığı, sevdiği şeylerden uzaklaştırıp sırf Allah’a yöneltmektir.
Bazı ibadetlerin de maksadı zikre kuvvet ve maneviyat kazandırmaktır. Oruç tutmaktan maksat nefsin kuvvetini ve arzularını kırıp kalbi Zikrullah için yumuşatmaktır. Sadaka vermek kalpten dünyalık malların sevgisini ve onları nefsani arzular için harcamanın ümidini çıkarıp kalbi Allah’a bağlamaktır. Böylece bütün ibadetlerin gayesi, ruhu ve en faziletlisi Allah-u Teâlâ’nın zikridir.
Esasen İslam’a giriş bir zikirdir. Müslüman olmak kişinin kalbiyle tasdik etmek şartıyla diliyle kelime-i tevhidi söylemesiyle başlar ve bu kelimeyi tasdik eden amellerle devam eder. İslam’ın emir ve hükümlerinin özü Allah’ın kulu üzerindeki Rububiyetini tasdik ederek O’nun rızasını kazanmak için O’na itaattir. Kul Allah’a itaat ettikçe nefsini terbiye eder ve iç alemini temizler. Böylece Allah’ın zikrine layık hale getirir.
Kul Rabbini diliyle, kalbiyle, bütün azalarıyla anıp, yücelttikçe Rabbi de kulunu rahmetiyle, mağfiretiyle, keremiyle anar. Hak Teâlâ Hazretleri şöyle buyurmuştur:
“Beni anın ki, ben de sizi anayım.” (Bakara; 152)
Seyda Muhammed Konyevî kuddise sırruh bu hususu açıklarken şöyle buyurmaktadır:
“Bir bakalım, Allah’ın zikrinin İslam dininde yeri nasıldır. Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Cuma, 10)
Yani Allah’ı çok zikretmekle felaha kavuşursunuz. Bir başka ayeti kerimede buyuruyor:
“Beni zikrediniz ki, ben de sizi zikredeceğim. Bana şükredin ve küfre sapmayın.” (Bakara, 152)
Ama Allah’ın zikretmesi bize nasıldır biliyor musunuz? Allah, Allah… Allah diyor ben sizi zikredeceğim. Biz onu tanımıyoruz.
Allah’ın bizi zikretmesi, sekerat esnasında yardımcı olmasıdır, kabirde, haşirde, sırat köprüsünde, bu gibi sıkıntılı yerlerde Allah-u Zülcelâl de bizi zikredecek, yardımcı olacaktır.
Cihat Meydanında Dahi Zikir
Bu dünya hayatı imtihanlar geçididir. Ama insanlar çoğu zaman gaflet içinde bu hakikati unuturlar. İnsan unutkandır. En mühim şeyleri unutup değersiz şeylere karşı duyduğu çeşitli duygulara savrulabilir.
İnsanın kurtuluşu bu gafletten, heva hevesten, şeytanın kötü amelleri süslemesinden, dünya manzarasının aldatmasından sıyrılıp daima Allah’ı zikretmektir. Kurtuluş zikirle mümkündür.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur;
“Ey iman edenler! Bir düşman birliği ile çatıştığınız vakit sebat ediniz ve Allah’ı çokça anınız ki felaha eresiniz.” (Enfâl; 45)
Bu ayet-i kerime cihat meydanında dahi Allah’ı çok zikretmeyi emretmektedir. Demek ki insan hiçbir meşguliyeti bahane etmeden her zaman Allah’ı zikretmelidir. Allah-u Zülcelâl hiçbir ibadet için “çok” ifadesini kullanmamışken zikrullah için “çok zikredin,” buyurmuştur.
Çok zikretmenin ölçüsü nedir?
Tasavvuf yolunun rehberleri, herkesin durumuna göre bir vird yani günlük çekilecek zikir dersi verirler. Çünkü onlar kalp doktorlarıdır. Doktorlar ilaçların dozunu nasıl hastaya göre ayarlıyorlarsa onlar da kişinin manevi istidadına ve durumuna göre zikir dersi verirler.
Tasavvuf yoluna girip düzenli olarak zikreden kişi, hayatının her anında gafletten uyanıp Allah’ı hatırlar ve her amelini Allah’ın onu gördüğünü unutmadan yerine getirir. Seyda kuddise sırruh hazretleri bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Bakın, zikir Allah’ı anmaktır. Her zaman “Allah bizi görüyor, her yerde ne yaptığımızı biliyor,” diye Allah’ı anmamız da Allah’ın zikridir. Allah’ı hatırlamaktır zikir, sadece örtünün altında yapılan zikir değildir. Ama örtünün altında yapılan zikir, diğer zamanlarda Allah’ı hatırlamaya sebeptir. (Nakşibendi yolunda günlük zikir çekilirken, etraftaki görüntüler dikkati dağıtmasın diye başa bir örtü almak iyi görülmüştür.)
Tenha bir yere çekilip bu günlük zikri yapmak, sokaklarda, başka yerlerde Allah’ı hatırlamaya sebep olur, kalpte manevi bir kuvvete sebep olur. İnsan Allah’ı böyle her yerde hatırlayınca artık kolay kolay günah işlemez. Eğer Allah’a karşı murakabeli olursak, bizi her an görüyor, diye aklımızda tutarsak artık günah işlemeyiz.”
Tasavvufta gaye her müminin hakiki mümin olması, yani amellerini riya, ucub gibi hastalıklardan uzak bir şekilde ihlasla yerine getirmesidir. Kalbi nefsin kötü duygularından kurtarıp takvaya kavuşturmasıdır. Böylece kişinin nifaktan, gafletten, kötü ahlaktan temizlenip “Allah dostu” olmasıdır.
Nifak, zahiren mümin gibi görünürken kalbe imanın yerleşmemiş olmasıdır ki bu kişi daima tehlike içindedir. Sahabelerin büyüklerinden Hz. Ömer radıyallahu anh dahi “Ben münafıklardan mıyım?” diye endişelenmiş, nefsinden emin olmamıştır.
Kalbin bu tehlikeden kurtulması da zikir ile mümkündür. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
“Allah’ı çok zikreden kimse nifaktan beri olur.” (Beyhakî, Şuab, I, 414) buyurarak kurtuluş yolunu göstermiştir.
Zikrin bir faydası da insanın kendi manevi durumunu kontrol etmesi için adeta bir ölçüm vasıtası gibidir. Eğer kişi günahla, gıybetle, şüpheli lokmalarla, kalbe kasvet veren manzaralara maruz kalmakla manevi olarak hastalandıysa zikrini yerine getiremez. Kişi kendi manevi durumunu zikir halinden anlayabilir.
Seyda kuddise sırruh hazretleri bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Mü’min şuurlu olmalıdır. Maneviyatına dikkat etmeli ve sürekli Allah-u Zülcelal’e karşı durumunu kontrol altında tutmalıdır. Eğer namazlarında bir gevşeklik, bir isteksizlik varsa, günlük zikrini (vird) yapmıyorsa, diğer ibadetlerini huşu ile yapamıyorsa, o insan manevi olarak hastadır, manevi mikroplar ona bulaşmıştır.”
Manevi mikroplarla hastalanan kalbin tedavisi de yine manevi ilaçlardır. Bu ilaçlarla kalp tedavi olunca insan kendi ibadetlerinin yanı sıra başkalarına vesile olmak suretiyle sevaplar ve dereceler kazanır. Seyda hazretleri bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın zikrini yaptığın zaman, kalbin tedavi olduğu zaman, hiç zorluk çekmeden, Allah’ın verdiği manevi kuvvet ile kendi kendimize yaparız bu hizmetleri. Şimdi ise yapmayı istiyoruz ama kalbimiz hastadır, kendimizde güç bulamıyoruz. Kalbimiz hasta olduğu için önce onu tedavi etmemiz lazım. Allah’ın zikri de ilaçtır, tedavidir.”