KAPAK KONUSU / Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir Olur mu?

KAPAK
Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir Olur mu?
Abdullah Sofuoğlu
Bir gün Mescid-i Nebevi’de bir grup sahabî, tesbih ve duayla, diğer bir grup sahabî de ilimle meşguldü. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
“Her iki grup da hayırlı bir işle meşguller. Bir kısmı Allah’a dua ediyor ve O’ndan bir şey istiyorlar. Allah, onlara dilerse verir, dilerse vermez. Diğerleri ise ilim tahsil ediyorlar ve bilmeyen kimselere ilim öğretiyorlar. İşte bunların yaptığı daha faziletlidir.”
Allah Resûlü aleyhisselatu vesselam ilim tahsil eden sahabeyi bu şekilde taltif ettikten sonra;
“Şüphe yok ki, ben de bir öğretmen, bir öğretici olarak gönderildim.” buyurarak onların yanına oturdu. (Dârimî, Mukaddime, 32)
Dinimizin ilme verdiği önem malumdur. Hira mağarasında Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme ilk nazil olan ayetler “oku” ile başlar. Rabbimiz bu ayetlerle nazil ettiği ayetleri Kuran, kitap, ilim ve zikir olarak isimlendirmiştir. Yani ümmi bir kavme, okunan ve yazılan bir ilmi eser inzal edilerek bir ilmi faaliyetin ve nasihat döneminin başlayacağına işaret etmiştir.
İnen ayetler, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in şahsında bütün müslümanlara hevaya değil ilme tabi olmalarını emrederken Kur’ân-ı Kerîm’de ilim kökünden türeyen kelimeler yaklaşık 750 yerde geçmektedir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de henüz Mekke yıllarında iken genç sahabi Erkam b. Ebü’l-Erkam’ın evinde ashâb-ı kirâma dinî ilimler öğretmiş, onlarla birlikte namaz kılarak tatbikini göstermiştir. Hicretten sonra Medine’de Mescid-i Nebevi’yi inşa eden Rasûlullah aleyhisselatu vesselam Efendimiz mescidin güney tarafında, “Suffa” adı verilen bir gölgelik yaptırmıştı. Suffa’da kalan kimsesiz Müslümanlara ilim öğretmek için muallimler tayin etmişti.
Kur’ân-ı Kerim’in nazil olmaya başladığı Ramazan ayına kavuştuğumuz bu günlerde İslam’ın ilme verdiği önemin ne anlama geldiğini yeniden tefekkür edelim.
Zamanımızda da bilgiye, fen bilimlerine, bilim dallarının hemen her türlüsüne büyük önem veriliyor. Bugün dünyanın en zengin, en güçlü ülkeleri bilim ve teknoloji araştırmalarına büyük bütçeler ayırıyor. Bilgi birikimi katlanarak artıyor. Peki Allah-u Zülcelâl’in övdüğü ilim bu mudur?
“De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9) ayetinde bahsedilen bilenler kimlerdir?
İlim İnsana Bahşedilmiş Lütuftur
İlim sözlükte mutlak manada bilmek yani; “bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen inanç, itikad” şeklinde tarif edilir. (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “İlm” md.; Cürcânî, et-Ta‘rîfât, “el-İlm” md.)
El- Alim Esma’ul Hüsna’sının sahibi olan Rabbimizin üstünlüklerinden biri olan ilim sıfatı, üstün sıfatların başında gelir. Allah-u Teâlâ insanı mahlûkatın en şereflisi olarak yaratmış ve insana diğer mahlûkata vermediği üstün özellikleri bahşetmiştir.
İnsanın ilk yaratılışından itibaren meleklerin secde edeceği bir makama yükseltilmesi kendisindeki ilim sıfatının ortaya konulmasıyla olmuştur. Bu sebeple “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ayetindeki genel mana da doğrudur ve haktır. Yani ilim, hangi sahada olursa olsun bilgisiz olmaktan üstündür. Müslümanlar da bütün sahalarda ilmin üstünlüğüne sahip olmalı ve onu Allah’ın rızasını kazanmak için kullanmalıdır.
İnsan, mahlukat arasında hususi bir yere sahiptir. Allah-u Zülcelâl insana verdiği akletme, tefekkür etme, araştırma, tecrübelerini biriktirip daha genel bilgilere ulaşma kabiliyetiyle büyük bir üstünlük vermiştir. Bu üstünlükler iyiye de kullanılabilecek, kötüye de alet edilebilecek birtakım imkanlar sağlar.
Allah-u Zülcelâl insanoğluna lütfettiği üstünlüklerle birlikte bunların iyiye kullanılması için çeşitli sorumluluklar da yüklemiştir. İnsanın kendisine verilen akıl nimetini evvela Rabbinin rızasına yaklaştıracak ve ahiretini kurtaracak şekilde kullanması bu sorumlulukların başında gelir. Asıl üstün olan ilim, işte bu sorumlulukları kavramayı ve yerine getirmeyi sağlayan dini ilimlerdir.
İlmin zıddı bilgisizlik, cehl, cehalettir. Âlimlerimizden Râğıb el-İsfehânî “cehâlet”in üç çeşit olduğunu söylemiş ve bunları şöyle sıralamıştır:
a) Kişinin ilimden hâli olması, yani ilmi elde etmeme veya edememe(bilgisizlik)
b) Bir şeye olduğunun hilafına inanmak, yani inançsızlık veya yanlış inanç.
c) Yapılması hak olan şeyin hilafına, tersine bir fiil işlemek. Bunu yaparken insan ister doğru ister yanlış bir inançla yapsın bu cehalettir. Namaz kılmayı terk etmek gibi, (hatalı fiil ve davranış).
Bu açıklamaya göre cehalet insana asıl lazım olan bilgiye sahip olmaması veya ona inanmaması, değer vermemesi veya uygun hareket etmemesidir. Bunların hepsi de ilmin zıddıdır. Çünkü ilim sadece kuru kuruya bilmek değil, doğruyu dosdoğru olarak bilip inanmak, ona uygun hal hareket içinde olmaktır. İşte asıl övülmüş olan ilim budur.
Nitekim “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ayet-i kerimesinin siyak sibak yani evvelki ve sonraki ayetlerle bir bütün olarak okuduğumuz zaman şunu görüyoruz:
“İnsanın başına bir sıkıntı geldi mi Rabbine yönelip O’na yalvarır; sonra Rabbi ona katından bir nimet verince, daha önce yalvardığını unutarak yolundan saptırmak için Allah’a eşler koşmaya kalkar. De ki ona: ‘İnkârcı tutumunla biraz eğlenedur bakalım! Gerçek şu ki sen ateşi boylayacaklardan birisin!’
Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen, Rabbinin rahmetini dileyen kimse inkar eden kimse gibi olur mu? De ki: ‘Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.’” (Zümer, 8-9)
Burada zor duruma düşünce mecbur kalıp yardım istemek için Allah’a yönelen, ama rahat zamanlarında müşriklerle birlikte yol tutup İslamiyet aleyhine çalışan inkarcı bir kişiden bahsedildiğini görüyoruz. Allah-u Zülcelâl bu kişi ile samimi bir mümini karşılaştırıyor: “Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen, Rabbinin rahmetini dileyen kimse inkar eden kimse gibi olur mu?”
Bu mukayeseden sonra gelen; “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ifadesinde asıl kastedilenin marifetullah yani Allah’ı tanımak, Allah’ın büyüklüğünü tanıyıp onun karşısındaki kulluğunu bilmek olduğu anlaşılıyor. Demek ki asıl bilmek, sadece sıkıntılı zamanlarında değil rahat zamanlarında da ihlasla, takvayla, gözleri yaşararak Allah’ın huzurunda durmaktır.
İlim Gafletin İlacıdır
İlim, gafletin, cehaletin ve aldanışın ilacıdır. İnsan ahiret hakkında ilim sahibi olduğu kadar ona rağbet eder. Rabbinin rahmet ve ihsanlarını bildiği oranda ümitlenir, şevklenir ve gayrete gelir.
Bu mübarek Ramazan ayında Rabbimizin bizden istediği samimi kulluğun tezahürü olan geceleri kimsenin görmediği yerde secdelere kapanmak, ahiret endişesi taşımak ve bununla beraber Allah’ın rahmetinden de ümidini kesmeyip niyaz halinde olmaktır. İşte asıl üstünlük vesilesi olan “bilmek” budur.
İlim insanın idrak ve kavrayış düzeyinin yükselmesine vesile olur. Böylece, ilim sahipleri diğer insanlardan farklı olarak alanında derin bir anlayışa sahip olurlar. Elbette kişinin ilmi, irfanı ve şuuru ne kadar seviyeli olursa ibadetindeki huşu ve ihlası da o oranda yüksek olur. İlmin haşyet ve takva ile ilgisine Rabbimiz şu ayet-i kerime ile dikkat çeker:
“Kulları içinden ancak alimler, Allah’ın yüceliği karşısında haşyet duyarlar.” (Fatır, 28)
Bu sebepledir ki Mekke’de nazil olan ayetlerden birisinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin şahsında ümmete şu duada bulunması emredilmektedir:
“Rabbim! İlmimi arttır, de.” (Tâ-Hâ; 114)
Elbette ki Rabbimiz dil ile kavli dua etmenin yanı sıra fiili dua etmeyi, ilim meclislerine devam edip kendimizi yetiştirmeyi de emretmiştir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ilim öğrenmeye talip olanları şöyle müjdeliyor:
“İlim, öğrenmek isteyen herkesin geçmiş günahlarına kefaret olur.” (Tirmizi, İlim,2 (2650)
İlmihalini öğrenmek herkese farzdır. Bundan sonra kulluğunu güzelleştirmek ve derinleştirmek için ne kadar ilim öğrenilirse o da fazilettir. Bize her alanda örnek olacak büyük bir miras bırakan Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifinde:
“Ümmetimin fesada gittiği zamanda kim benim sünnetime sarılsa ona yüz şehit sevabı vardır.” (Taberânî, el-Mecmeu’l-kebîr, 1394) buyurmaktadır. Bizler de bu zamanda Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın yolunu, bütün incelikleriyle öğrenip mümkün olduğu kadar aktarmak için ilim, sohbet ve zikir meclislerinde yerimizi almalıyız.
İlim sonsuz bir hazinedir. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de buyuruyor ki:
“Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir.” (Mücadele; 11)
Bu sebeple hiçbir müslüman benim ilmim bana yeter dememeli, ilim meclislerine yağan rahmetten nasibini aramalıdır. Ebu Hureyre radıyallahu anhden rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselatu vesselam Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Mümin sonunda varacağı yer cennet oluncaya kadar, işittiği hiçbir ilme asla doymaz.” (Tirmizi, İlim, 19)
Kaç yaşında olursak olalım, hangi işle meşgul olursak olalım ilim öğrenmek için bir vesile arayalım. Çünkü Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:
“Kim ilim için yola çıkarsa Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, hoşnutluklarından dolayı ilim talebesine kanatlarını serer. Denizdeki balıklara varıncaya kadar yer ve gök ehli âlim kişinin bağışlanması için Allah’a yakarır. Âlimin, âbide üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Kuşkusuz âlimler peygamberlerin varisleridir. Peygamberler miras olarak ne altın ne de gümüş bırakmışlardır; onların bıraktıkları yegâne miras ilimdir. Dolayısıyla kim onu alırsa büyük bir pay almış olur.” (Tirmizî, İlim, 19)
Bu mübarek Ramazan ayı vesilesiyle Rabbimiz bizleri cennet yolunda mesafe kat eden rızasını kazanan kusurları affedilen kullarından eylesin. Amin.