KAPAK / Öfkelerini Yenerler ve İnsanları Affederler

KAPAK
Öfkelerini Yenerler ve İnsanları Affederler
Abdullah Sofuoğlu
Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de takva sahiplerine şöyle müjde vermektedir:
“Rabbinizin bağışına, takva sahipleri için hazırlamış olduğu, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! O takva sahipleri ki bollukta da darlıkta da Allah’ı hoşnut etmek için mal harcarlar, öfkelerini yenerler ve insanları affederler. Allah da böyle güzel davranışta bulunanları sever.”(Âl-i İmran, 133-134)
Takva sahibi olmak, Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak azaptan ve kınanmaktan sakınmak manasına gelir. Elbette hem zahiri emir ve yasaklara hem de manevi, ahlaki emir ve yasaklara…
Bu ayet-i kerimede Rabbimiz, takva sahiplerinin ahlaki özelliklerine dikkat çekerek nefislerini cimrilikten, öfkeden ve kin tutmaktan temizleyip cömertlik, hilim ve affedicilik gibi kemâlâta sahip olmalarına dikkat çekmektedir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem müşriklerin sataşmalarına karşı çok sabırlı davranmış, öfkelenmemiştir. Kendisine karşı en büyük kötülüğe kalkışanlardan bile nefsi adına intikam almaya kalkışmamıştır. Mekke’nin fethinden sonra kendi şahsına ve iman edenlere her türlü eziyeti yapanları affetmiştir. Kendisini Taif yolculuğunda taşlayanlara bile beddua etmemiş: “Ya Rabbi! Onlar, bilmiyorlar, affet!” şeklinde duâ etmişti. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem daima affediciliği ile gönül kazanmıştır. Allah-u Zülcelâl de onun şanını, şerefini ebediyete kadar yüceltmiştir.
Cahiliye toplumlarında insanlar kan davası gütmekle, intikam almakla daha şerefli olacaklarını zannederlerdi. Husumet ve intikamda şiddetli olmak, itibar kaynağı gibi görülürdü.
Dinimiz ise müminlere hilmi, müsamahayı ve affetmeyi tavsiye etmektedir. Birçok ayet-i kerimede Allah-u Zülcelâl’in el-Halim, el- Ğafur, er- Rauf, el-Afuv isimleri zikredilir. Allah-u Teâlâ’nın el-Esma’ul-Hüsna’sından bu isimlerle ahlaklanmanın faziletine dikkat çekilir. Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede buyuruyor ki:
“Onlar affetsinler, hoş görsünler. Allah’ın sizleri bağışlamasını istemez misiniz?” (Nûr, 22)
Tasavvuf yolunda da öfke, kin, intikam gibi duygular, nefsin tezkiye edilmesi gereken mezmum sıfatları arasında zikredilir. Tasavvuf büyükleri öfke duygusunun kibirden, kendini üstün görmekten kaynaklandığına dikkat çeker. Çok öfkelenen kişilerin başkalarını küçük görmeye temayüllü olduğunu söylerler.
Kibir duygusu gerçek bir müminde asla olmaması gereken bir histir. Allah’ın büyüklüğü karşısında kendi acizliğini, muhtaçlığını idrak etmiş bir müminde kibir olamaz. Bir insan Allah’ın kendisini yoktan var ettiği, her an rızık ve nimetler vererek yaşatmakta olduğunu ve her nefeste O’na iki kere hayatını borçlu olduğunu düşünecek olursa nasıl kibirlenebilir?
Allah-u Zülcelâl kibirlenmeyi asla hoş görmez. Ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:
“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.” (el-İsrâ, 37)
Allah-u Teâlâ’nın diğer kullarından farklı olmadığını, herkes gibi her türlü nimete muhtaç olduğunu bilen bir kul, başkalarına nasıl olur da tepeden bakar? Nasıl olur da kendi kusurlarını bırakıp insanların kusur ve kabahatlerini araştırıp onlara öfkelenmeye bahane arar durur?
“Selam” Deyip Geçerler…
Gerçek bir mümin, bütün müminleri kardeş bilir, kardeşlerinin hatalarını örter. Kimseyi hor görmeyip, herkesin hidayetine ve kurtuluşuna vesile olmaya çalışır. Hatta cahil kullara dahi merhamet eder, hatalarını hoş görür.
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede böyle kullarını övmüştür:
“Rahmân’ın öyle kulları vardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) “selam” derler (geçerler).” (Furkan, 63)
Kendisine karşı cahillik yapanları dahi affedip, geçip gitmek gerçekten çok büyük bir ahlak ve fazilet örneğidir. Çünkü öfkeyi yenmek ancak olgun ahlak sahiplerinin başarabileceği bir fazilettir. Ancak bunu başarmak insan için iki dünyada da kurtuluş vesilesidir.
İlmin kapısı Hz. Ali radıyallahu anhu, “Gazap ve gayzdan (öfkeden) sakınınız. Çünkü onun başlangıcı delilik, sonu ise pişmanlıktır.” Buyurmuş. Gerçekten de öfke insanın gözünü bürüdüğü zaman bir çeşit delilik gibidir. Öfke sırasında kalp atışının hızlanması ile kanın damarları ve beyni zorlaması, aklın normal görev yapmasını önlemektedir. Bu da kişinin yanlış davranmasına, kendine ve başkalarına zarar vermesine yol açabilir.
Psikologlar öfkenin sebep ve sonuçlarını şöyle tarif ediyorlar: “Kişinin benliğine bir saldırı yapıldığını, bir haksızlığa uğradığını, ihtiyaçlarının karşılanmadığını, duygularının incitildiğini hissetmesi sonucu; nefesinin hızlanması, kan basıncının ve kalp atışlarının artması, adrenalin hormonlarının salgılanmasıdır.”
Bu tariften de anlaşılabileceği gibi öfkenin kaynağı kişinin benliğidir. Kişi benliğini ve haklarını savunma duygusuyla gerginlik yaşamakta ve buna bağlı olarak vücut kimyası değişmektedir. Vücuttaki bu kimyevi değişim, büyük bir enerjinin açığa çıkmasına sebep olmaktadır.
Öfkesi kabaran insan, kanını kaynatan bu enerjiyi, kendisini öfkelendiren duruma tepki göstermekte harcamak ister. Mesela kendisini kızdıran kişiyi incitmek, öfkelenmesine sebep olan eşyayı fırlatıp kırmak gibi… İşte bu aniden çoğalan enerjiyi aklıyla kontrol edemediği takdirde sonunda çok pişman olacağı şeyler yapabilir.
Dünya felaketlerine uğramış insanların da, ahiret pişmanlığı çeken insanların da çoğu; “Bir anlık öfkeye kapıldıkları” için nedamet duyarlar. Mesela hapishanelerde ömür çürüten on binlerce kişiye, “Dünyaya bir daha gelseniz ne yaparsınız?” diye sorulsa, eğer yaşadıklarından ders almışlarsa şöyle diyeceklerdir: “Kendi hislerime, bilhassa öfkeme hâkim olurdum!”
Akıllı bir adam, “Öfke aklın ışığını söndüren bir rüzgar gibidir” demiş. Bilim adamları, insanın beyninde, böyle heyecan ve duyguların kabardığı zamanlarda aklı devreden çıkaran bir sistem olduğunu söylüyor.
Bu sistem normalde insanın nefsini koruması için işe yarar; mesela üzerinize doğru gelen bir otomobili gördüğünüzde “can havliyle” kendinizi kaldırıma atarsınız. O anda düşünüp taşınmaya hiç ihtiyaç hissetmezsiniz; çünkü akılla karar vermeye gerek yoktur.
“Can” kendini korumak için acele devreye girer, kontrolü ele alır. Ancak bu sistem öfke anında da işe karıştığı takdirde kişi, kendi benliğini savunmak adına saldırganlığa başvurabilir. İnsanı pişmanlığa sürükleyen öfke patlamalarının altında yatan da beyindeki bu sistemdir. Ancak insanın beynine bu sistemi yerleştiren Rabbimiz, onu kullanmak için bir kullanma kılavuzu da vermiş.
Öfkelenmemek Elde Değilse Yüz çevir
Kuran-ı Kerimi dikkatle okuyan bir insan, onun pek çok ayetinin insana kendi nefsini doğru şekilde kullanmakta kılavuzluk ettiğini görebilir. Mesela böyle rehber ayetlerden biri: “(Rasûlüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’râf; 199) ayetidir.
Âlimlerin ve evliyanın büyüklerinden Cafer-i Sâdık Hazretleri; bu ayet hakkında, “Güzel ahlakı özetleyen bir ayettir” demiştir. Dikkat edilirse ilk nasihat, yani, “Af yolunu tut!” öfkenin en büyük ilacıdır. Çünkü insanın hayatı boyunca hiçbir şeye öfkelenmemesi mümkün değildir; ancak öfkelendiren durumları affetmesi mümkün olabilir.
İnsanoğlu benliğine dokunan bir durum karşısında öfkelendiği vakit bunu bastırsa bile yok edemez. Eğer sırf korkusundan dolayı öfkesini ifade etmekten kaçınır, hep geri adım atarsa kendine saygısı kalmaz. Ama affetmek farklı bir tutumdur.
Af, kişinin öfkesini yuttuğu anda kendisine saygısını korumasını sağlar. Çünkü korkusundan dolayı sinmiş değildir; karşısındakinin cahilane hareketini bağışladığı için öfkesini tutmuştur.
Bugün psikologlar, kızgınlığı sürekli içe atmanın ileride daha büyük öfke patlamalarına yol açacağını bildiriyorlar. Haddini bilmeyen kişileri sürekli affetmek onları daha büyük hadsizlik için cesaretlendirebilir.
Oysa affetmek, yapılan kötü davranışı kabullenmek manasına gelmez. İnsan iyilikle kötülüğü bir tutmamalıdır; ancak kötülüğe karşı aceleyle ceza vermeye girişmeyip, iyilikle terbiye etmeye çalışmalıdır.
Allah-u Zülcelâl bize çok önemli bir ölçü veriyor; “İyilikle kötülük bir olmaz, Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet, 34)
Nitekim Peygamberimiz kendisine yapılan kötülüklerden intikam almazdı. Ancak bu kötülükler onun şahsına karşı düşmanlıktan çok, peygamberlik vazifesini yapmasına engel olan bir kötülük olduğu için onlara karşı en güzel tarzda mücadele ederdi.
Benzer bir şekilde bir mümin de doğruları yapmak isterken veya sorumluluğu altındaki kişilere bir şeyleri tembih ettiği sırada muhatabının söz dinlemezliği ve hatalarda ısrarı sebebiyle haklı olarak öfkelenebilir. Böyle durumlarda en etkili mücadele yöntemini soğukkanlılıkla, basiretle ve kararlılıkla uygulamak gerekir.
Peygamberimiz kendi nefsi adına asla öfkelenmezdi ancak Allah’ın emirlerini yerine getirmede ağırdan alma veya aşırıya giderek zarara sebep olma gibi bazı durumlarda öfkelenirdi. Hz. Âişe Validemiz, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in şahsî bir meseleden dolayı kimseden intikam almadığını bildirmiş; ardından da, “Allah’a ait bir hak ayaklar altında çiğnenirse, onu hiç affetmez, hemen o kimseye Allah’ın emrini tatbik ederdi.” (Müslim, Fedâil, 79) buyurmuştur.
Esasen Allah-u Zülcelâl’in beğendiği makbul ahlak, her türlü hadise ve vaziyet karşısında duyarsız kalmak, tepkisizlik, umursamazlık değildir. Aksine iyi insan, iyilikleri emir ve teşvik etmeli, kötülüklerden de sakındırmalıdır.
Ayetin devamında “iyiliği emret” buyrularak af yolunu tutmanın hakiki mahiyeti açıklanır. Demek ki affetmek, her türlü yanlışı görmezden gelip geçmek değildir. Ceza vermekte acele etmemeli ama bir daha yapılmaması için kararlılıkla ikazda bulunmayı da ihmal etmemelidir.
Peki ya karşımızdaki hatasında direniyorsa? İşte ayetin sonundaki “cahillerden yüz çevir” kısmı tam da bu noktayı işaret ediyor. Elbette bir insan, uğradığı haksızlığı affettiği ve güzellikle uyarıda bulunduğu halde karşısındaki haddini aşıyorsa daha büyük bir öfke duyacaktır. Bu durumdaki kişiye tavsiyenin “yüz çevir,” olması adeta Kuran’ın bir mucizesidir.
Çünkü bugün bilim dünyası, insan beyninde başkalarının yaptıkları hareketleri anlama, yansıtma ve taklit etme kabiliyetinin kaynağı olan ayna nöronları/mirror neurons bulunduğunu söylüyorlar. Bu nöronlar, tasavvufta in’ikas ve insibağ denilen, muhatabın halini yansıtma, onun duygularına bürünerek ortak duyguda birleşme imkânını sağlıyor. Bundan dolayı, hırçın, kaba, cahil, insanın öfkesini tahrik eden hal ve hareketlere sahip muhataptan yüz çevirerek onun halinden etkilenmeyi en aza indirgememiz emrediliyor. Karşımızdaki kişi cahilse; cahile uyup öfkelenmemeli, kontrolümüzü kaybetmemeliyiz. O ortamdan uzaklaşmalı, o kişiyi kendi kabalığıyla başbaşa bırakmalıyız.
Öfkeli anlarda acele karar vermek, kızgınlığa kapılıp karşılık vermek pişmanlıklara sebep olabilir. Allah-u Zülcelâl hepimizi iki dünya pişmanlıklarından muhafaza etsin. Âmin.