Kimlerin Tefsiri Okunmalı?

  • 20 Şubat 2017
  • 1.557 kez görüntülendi.
Kimlerin Tefsiri Okunmalı?
REKLAM ALANI

Ahirzaman sonbaharını yaşadığımız şu dönemde meydanlar, kendisini müfessir zannedenlerden geçilmiyor. Eline bir meal alan, allame yahut bir müfessir edasıyla tuttuğu köşe başında, önüne gelene ahkam kesiyor, vaaz veriyor. Onu alıyor yere vuruyor, berikisini göğe çıkartıyor, birisinin küfrüne hükmetmek çok kolay bir şeymiş gibi; ona “kafir” diyor, ötekisine “münafık!” Sorarsan ondan daha iyi anlayan yok bu işten. İlminde o kadar iddialı ki, Selef-i Salihinden olan alimleri dahi hiçe sayıyor.

 

Oysa tefsir etmek, ayetlerin manalarını açıklamak, her babayiğidin harcı değildir! İlgili ilimleri bilmeden tefsîr yazmaya kalkışanın îmânını kaybetme tehlikesi olduğu için Mazhar-i Cân-ı Cânân Hazretleri, tefsîr yazmak isteyen halîfesine izin vermemiştir. (Makâmât)

REKLAM ALANI

 

Tefsîr, akla değil, nakle dayanır. Alimlerin, Peygamberimizden ve Ashâb-ı Kirâm’dan yapılan rivayetlerle yaptıkları tefsîrlere aykırı tefsîr yazan, küfre düşer. (M.Rabbânî, M.234)

 

Nitekim İbn-i Abbas radiyallahu anhtan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Her kim Kur’an hakkında kendi görüşüne dayanarak bir şey derse (bir karar verirse) cehennemde yerini hazırlasın.” (Tirmizi)

 

Bunlara bakarak herkesin tefsir yapmak gibi bir yetkisinin olmadığını anlamalı ve her tefsir yapanın da ardına düşmemeli, sağlam ve sahih bir anlayış için muteber alimlere tabii olunmalıdır ki, maazallah ebedi hayatta pişman olunmasın..

 

İslam alimleri kimlerin tefsir yapabileceğini ve buradan yola çıkarak hangi özellikleri taşıyan tefsirlerin okunabileceğini kitaplarında açıklamışlardır. Büyük İslam Alimi, merhum Ömer Nasûhî Bilmen’e göre, Kur’ân’ı tefsir etmeye kalkışanların taşımaları gereken özellikler şunlardır;

Ehlisünnet akidesinden olacak

1) Sağlam bir inanca sahip olması ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin sünnetine uyması gerekir. Çünkü inancı bozuk ve sünnete uymayan insanların yazacakları tefsirler, kendi bozuk düşüncelerinin teşhir edileceği bir yer olacağından, güven vermeyecek ve Kur’an’ın feyzinden faydalanmayı ortadan kaldıracaktır.

Hele ilhad (dinden dönmüş) erbabının yazacağı sözüm ona tefsirler, İslâm bünyesini tahrip gibi bir maksada dayandığından, bunları ele almak bile doğru değildir. Bunlar ancak içerdikleri yanlış düşünce ve fikirleri çürütmek, yazarlarına gerekli cevapları vermek için incelenebilir. Batiniyye ve Gulat-ı Şîa’nın tefsirleri bu kabildendir.

Çünkü bunların bir kısmı, sûret-i haktan görünüp gerçek yüzlerini ortaya koymazlar, insanların kafalarını karıştırmaya, kalplerine şüphe tohumlarını ekmeğe çalışırlar. Onun için de kıyıda bucakta buldukları, hiç de tutarlı olmayan bir kısım düşünceleri ileri sürerler.

 

2- Müfessir, iyi niyet sahibi olmalıdır. Tefsiri yalnız Allah’ın hoşnutluğunu elde etmek, Kur’ân’a hizmet ve mü’minlerin faydalanmalarını sağlamak niyetiyle yazmalıdır. Böyle samimi bir niyetle hareket edenlerin gerçeğe ulaşacakları, “Bizim uğrumuzda cihâd edenlere gelince, onları mutlaka yollarımıza eriştireceğiz. Şübhesiz ki Allah, elbette iyilik edenlerle berâberdir.” (Ankebût; 69 )âyeti ile sabittir.

3- Müfessir, yazacağı eserinde, diğer müfessirlerinden farklı bir kısım hususiyetler gösterebilmelidir. Yaklaşım tarzı, anlatımı, uyguladığı metot ve zamanının problemlerine çözüm getirecek, yeni incelemeleri içerir bir özellikte olmalıdır.
Nakli ve akli ilimleri
bilecek gramere vakıf

4- Müfessir, nakli ve akli ilimleri çok iyi bilmelidir. Kendisinde edebî bir zevk ve manevî bir heyecan bulunmalıdır. Dili bilmeyen, sözcüklerin lügat ve mecaz manalarını anlamayan, edebî sanatlardan habersiz bir kimse Kur’ân’ın lafızlarını nasıl tahlil edip açıklama cüreti gösterebilir? Kelâm, fıkıh ve hadis ilimleriyle meşguliyeti olmayan bir insanın, bu konulara değinen âyetleri açıklayabilmesi nasıl düşünülebilir?

5- Müfessir, âyetlerin tefsirini önce Kur’ân’dan aramalıdır. Çünkü Kur’ân’ın bazı âyetleri bazısını tefsir eder. Bir âyette mutlak olan diğer bir âyette açıklanmış, bir âyette kapalı olarak geçen bir husus, diğer âyette açıklanmış olabilir. Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsirine pek çok örnek veren yazar, bu konudaki düşüncesiyle Kur’ân’ın âyetlerini bir bütünlük içinde ele almak gerektiğini ortaya koymaktadır.

6- Kur’ân’ı tefsirde ikinci önemli kaynak sünnettir. Mutlaka sünnete müracaat edilmelidir. Çünkü Kur’ân’ı en iyi bilen Hz. Peygamber’dir. O Kur’ân’a vakıftır. O’nu bizim anlayacağımız şekilde açıklamış olacağı şüphesizdir. Binaenaleyh müfessir, Hz. Peygamber’in sünnetine müracaattan müstağni olamaz. Ancak rivâyet bakımından zayıf ve uydurma hadisler bulunmaktadır. O taktirde dikkat edilmeli, böyle hadislerle Kur’ân tefsir edilmemelidir.

7- Sahabe tefsirine de baş vurulmalıdır. Çünkü sahabe, Hz. Peygamber ile sohbet etmiş ve ondan nice âyetlerin açıklamalarını öğrenmişlerdir. Sahabeden ders alan tabiîlerin tefsiri de ihmal edilmemelidir.

8- Kur’ân, Arap dili ve üslubuyla indiğinden, Kur’ân âyetleri tefsir edilirken, Arap dil kurallarının bilinmesi de gereklidir. Müfessir, kelimeleri, az kullanılma, çok kullanılma, garib, şaz olma gibi özellikleriyle bilmelidir.

9- Kur’ân-ı Kerim, en güzel, en mükemmel beyan üslûplarını camî bir belagat harikasıdır. En güzel benzetmeleri, en parlak mecazları, istiareleri, sese söze güzellik katan en güzel bedii sanatları, en latif kinayeleri içermektedir. O halde müfessir, dilin bu özelliklerine hakkıyla vakıf olmalıdır. Ancak, bu sayede, Kur’ân’ın fesahat ve belagatını, yazdığı tefsire layıkıyla aksettirebilir.

10- Müfessir, bütün bunların yanında büyük bir ilmi birikime, kuvvetli bir zekâya, mükemmel bir muhakeme gücüne sahip olmalıdır ki içtihad ve istinbat yoluyla tefsir edebilme formasyonuna sahip olabilsin.

11- Müfessir, evrenin yaradılışına, madenlere, bitkilere, gök cisimlerine, yeryüzünün oluşumuna ait âyetleri tefsir ederken, vahye dayanmayan, sadece duygu ve tecrübe ürünü olan ilimlerin meselelerini anlatırken ihtiyatlı olmalıdır. Bir kısım bilimsel nazariyeleri kesinmiş gibi değerlendirerek, Kur’ân’ın yüce beyanlarıyla bunların arasını kesinlikle telife çalışmamalıdır. Çünkü bilimsel nazariyeler, bilimin gelişmesi sonucu değişebilir. Örneğin ilahî kudreti gözler önüne sermek için gök cisimlerine işaret eden âyetleri Batlamyus’un miladını doldurmuş nazariyesiyle telife çalışanların bu konudaki çabaları, bu gün önemini kaybetmiştir.

12- Müfessir, hakikati araştırmalı, gereksiz detaydan kaçınmalıdır. Özellikle aslı esası bilinmeyen hikayelerden uzak durmalı, hurafe cinsinden olup insanların anlayamayacakları, akıl almaz tuhaf rivâyetlerden sakınmalıdır.

13- Müfessir, yazacağı tefsirine çok güzel bir düzen ve tertip uygulamalı, maksadı ifade edecek ölçüden eksik yapmamalı, tefsirle ilgisi olmayan şeylerle de eserini doldurmamalıdır.

 

Hülasa
Bu ölçülere göre; piyasada kendine yer tutmuş, TV ekranlarında kendi gösteren tefsir kitaplarını ve yazarlarını bir kritiğe tabi tuttuğumuzda çoğunun gerekli şartlara sahip olmadıklarını görebiliriz.

 

Sadece birinci madde olan sağlam itikad ve Sünnet-i Seniyyeye’ye uymak şartını bile üzerinde taşımayan nice kişilerin; itikad, fıkıh, hadis ve tefsir sahalarında ahkam kesmeleri, son derece sırıtan eksikliklerdir. Bir batılı bilim adamı kafasıyla yetişen ve yaşayan insanların, dinin hakikatinden bahisler açmaları ne kadar traji-komik bir durumdur.

 

Bu yüzden hangi tefsiri, kimin kaleminden okuduğumuza ve kimlerin sözlerine değer verdiğimize dikkat etmek durumundayız. Allah-u Zülcelal akl-ı selim ve kalb-i selimle huzuruna çıkmayı, tüm okuyucularımıza nasip eylesin…

 

Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, Ankara, c.I,II, 1973-1974.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ