Konya’nın Güneşleri
Karanlık kuşatınca ruhumuzu, sarınca dört bir yanımızı gölgeler, yolumuzu aydınlatacak bir ışık ararız.
Şems ‘güneş’ demek. Karanlık dünyamıza bir ışık huzmesi bulabilmek için biz de Mevlana’nın düştüğü yola düştük. Ovanın düzlüğüne kurulmuş, Mevlana şehri Konya’nın kapısından girerken, ruhumuzu kuşatan serin bir mana rüzgarı okşadı yüreğimizi. Yükseklerde seyreden nefsimizi alçaltmak için bıraktık kendimizi ötelerden gelen ney taksimine…
Konya’da, toprağın altında ve üstünde nice güneşler var. Onlardan biri dünyamızı aydınlatmak için yolumuza düşüyor. Bir diğeri de dünyanın hoşgörü abidesi Mevlana’nın gönlünü aydınlatmış Şems-i Tebrizi. Çoğumuz bu güneşlerin farkında bile değiliz maalesef.
Kendi adı ile anılan mescidin avlusunda bulunan şadırvandan akan suyun ferahlığı ile bedenleri ferahlatıyoruz. Mescit, dış mekanı itibari ile gösterişten uzak, sade bir yapı. Mana güneşinin makamının bulunduğu iç mekana yöneliyoruz. Ahşap bir kapıyı araladığımızda, içimizdeki duygular şiir oluyor:
Ey Şems aç kapını, Mevlana’ya açtığın gibi;
Gül bahçene girmeye geldik…
Kaçma bizden, fitneden kaçtığın gibi;
Mevlana misali vuslatına ermeye geldik…
Kapıdan içeriye adımımızı atığımızda, tam karşımızda beliriyor Şems-i Tebrizi Hazretlerinin Makamı. Derin bir sessizlikte, vakur bir sandukanın manevi atmosferi kuşatmış mescidin içerisini. Kıblenin sağındaki mekana yerleştirilen sanduka, bir ebedi cennet bahçesi gibi yeşillerle bezenmiş. Kabrin başına sarılan yeşil sarık, Mevlevi güneşi olduğunun da bir işareti. Türbeye gelenler, ellerini açıp Fatiha’lar okuyup, gönderiyor Tebriz’li güneşe…
O, tahkik erbabının müşküllerini halledici, temyiz ehli olan ulemanın rehberi, velayet ehlinin aşk sultanıdır. Şeyh Şemsüddin Tebrizi Hazretleri, Şeyh Rüknüddin Sücasi Hazretlerinin dervişlerinden ve seçkin halifelerinden biriydi. Kendisi, “Şeyh Ebu Bekri’z-Zenbil-i Bakılani” ve “Şeyh Kemal-i Hocendi” ile bir çok sohbetlerde bulunmuş, aralarında nice dostluklar ve sırlar geçmişti.
Şeyh Şemsüddin’in tam ismi, Haddâdar b. Muhammed b. Ali b. Melikdâd-i Tebrizi’dir. Kendisi, Kutbü’l- Arifin (ariflerin kutbu) ve “İmamü’l- Aşıkin” (aşıkların önderi) Mevlana Muhammed Celaleddin Rumi kuddise sirruhunun irşadına sebep olmakla meşhurdur.
Mürşid-i kamil-i mükemmeldir,
Sözleri mücmel-i mufassaldır,
Neş’esin verdi Molla Hünkara,
Anı inkar eden muattaldır.
Şems parkının içinde bulunan mescit ve türbenin bahçesinde satılan hediyelik eşyalardan, gelen ziyaretçiler bir şeyler alıyor. Ancak Mevlana ruhlular, hediyelerin en güzeli olan aşkı, muhabbeti, sevgiyi, hoşgörüyü buket buket kucaklayıp götürüyorlar.
Konya’ya her gün binlerce insan akın ediyor Mevlana’nın, “Ne olursan ol yinede gel…” çağrısına uyarak.
Mevlana aşk çeşmesinin suyunu Şemsi Tebrizi’de bulmuştur. İnsanlar bu aşkı, Konya’ya gelerek Mevlana’da arıyor. Çoğu insan, Konya’ya gelip Mevlana’nın makamına çıksa da onun hocası, yareni, gönül dostu, Şems-i Tebrizi makamına uğramadan gidiyor. Oysa Mevlana, Şems’ten ayrılıp madde aleminde kavuşamayacağını anlayınca:
Beden bakımından ondan uzağız amma;
Cansız bedensiz ikimiz de bir nuruz;
İster O’nu gör, ister beni…
Ey arayan kişi! Ben O’yum, O da ben, demiştir…
Mevlana’yı anlamak için Şemsi bilmek gerekir. Şemsi bilmek için Mevlana’yı anlamak lazım. Bu yüzden Şems’in makamına varmalı, onu Mevlana kadar olmasa da anlamaya çalışmalıyız.
Şems-i Tebrizi’nin makamı Mevlana’nın türbesine, yürüyerek on dakikalık uzaklıkta. Konya’ya varıp Mevlana’nın gül bahçesinden gür dererken, Şems-i Tebrizi’nin ışığından da her gün biraz daha kararan iç dünyamıza ışık huzmeleri almayı ihmal etmemeliyiz. Usulüne ve adabına uygun bir ziyaretin gönül dünyamıza kazandırabileceği manevi nimetleri hayal dahi edemeyiz.
Şems-i Tebrizi ile Mevlana Aşkı
Şems-i Tebrizi, Makalât adlı eserinde “Allah’a yalvardım. ‘Yarabbi beni kendi velilerinle tanıştır, onlarla yoldaş et’ dedim. Rüyamda, ‘Seni bir veliyle yoldaş edelim,’ dediler. ‘O veli nerededir?’ diye sordum. Ertesi gece bu velinin Rum diyarında (Anadolu’da) olduğunu söylediler. Bir müddet sonra tekrar gördüğüm rüyada, ‘Henüz vakti gelmemiştir, her işin bir zamanı var,’ dediler.”
Şemsin yüreği dağ gibidir. Her gönül, her insan ona yarenlik edecek kadar mertebeye sahip değildir. İnsan her dem kendi seviyesine uygun dostlar arar. Şems ettiği duadan sonra Mevlana’ya giden yolun kapısı aralanır. Hicri 642 yılında Konya’ya gelir.
Şekerciler Hanı’nda bir odaya yerleşir, Mevlânâ’yı sorar; onun, o sırada Meram bağlarında sayfiyede olduğunu, ikindiye doğru şehre geleceğini söylerler. Şems yol üzerinde beklemekte, sabırsızlıkla Mevlânâ’nın yolunu gözetmektedir. Derken vakit gelir, Mevlana bir katıra binmiş, aheste aheste sürmekte ve kendisine yaklaşmaktadır. Yıllardır içi aşk ve iştiyak ateşiyle dolu olan Şems, katırın dizginine yapışır, selâm verir ve bir soru sorar. Mevlana Şems’in sorusuna cevap veremez.
Öyle ki Mevlânâ, Şems’in sualinin heybet ve azameti karşısında kendinden geçmiş, bir süre sonra kendine geldiği zaman, Şems’in elinden tutarak yaya olarak kendi medresesine götürmüş, onunla kırk gün halvette kalarak, hiç kimseyle görüşmemiştir.
Mevlana Hazretleri, zahiri din ilminde hayli yol katetmiş bir âlimken, manevi, Batıni ilimlerin inceliklerine henüz vakıf değildi o zamanlar. İşte Mevlana Hazretleri Şems-i Tebrizi Hazretlerinde, bu manevi ilmin, irfanın belirgin izlerini gördüğü için onunla hemhal olmak, ondan bu yüce Allah aşkının sırlarını öğrenmek istedi.
Mevlana, Şems beraberliği bazı rivayetlere göre aylar sürdü. Mevlana’yı sevenler, Şems’e kızmakta, onu kendilerinden almakla suçlamaktaydılar. Konya sofileri arasında onu çekemeyen bir sofi de: “Yazıklar olsun ki bilginler sultanı Bahaeddin Veled’in oğlu, bir Tebrizli adamın arkasından yürümeye başladı. Artık Horasan toprağının yetiştirdiği değerler, Tebrizlilerin uydusu haline geldi.” diye halkı ayaklandırıyordu. Halkın arasındaki bu huzursuzluktan dolayı Şems Konya’dan ayrılır. Şems gidince Mevlana’ya kavuşacağını zanneden müritleri onu hiç göremez olurlar.
Mevlana Şems’ten haber getiren herkese, yalan olduğunu bilse bile hediyeler verir. Bir gün Şam’dan bir mektup gelir. Mektup Şems’e aittir. Mevlana Oğlu Sultan Veledi Şam’a gönderir. Onu tekrar Konya’ya getirmesini ister. “Gidin ey yoldaşlar, dostumuzu bu tarafa çekmeye bakın! Nihayet o kaçak sevgiliyi tekrar bana getirin.”
Mevlana’nın oğlu Sultan Veled Şems’i ikna eder. Konya’ya ikinci gelişinde, Mevlana’nın ikinci baharı yaşanır. İnsanlardan uzak bir halvet dünyasına dalarlar.
Ancak bu ikinci geliş hüzünlü ayrılışla biter. Bir gece Şemsi dışarı çağıran Mevlana’nın müritleri, Mevlana’yı Şems’ten kurtarmak için saldırı planlarlar. Şems, Mevlana ile vedalaşır. Dışarıda kendisini öldürmek için çağıranların yanına gider.
Mevlana dışarı çıktığında, kan lekesinden başka bir şey bulunmaz. Şems’in nereye gittiği, nasıl gittiği bir sır olarak dudaklarda kalır.
Mevlana, Şems-i Tebrizi için ne der?
“Bir gün bana Melekût âleminin yolları açıldı; ilâhi bir temaşa zevkiyle Miraç etmek nasib oldu; dördüncü kat göğe kadar çıktım ama o feleğin yüzünü kararmış gördüm. Beytül Mâmur denilen sarayın sakinlerinden bunun sebebini sordum. O makamın sakinleri, ‘Bizim güneşimiz, fakirler sultanı Şems-i Tebrizî’yi ziyarete gittiği için karanlıkta kaldık’ dediler. Ben o kutsal yerleri dolaşıp tekrar dördüncü kat göklere geldiğim zaman, büyük güneşin eskisi gibi kendi merkezinde nur ve ışık saçtığını gördüm.”
Şems-i Tebrizi, Mevlana hakkında ne der?
“Dünyanın hiç bir yerinde Mevlânâ gibisi yoktur. Bütün fenlerde, temel bilgilerde, din bilgisinde, gramer, sentaks, mantık ilimlerinde en büyük uzmanlarla kuvvetle konuşur, tartışır; onlardan daha üstün, onlardan daha zevkli, onlardan daha lâtiftir. Gerekirse, gönlü isterse, üzüntüsü engel değilse ve konunun tatsızlığı sebep olmazsa, hepsinden daha yetkili konuşur. Ben akıl yönünden bilinmesi gerekli bu bahislerde, yüz yıl uğraşsam ondaki ilim ve hünerin onda birini elde edemem. Halbuki o kendisini bilmezlerden sanır ve öyle zanneder. Benim önümde, beni dinlerken, nasıl anlatayım, ayıptır söylemesi, babasının önüne oturmuş iki yaşında bir çocuk yahut Müslümanlığa dair hiç bir şey işitmemiş yeni Müslüman olmuş birisi gibi öylesine utangaç bir hal alır.”
Nasıl Gidilir?
Konya, her yanı mukaddes gönül mekanlarıyla bezeli ülkemizin tam ortasında parlayan bir güneş gibidir. Şehrin merkezindeki Mevlana Türbesi’nden Alaaddin Tepesine doğru gidilirken, sağdan 300 metre içeride Şems Parkına ulaşılabilir. Mübareğin makamı da bu parkın içerisindedir.
ŞEMSİ TEBRİZİDEN HİKMETLİ SÖZLER
* Bana velî diyorlar. Dedim ki haydi öyle olsun, bana bundan ne kıvanç olabilir? Belki ben bununla öğünürsem çok çirkin düşer, ancak Mevlânâ, Kuran ve hadiste yazılı vasıflardan anlaşıldığına göre velî’dir. Ben de velinin velisi, dostun dostuyum; bu bakımdan daha sağlamım.
* Dervişin azığı (manevi) yoksulluktur. Yoksulluk da Allah yolunda dervişliktir. Dervişliğin hırka ile ne ilgisi var ki, her yıl dokuz yüz bin akçe derviş hücrelerinde yatanlar için harcanır. Her gün on koyun kesilir. Hele havadan gelen gelirleri de sayısızdır.
* Ben bir tarafta, dünyanın insanla şenlemiş dörtte bir kısmının halkı da bir tarafta olsa, beni sorguya çekse onlara cevap vermekten kaçınmam ve daldan sıçramam. Ne kadar zor şey sorsalar, cevap üstüne cevap veririm. Benim bir sözüm, onlardan her birisi için on cevap ve hüccet (delil) olur.
* Dost ile düşmanı ayırmak yolunu bilseydin,
Hayatı iki kere yaşamış olurdun.
Dost görünen düşmanlar çoktur.
Sana dert ortağı olacak dost yaraşır
Şemsi Tebrizi Kimdir?
(1185 – 1247)
1185 yılında Tebriz’de dünyaya gelen Şems-i Tebrizi’nin asıl ismi Mevlana Muhammed’dir. Melik Dad oğlu Ali adında bir zatın oğludur ve Azeri Türklerindendir. ‘Şemseddin’ yani dinin güneşi lakabıyla anılmıştır.
Daha küçük yaşlarda manevi ilimleri tahsilde gösterdiği kabiliyetle dikkat çeken Şems, din ilimleri tahsilinden sonra, genç yaşlarında Tebrizli Ebubekir Sellaf’a mürid olmuş, ününü duyduğu bütün meşhur şeyhlerden feyz almaya çalışmış ve bu sebeple diyar diyar dolaşmıştır. Bu gezginliğinden dolayı kendisine “Şemseddin Perende” (uçan Şemseddin) denilmiş, ayrıca Tebriz’de tarikat pirleri ve hakikat arifleri ona “Kamil-i Tebrizi” adını vermişlerdir.
Daha sonraları Secaslı Şeyh Rukneddin, Tebrizli Selahaddin Mahmut ile büyük alim ve ünlü mutasavvıf Necmüddin Kübra’nın halifelerinden Centli Baba Kemal’e intisap ederek onlardan feyz almıştır. Şemseddin-i Tebrizi, devamlı bir arayış içerisinde olmuş, manevi bir işaret üzerine de Hz. Mevlana’yı arayıp bulmuştur. Dünyaya, kılık ve kıyafete önem vermeyen Şems, Mevlana ile üç- üçbuçuk yıl süren beraberliği neticesinde onun hayatında yeni ufukların açılmasına vesile olmuş, onu ilahi aşkın potasında eriterek, kamil bir Hak aşığı yapmaya muvaffak olmuştur.
Teferruatıyla yazı içerisinde anlattığımız şekilde, Mevlana’da meydana gelen büyük değişikliği hazmedemeyenler, onun Mevlana’dan ebediyeyen ayrılmasına sebep oldular. Şems Hicri 645 Miladi 1247 tarihinde şehit mi edildi, yoksa geldiği gibi, kimseye haber vermeden Konya’yı mı terk etti kimse bilmez.
Bu gün Konya’da Şems makamı olarak bilinen, halk ve bilhassa Mevlevilerce Mevlana türbesinden önce ziyaret edilen bu mescit-türbe de mevcut sanduka, boş bir sanduka mı, yoksa Mehmet Önder Bey”in bir hatırasında anlatıldığı gibi, Şems gerçekten burada mı medfundur, bu da bilinmez. Bilinen gerçek odur ki, Allah velilerinin kalplerde yaşadığıdır.
Niğde’deki Kesikbaş Türbesi de Şems’e izafe edilir. Bunlardan ayrı olarak Tebriz’de Geçil denilen mezarlıkta, Hoy’da, Pakistan’ın Multon şehrinde Şems türbeleri veya makamları vardır. Bunlar çeşitli rivayetlerle süslenmiştir. Pakistanlıların söylediklerine göre de Şems, Konya’dan bir gece yarısı gizlice ayrılmış, önce Tebriz’e oradan da Hindistan’a gelmiş, meczup ve perişan, yıllarca ormanlarda dolaştıktan sonra Multon şehrinde vefat etmiştir.
Kaynak: Baha Veled’den Günümüze Konya Alimleri ve Velileri, Av. M. Ali UZ, Konya, 1993.