Mahlûkata Hizmet

  • 11 Eylül 2014
  • 868 kez görüntülendi.
Mahlûkata Hizmet
REKLAM ALANI

Bir kedicik ile…

 

İstanbul Aksaray’daki Valide Camii’ni yaptırmış olan Pertevniyal Valide Sultan vefat ettiğinde, kendisini salih bir kimse rüyasında güzel bir makamda gördü ve sordu:

REKLAM ALANI

– Yaptırdığın mabed dolayısıyla mı Allah seni bu makama yükseltti? Pertevniyal Valide Sultan:

– Hayır, dedi. O salih zat şaşırarak:

– O halde hangi amelinle bu mertebeye ulaştın? diye sordu. Valide Sultan şu ibretli cevabı verdi:

– Çok yağmurlu bir havaydı. Eyüb Sultan Camii’ne ziyarete gidiyorduk. Yol üzerinde kaldırım kenarında oluşan su birikintisi içinde cılız bir kedi yavrusunun çırpındığını gördüm. Faytonu durdurdum; yanımdaki bacıya:

– Git, şu kediciği al; yoksa zavallı boğulacak, dedim. Bacı ise:

– Aman Sultanım! Senin de benim de üstümüz kirlenir, deyip getirmek istemedi. Ben de onu kırmamak için arabadan kendim inip çamurun içine girdim ve o kedi yavrusunu kurtardım. Kedicik titriyordu. Acıdım ve onu kucağıma alıp iyice ısıttım. Çok geçmeden zavallıcık canlanıverdi. Allah Teâlâ bu yüce makamı, işte o kediye olan bu küçük hizmet ve merhametimden dolayı bana ihsan eyledi.

 

Müminin duasını almak

 

Ma’rûf-i Kerhi’nin oruçlu olduğu bir gün idi. İkindi vaktine yakın pazardan geçerken bir sakanın (sucunun):

– Bu sudan içene Allah rahmet ve bereketi ile muâmele eylesin, diye dua ettiğini gördü ve icabet edip (nafile) orucunu bozdu. Yanındakiler:
– Efendim, orucunuzu niçin bozdunuz? Dediler. Mârûf Hazretleri:

– Sakanın duasındaki berekete nail olmak istedim, dedi. Vefatından sonra kendisini rüyada görüp sordular:
– Allah sana nasıl muamele etti? Cevap verdi:

– Sakanın o hâlisâne duası bereketiyle Rabbim beni bağışladı. Bana merhametle muamele buyurdu.

 

Rufai Hazretlerinin ahlâk ve hizmeti

 

Ahmed er-Rifâî Hazretleri her gördüğü şahsa selam verirdi. Bir köy veya kasabada birinin hasta olduğunu duysa ilk fırsatta ziyaretine giderdi. Bu yolculuk esnasında karşılaştığı âmâların ellerinden tutar, gidecekleri yere kadar götürüverirdi. Bir ihtiyarla karşılaşacak olsa, elindeki yüke yardım eder ve etrafındaki dostlarına Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin şu hadîs-i şerîfiyle nasihatte bulunurdu: “Kim bir ihtiyara hürmet ve yardım ederse, Allah Teâlâ da ona, ihtiyarlığında hürmet ve hizmet edecek bir kimseyi ihsan eder.” (Tirmizî, Birr, 75)

 

Şehir dışına yapmış olduğu seyahatlerden dönüşte, ormana gider, odun keser ve merkebine yükleyerek şehre getirir; bu odunları dullara, çaresiz, fakir ve muhtaçlara dağıtırdı. Mecnun ve kötürümlerin hizmetlerine koşar, elbiselerini temizler, birlikte oturur, onlarla sohbet eder, yemeklerini kendi elleriyle getirir ve yedirirdi. Sonra da onlardan dua etmelerini isterdi. Müridlerine de: “Bu gibi âcizleri ziyaret; müstehab değil, vacip!” Derdi.

Bir gün, çocuklar oyun oynarken yanlarından geçmişti. Birkaç çocuk, Ahmed er-Rifâî Hazretleri’nin mânevî heybetinden korkup kaçtı. Hazret-i Pîr, derhal arkalarından koştu ve büyük bir şefkat ve muhabbet içerisinde onları bağrına basıp gönüllerini fethetti ve: “Evladlarım! Görüyorsunuz ki, ben de âciz bir kulum! Sizi endişelendirdiysem hakkınızı helâl edin” diye onlardan bir de özür diledi.

 

İtâat, hizmet, nasihat

Dâvud-i Tâî’nin sohbetine devam eden sâlih bir zât, Maruf-i Kerhî’ye:

– Sakın amel işlemeyi terk etme! Zira amel, seni Cenab-ı Hakk’ın rızasına yaklaştırır, dedi. Maruf sordu:

– Amel ile neyi kastediyorsun? O zât buyurdu ki:

– Her hâlükârda Rabbine itaat hâlinde olmayı; Müslümanlara hizmet ve nasihatte bulunmayı…

 

Hizmette Edeb

 

Ebû Abdullah Rugandî rahmetullahi aleyhİ buyurur: “Sakın sana verilen herhangi bir hizmeti küçük görme! Çünkü, hizmet hizmettir ve sana ehemmiyetsiz görünen bir hizmet -çeşitli sebeplerle- Allâh katında çok ehemmiyetli olabilir. Allah’ın rızasının hangi hizmette bulunduğu bizim için bir meçhuldür! Onun için murâdına, yâni Allâh’ın rızâsına ulaşıncaya kadar, her türlü hizmete devam et. Bu arada nâil olduğun nîmetler ve mazhariyetler de sadece şükür ve hizmetini artırsın.”

 

*******

Fânîler değil, bâkî olan bilsin!

 

İslâm târihinin ilk yıllarında Medîne-i Münevvere’de, bazı fakirlerin kapılarına meçhul bir kimse her sabah bir çuval erzak bırakmaktaydı. Bir sabah, o fakirler uyandıklarında baktılar ki, kapılarına erzak konmamış. Sebebini merak ederlerken, o esnada içli bir salâ sesi duyuldu ve Medîne-i Münevvere Hazret-i Alî radıyallâhu anhunun torunu Zeynel Âbidîn Hazretlerinin vefatı ile çalkalandı. Herkes derin bir mateme büründü.

 

Bu peygamber evlâdına karşı son vazifeler itina ile yapılmaya başlandı. Sıra, mübarek naaşının yıkanmasına geldiğinde, bu şerefli vazifeyi yapacak olan zât, mevtanın sırtında içi su toplamış büyükçe yaralar görünce şaşırdı. Sebebini anlayamadı. Yakınlarına sorduğunda ise Ehl-i Beyt’ten orada bulunup bu sırra aşina olan bir kimse, şunları söyledi:
“Zeynel Âbidîn radıyallahu anhu Hazretleri her sabah, hazırladığı erzak çuvallarını sırtında taşıyarak, erkenden fakirlerin kapısına götürür ve kimseye görünmeden geri dönerdi. Halk da bu çuvalları kimin bıraktığını bilmezdi. Sırtında gördüğünüz yaralar, işte o çuvalları taşımaktan ötürü oluşmuş yaralardır.”

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ