Mü’min Kardeşini, En Az Kendisi Kadar Sever
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Ey Muhammed! Rablerinin rızasını dileyerek sabah akşam O’na ibadet edenlerle birlikte kendini tut, sabret. Sakın dünya hayatının aldatıcı ziynetine kapılıp gözünü ashabından ayırma. Kötülük yapacağını bildiğimiz için kalbini bizi anmaktan uzaklaştırdığımız, arzularının kölesi olmuş, işigücü haddi aşmak olan kimseye sakın uyma.”(Kehf; 28)Allah-u Zülcelal bu ayet-i kerimeyle, Hz. Peygamber sallallahualeyhi veselleme ister fakir, ister zengin olsun, Allah’ın ibadetinde bulunan iyi kişilerle beraber olmayı, nefsini onlarla beraber hapsetmeyi emretmiştir. Allah-u Zülcelal’in Hz. Peygamber sallallahualeyhi veselleme emrettiği şey, bize de emirdir. Aynen bizde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleminmutabaatını yapmalıyız. Dünya ziynetine, kötülüğe, günahlara, heva-i nefsine tabi olan kimselere uyduğumuz zaman, bu ayet-i kerimenin tersine hareket etmiş oluruz.
Allah’ın emir ve nehiylerine uyan, O’na itaat eden kimselerle, ister fakir olsun ister zengin olsun, beraber olmak, Allah’ın emirlerinden bir emirdir. Bu ayetin inişine sebep olan olay şudur;Müslümanların yoksullarından olan Suhayb, Ammar, Habbab ve diğerleri, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte oturup onun yanında bulunuyorlardı. Kafirlerin liderleri ise bunu istemiyor ve onların Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin yanından uzaklaştırılmalarını istiyorlardı. Diyorlardı ki: “Şu fakir insanları yanından kovarsan, biz de senin yanına gelir ve seninle otururuz. Biz müslüman olursak diğer insanlarda Müslüman olurlar. Bizim sana uymamıza onlar engeloluyorlar. Çünkü onlar alçak bir topluluktur.” Zünnun-i Mısri şöyle demiştir: “Allah-u Zülcelal, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme hitap ederek onu uyarmıştır. Buyurmuştur ki: “Ruhu, canı ve kalbiyle bizimle olanlarla ol. Onlar sabah akşam bizim huzurumuzu terk etmeyen kimselerdir. Ey Peygamber! Bizim huzurumuzdan ayrılmayanları koruyup, onları gözetmen gerekir. Onları terk etmen gerekmez.” Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onlarla iftihar ederek şöyle buyurmuştur: “Allah, ümmetimden öyle büyük zatlar yaratmıştır ki, nefsimi onlarla beraber hapsetmeyi, bana emretti.”(Tefsir-i Ruhu’l-Beyan)
Mü’min kardeşine hakaret
etmez, ayıbını örter
Fakir arkadaşlarımıza bir sadaka verdiğimiz, bir iyilik yaptığımız zaman, onunla onlara minnet ve eziyet yapmamalıyız. AllahuZülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Mallarını Allah yolundaharcayanların durumu; her başağında yüz dane olmak üzere, yedi başak veren bir danenin durumu gibidir. Allah, kat kat verir. Allah’ın lütfu geniştir. O bilendir.”(Bakara;261)
İşte, Allah-u Zülcelal bir kişi mü’min kardeşine sadaka verdiği zaman, onu bir daneden, yedi yüz daneye kadar artıracağım buyuruyor. İnsan mü’min kardeşine sadaka verdiği zaman: “Sen ne zamana kadar bana yük olacaksın, ne zamana kadar gelip benden böyle isteyeceksin!” diye ona eziyet etmemelidir. Hâlbuki şöyle düşünmelidir: “Bu benden sadaka istemeye geldi, bu sayede bana hamallık yapacak. Benim malımı ahirete götürecek, benim ahirette köşkler almama vesile olacak!” Bunun için ona dua etmeli, onu sevmeli ve takdir etmelidir. Çünkü o fakir olmasaydı bu mal ahirete nasıl giderdi? Ahirete gitmez dünyada kalırdı. Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “İnananlar arasında kötü söz ve davranışın yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da, ahirette de acı veren bir azap vardır.”(Nur; 19) Bu ayet-i kerimeden çok açık olarak anlaşılıyor ki mü’minler bir vücut gibi olmalıdırlar. Nasıl bir insan, kendi nefsi için kötü bir şey istemiyor ise diğer mü’min kardeşleri için de onu istememesi lazımdır. Allah-u Zülcelal, yapmamızı istediği şeyleri sevmektedir. O’nun istediği şekilde olmamız lazımdır. Öyle olduğu zaman, Allah-u Zülcelal bize yardımcı olacak, feyzini, nisbetini bizim üzerimize gönderecektir. İbn-i Ömer radıyallahuanh’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Mü’minmü’minin kardeşidir. Mü’min, kardeşine zulüm ve hakaret yapmaz. Bir mü’min, diğer bir mü’min kardeşinin bir hacetiniyerine getirirse, Allah-u Zülcelal de onun hacetini yerine getirir. Kim, mü’min kardeşinin bir ayıbını, kusurunu örterse,Allah-u Zülcelal de kıyamet gününde onun kusurlarını örter.”(Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)Peki, kimin kusuru yoktur? Hepimiz kusurluyuz. O kusurları örtmek istemiyor muyuz? İstiyoruz. Öyleyse, dünyada mü’minkardeşlerimizin kusurlarını örtmeliyiz ki, Allah-u Zülcelal de kıyamet gününde bizim kusurlarımızı örtsün. Birbirimize yardımcı olmamız lazımdır ki, Allah-u Zülcelal de kıyamet gününde bize yardım etsin.
Sevginin şartları vardır
Bilmiş olalım ki Allah için kardeşlik, karı koca arasında ki nikah bağı gibi, iki kişi arasında bir bağdır. Vefa göstermek, evlilik ahdine riayet etmek gibi, kardeşlik hukukuna riayet etmek de aynı şekilde bir vazifedir. Kardeşliğinin, senin her şeyinde hakkı var. Dilinde ve kalbinde hakkı var. Dua edeceksin, kusurlarını bağışlayacaksın, vefa göstereceksin, ağırlık vermeyeceksin. Kardeşlik arasında mal ile yardımlaşmanın en aşağı derecesi, onu hizmetçi kabul edip, malının fazlasından, ihtiyacını görmektir. Bir ihtiyacı olduğunu duyduğunda, istemesine gerek kalmadan, hemen ihtiyacını temin edersin. Zira onu istemeye mecbur etmek, kardeşlik hususunda büyük bir noksanlıktır.
Kardeşlikte yardımlaşmanın orta derecesi, onu kendi seviyende tutmandır. Onu, mal ve servetine ortak gibi kabul edip, icabında malını onunla bölüşmektir. Kardeşliğin en yüksek mertebesi, onu kendine tercih edip, onun ihtiyacını kendine tercih etmendir. İşte bu, Sıddıklar mertebesi ve Allah için birbirlerini sevenlerin en üstün derecesidir. Canını da kendi üzerine tercih etmek, bu mertebenin meyvelerindendir. Kardeşlikte diğer bir hak da fiilen yardıma muhtaç olduğunu görünce, onun istemesine gerek kalmadan yardımına koşmak ve kendi işini sonraya bırakmaktır. Mali yardımda olduğu gibi, bunun da dereceleri vardır. En düşük derecesi, mü’min kardeşi yardım istediği zaman, güleryüz, tatlı söz ve güzel muamele ile yardımına koşmaktır.
Mü’min kardeşliğinde diğer bir hak da dil iledir. Bazen susulması, bazen de konuşması lazımdır. Sükut etmesine gelince, huzurunda, gıyabında kusurlarını bilmemezlikten gelmek ve onlardan hiç bahsetmemek, iç yüzünü araştırmaktan sakınmaktır. Kısa olsun, uzun olsun, dostunun hoşlanmadığı sözleri sarfetmekten kaçınmalıdır. Ancak emr-i bil ma’ruf ve nehy-i anilmünker gibi hususlar olursa, bu hususta sükuta yer yoktur. Onu ikaz için konuşması borçtur. Artık hoşlanıp hoşlanmadığını aramaz. Her ne kadar da görünüşte bu sözler, ağırına giderse de gerçekte, ona bir ihsan gibi, iyilik yerine geçer.
Kardeş hakkında
sözler önemlidir
Mü’min kardeşine, aleyhinde su-i zanda bulunması caiz olmadığı gibi, kalben de su-i zan etmemek lazımdır. Diğer bir kardeşlik hukuku da; hak konuşmakladır. Kardeşlik, kötü sözlerden sükutu gerektirdiği gibi iyi sözleri konuşmayı gerekli kılar. Muhabbeti artıracak sözleri konuşmak, kardeşliğin hususiyetlerindendir. Kardeş edinmekteki gaye, onlardan faydalanmaktır. Yalnız eziyetlerinden kurtulmak değildir. Sükut demek, zahmet vermemek demektir. O halde, diliyle ona sevgisini anlatmalı, hoşlandığı hususları sormalı, yani bir derdi olup olmadığını sormalı ve üzüntüsünü izhar etmelidir. Neşeli hallerde sevincini izhar etmeli ve onu dostuna anlatmalıdır. Kardeşliğin manası, neşe ve sevinci, elem ve kederi paylaşmak demektir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz kardeşini sevdiği zaman, bunu ona bildirsin.”(Ebu Davud, Tirmizi) Ebu Derdaradıyallahuanhu tarlada bir boyundurukta koşan iki öküz gördü. Öküzlerden biri kaşınmak için durunca, öteki de durdu. Bunu gören Ebu Derdaradıyallahuanhu ağlayarak şöyle dedi: “İşte Allah için kardeşlik böyle olur. İkisi de Allah için çalışır, fakat biri durduğu zaman, diğeri de ona uyar.” Kardeşlik haklarından biri de hayatında ve ölümünde, onun sevdiği ve kendisi için arzu ettiği şekilde, kendisi ve çoluk çocuğu için hayır duada bulunmaktır. Onunla kendi aranda bir fark gözetmemektir. Senin ona dua etmen, gerçekte kendi kendine dua etmen gibidir.
Seleften bir zat şöyle demiştir: “Ölülere dua, hayattakilere hediye vermek gibidir. Melek, nurdan bir mendil içinde, nurdan bir tabak ile kabrine iner ve: ‘Bu, falan yakınından sana gönderilen bir hediyedir.’ der ve hayattaki insan hediyeden memnun olduğu gibi, o da sevinir.” Mü’min kardeşler olarak, birbirimizin gıyabında hayır dua edelim. Kardeşlik haklarından biri de vefa ve ihlastır. Vefa demek, kendisiyle ölünceye kadar, öldükten sonrada, aile efradı, dost ve ahbabı ile muhabbeti devam ettirmektir. Sevgi, zaten ahiret için aranır. Ölmeden evvel sona ererse, çekilen emekler boşa gider. Şöyle denilmiştir: “Allah için yapılan kardeşliklerin bozulması, mutlaka bir günah irtikap etmesindendir.” Allah için olan muhabbet, devam eden sevgidir. Dünyalık için olursa tez geçer, devam etmez.
Din ve dünyalıkta kardeşlerine hased etmemek, Allah için olan kardeşliğin neticesidir. Eskilerden birisi, oğluna şöyle vasiyet etmiştir: “Oğlum herkes ile arkadaşlık etme, bak muhtaç olduğun zaman sana yaklaşan, genişlik zamanında malına göz dikmeyen yükseldiği vakit sana üstünlük taslamayan kimseleri arkadaş seç!”
Allah için olan kardeşlikten bir hak da dostuna yük olmamak ve lüzumsuz tekliflerde bulunmamaktır. Hatta mümkün olduğu kadar ihtiyacını dostundan gizler. Mal ve mevki gibi bir şey ondan istemez. Daima ona neşe ulaştırır. Lüzumsuz tevazu, hürmet ve hizmet gibi şeyler ile ona ağırlık vermez. Sevgisi ancak Allah için olur. Duasından faydalanarak, onunla ünsiyet kurmak, dini hususunda yardımını istemek, kardeşlik hakkına riayet etmek ve eziyetlerine katlanmakla Allah-u Zülcelal’e yakınlığı niyet eder. Dostlarına karşı samimi davranıp, onlara ağırlık vermemenin tamamından birisi de her işinde onlarla istişare etmek ve fikirlerine hürmet göstermektir.
Şimdi bizler bu şartlarda kardeş olmak istesek acaba kaç kişi birbirleriyle samimi bir şekilde dünyevi menfaatlerden uzak olmak şartıyla kardeş olabilir. Kişi devamlı Allah’ın rızasını düşünecek karşısındakinden vehme kapılmasına mahal bırakmadan bizler de aynen o şekilde Allah rızasını ön planda tutacağız. Tasavvuf yolcusunun arasında muhabbet ve sevgi her iki tarafında Allah için sevip muhabbet etmesi Sâdâtın muhabbetine, o da Allah-u Zülcelal ve Resulü sallallahu aleyhi vesellemin muhabbetine vesile olacaktır. Çünkü maneviyat, kardeşleri birbirinde fani olması ile ziyadeleşmektedir
Ölçümüz; Kuran ve Sünnet
Bazı mü’min kardeşlerimiz ve bağlı oldukları cemaatler, diğer cemaatlere ve mü’min kardeşlerimize sanki aralarında bir husumet varmış gibi davranmaktadır. Bu çok yanlış bir tutumdur. Kişi, bu ayet ve hadislere bakıp, kendisini sorgulayıp davranışlarını düzeltmelidir. Günümüzdeki gelişen olaylara bakarsak, bu ayet ve hadislerin ışığında hareket etmemekten dolayı başımıza her türlü hal gelmektedir. Mü’minler fert fert kendi nefislerine sormaları gerekir: “Ey nefsim, bu ayet ve hadisler mi doğru; yoksa senin yaptığın mı?” deyip, bu yanlışlarını düzeltmeye çalışmalıdır. Bize emredilen budur. Bazı kimseler, kendi nefislerini ve düşüncelerini haklı çıkarmak için bu kötü fiilleri, sanki tasavvufun bir rüknü gibi göstererek tasavvufa bağlıyorlar.
Tasavvuf; Kur’an-ı Kerim’e ve hadis-i şeriflere bağlıdır. Bunun dışında hareket edenler, kendi nefislerine göre bir yol uydurup, Allah muhafaza helaka giderler. Hatta bazı kimseler, kendilerini haklı çıkarmak için bir takım yalanlarla bu olayları mürşidlerine bağlıyorlar. Böyle yaparak da mürşidini yücelttiğini zannediyorlar. Aksine bu hareketlerle, bilerek ya da bilmeyerek hem mürşidine münkir oluyor; hem de mü’min kardeşlerimizin yoldan çıkmalarına sebep oluyorlar.
Bir mü’min şuurlu olacak ve yapılan sohbetlerin Kur’an’a ve hadislere uygun olup olmadığına dikkat edecektir. Kur’an-ı Kerim’e ve hadis-i şeriflere aykırı yapılan sohbetler karşısında susmayacak ve itiraz edecektir. Çünkü bu sohbetler, insanı helaka götürür. Buna bir misal verecek olursak: Bir kişi düşünelim. Sohbetinde diğer Müslüman cemaatlerin ve kişilerin gıybetini yapıp, şiddetle eleştiriyor. Bu sohbetin yapılmasına veya dinlenmesine de rıza göstermek büyük yanlıştır. Bu, mü’mine yakışmaz.
Bazı cemaatler ve bu cemaatlere bağlı kişiler; kendi cemaatlerinde ki kişilere: “Başka cemaatlere gitmeyiniz. Muhabbetiniz azalır.” Gibi telkinler yapmakta, karşı cemaatlerle de her hangi bir yerde tevafuk ettiklerinde, birbirlerine düşmanca bakmakta ve soğuk davranmaktadırlar. İşte bu hareketler, ayet ve hadislere muhaliftir. Müslümanların kardeşliğini ve birleşmelerini önleyenler, çok büyük yanlış içindedirler. Bu olaylar karşısında, ayet ve hadislere bakmalı ve öyle hareket etmelidir. İşte bu söylenenleri, bütün mü’min kardeşlerimiz okuyup, ayet ve hadislerin ışığı altında değerlendirsin. Bizim söylediklerimizi de ayet ve hadislerle değerlendirip; ellerini vicdanlarına koyarak muhakeme yapsınlar. Kişi: “Ben doğruyum.” demekle doğru olmaz. Doğruluk ancak, ayet ve hadislerin ışığı altında istikamet üzere olmakla olur.
Hepimiz Allah-u Zülcelal için birbirimizi sevmeli ve birbirimize yardımcı olup, nasihatte bulunmalıyız. Bir arkadaşımız hangi cemaatten olursa olsun, yoldan çıkınca, muhabbeti azalınca: “Nasılsın, iyimisin, neyin var, ne oldu, işin nasıl?” diyerek ona sahip çıkmalıyız. Nasıl ki bir taş harca saplanınca sımsıkı yapışıyor ve oradan ayrılmıyorsa, mü’min de İslam’a sımsıkı sarılmalı ve ayrılmamalıdır. Ne dünya, ne insanların oyunu, ne nefs, hiçbir şey, onu yerinden oynatmamalıdır, şuurlu olmalıdır.