İRFAN SOHBETİ – Musibetler Müminler İçin Mağfiret Vesilesidir
İRFAN SOHBETİ
Musibetler Müminler İçin Mağfiret Vesilesidir
Seyda Feyzullah Konyevi -KS-
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler. İşte Rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır.” (Bakara; 155-157)
Allah-u Zülcelâl bu dünyaya bizi imtihan etmek için, ibadet ediyor muyuz, etmiyor muyuz, sözümüzde sadık mıyız, değil miyiz, bunun neticesini de bize göstermek için bizi imtihan ediyor ve bizi imtihan için dünyaya gönderiyor.
Ayet-i kerimede Allah-u Zülcelâl şöyle buyuruyor: “Sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sizi imtihan edeceğiz, sizi sınayacağız.” Ve Resulüne buyuruyor ki: “Sabredenleri müjdele.” Yani bu imtihanlara tabi tutulanlar eğer sabrederse onlara müjde ver. Onlara Allah azze ve celle’nin rızasının, O’nun cennetinin, O’nun cemalinin müjdesini ver. Allah-u Zülcelâl bu vaatte bulunuyor. “Eğer bu imtihanlara karşı sabrederseniz sizi cennetle müjdeleriz, müşerref kılarız.” Buyuruyor.
Sonra bazı kimselerden bahsediyor. Bu kimseler özellikle sabır ile müjdelenmeye layık olan kimseler. “Onlar ki kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman derler ki biz Allah’tan geldik, tekrar Allah’a döneceğiz.” Biz Allah-u Zülcelâl tarafından yaratıldık ve O’na döneceğiz. Bu metanetle, bu sabırla tevekkül ve teslimiyetle bu musibetleri göğüsleyenlerin, “İşte onların üzerine Allah tarafından mağfiret ve rahmet vardır. Ve onlar doğru yola, hidayete erdirilmişlerdir.”
Yani bir insan sabretmezse Allah korusun o yolun diğer kısmına yuvarlanmış olur, istikametini kaybetmiş olur. İtaat yurdundan isyan yurduna geçmiş olur. Allah korusun itaat yurduna giden yoldan çıkmış isyan yurduna giden yola girmiş olur.
İşte böyle bir imtihan dünyasındayız. Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki, “O sabredenleri müjdele.” O sabrı tavsiye ederken bildiriyor ki, musibetler gelecek. Bu musibetlerden biri de zelzele hadisesidir.
Evet bazımız içinde rahat edeceğini ümit ettiği, en azından başını koyup uyuyacağı bir ev edinmişken o ev başının üzerine yıkıldı. Allah korusun. Bütün mümin kardeşlerimizin Allah-u Zülcelâl yardımcıları olsun. Diyelim ki kişi bir araba aldı, onunla kaza geçirebilir. O kazada canı veya malını kaybedebilir. İnsan bazen çocuklarıyla imtihan olabilir. Mallarıyla imtihana girebilir. Böyle bir dünyada yaşıyoruz.
Birbirimizden Sorumluyuz
Allah-u Zülcelâl bizi birbirimizden sorumlu tutuyor. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor: “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” (Hakim, Müstedrek, 4/183)
İsterseniz siz bunu sadece zahiri tokluk olarak alın, isterseniz hem zahiri hem manevi ihtiyaçların giderilmesi olarak anlayın. Yani gönlü aç olan komşusuna da insan yardımcı olmalı, onu hem zahiri olarak hem manevi olarak doyurmaya çalışmalıdır. Öyle ki sen ona bir yemek ikram ettiğin zaman bunun yanında bir de manevi olarak ona merhem olman lazım. Bir tebessüm ile dahi olsa onun o tebessüme ihtiyacını karşılaman lazım.
Bir insanın maddi veya manevi ihtiyacını gidermek için iyilik yapmak, bazen tek başına kendi odasında ibadet etmesinden daha faziletlidir. Allah-u Zülcelâl farklı farklı ibadetler nasip etmiş. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
“(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır…” (Tirmizî, Birr, 36) buyuruyor. Yani bir tebessümü esirgemiyorsun Allah sana onu sevap olarak yazıyor.
Hz. Mevlâna rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: “Şems bana bir şey öğretti. Dünyada bir kişi üşüyorsa ben ısınamam.”
Eğer bir kişi aç ise biz kendimizi doyuramayız. Bir kişi üşüyorsa ısınamayız. Eğer bir kişinin derdi varsa biz kendimize derman bulamayız.
Mümin Müminin Aynasıdır
Her zaman insan şunu bilecek, “Mümin müminin aynasıdır.”
Resul-i Ekrem aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki: “Mümin müminin aynasıdır, mümin müminin kardeşidir, (ihtiyaç duyduğunda) onun geçimini temin eder / zarardan-ziyandan korur ve arkasından da / gıyabında da elinden geldikçe onu savunur.” (Ebu Davud, Edeb, 49)
Sen ne kadar mümin kardeşine yardımcı olursan kendine yardımcı olmuş olursun. Sen aynadaki sana yardımcı olmuşsun. Onun ihtiyacını görürken, onu doyururken aslında kendini de doyurursun. Çünkü iyilik yapmayan huzurlu olamaz. Bunu mütefekkir insanlar da söylüyor. İnsan iyilik yapmaya muhtaçtır.
Bizim ne kadar paramız olursa olsun, biz fakirlere muhtacız. Fakirlerin o bizim elimizden almasını istediğimiz, iyilik yapmayı istediğimiz şeyi almalarına muhtacız. Onlar almaya muhtaçsa biz de onlara onu vermeye muhtacız. Yani biz iyilik yaptığımız zaman unutmayalım ki o iyiliği aslında biz aynadaki bize yapıyoruz.
Bir kişiye tebessüm ettiğimiz zaman onu mutlu ederken aslında o tebessümün tesiri bize dönüyor. Çünkü ne kadar asık suratlı olursan o kadar kendini asabileştirirsin. Ve senin halet-i ruhiyen o kadar bozuk olur. Ve bu ilerler, ilerler eşyalara hadiselere karamsar bakmaya başlarsın. Bugün sosyal medya mecralarındaki bazı hesaplarda böyle moral bozucu sözler, şiirler görebilirsiniz. Onları bir yana bırakın. Onlar yanlış inandığından dolayı öyle yazıyor ve insanların halet-i ruhiyesini bozuyorlar. Yani insan hiçbir zaman boş vermemeli. Bizim müminler olarak birbirimize karşı sorumluluklarımız vardır.
Sen ne kadar ona iyi davranırsan kendine iyi davranmış olursun. Sen ne kadar ona iyi davranırsan kendi gönlündeki o yaraya merhem koymuş, kalbindeki susuzluğu gidermiş olursun. İnsanoğlu ne kadar bir başkasına yardım etse o kadar huzurlu olur, o kadar mutlu olur.
Biz bir yerde yaralı varsa sağlam ve sıhhatli olamayız. Bir yerde birileri üşüyorsa biz ısınamayız. Isındığımızı zannetsek de biz aslında kendi vicdanımızı nasırlaştırmış oluruz. Farkında olmadan kendi kendimize zulmederiz.
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimelerde buyuruyor, “O insanlar kendi nefislerine zulmediyorlar.”
Başkasına zulüm yaptığını zanneden, başkasına vurdum duymazlık yaptığını zanneden aslında kendine zulmetmiştir. O sıcak yatağında hiçbir zaman rahat olamaz. O pahalı koltuklarında hiçbir zaman rahat oturamaz. Çünkü başkasının rahatsızlığı onun vicdanına yansır, onu yaralar. Bu geçici hayatta hem kendine zulmetmiş olur hem de ahiretini kaybetmiş olur.
Hidayete Ermiş Kullar
Allah azze ve celle bir yandan müminlere sabrı tavsiye ediyor, sabredenleri müjdeliyor. Diğer yandan musibetleri “Biz Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz,” sözleriyle, bu şifre ile bu sloganla karşılayan kişiyi de müjdeliyor. “Allah azze ve cellenin rahmeti ve mağfireti bu kullarının üzerinedir ve bunlar hidayete ermiş olanlardır,” diye bir müjde daha veriyor.
İnsan Allah azze ve cellenin rahmetine mazhar olursa o kişinin kalbi dünyevi yüklerden, ağırlıklardan arınmış olur. Ruhunda büyük hafiflik hisseder. Ne kadar sıkıntı gelirse gelsin bu sıkıntı sadece bu anlıktır. Bundan önce de çok sıkıntılar yaşadı. Sıkıntıların hiçbirisinin onu bitirmediğini anlayacak, bilecek. O rahmetle Allah-u Zülcelâl’den gelen o sekinet ile o kişi büyük bir gönül rızası ile Allah’ın takdirine teslim olacak. Gönül hoşluğu ile ve rıza ile onu karşılayacak. O iman ile o sadakat ile o musibeti karşılayacak. Ve onu hiçbir şekilde de zorlamayacaktır. Çünkü herkes birçok musibetler atlattı. Herkes yakınlarını kaybetti, bazıları bir kişiyi, bazıları iki üç kişiyi, bazıları ailesini kaybetti. Ama insan biliyor ki nefes alıp verdiği müddetçe hala onun için bir fırsat vardır. Ve insan biliyor ki bir gün mutlaka bunlar zaten ölecekti.
Ölümün farkında olan bir insan Allah azze ve cellenin takdirine karşı gelemez. Ha bugün olmuş ha yarın olmuş… Onlar bir gün ölecekti ama ne zaman öleceğini bilmiyordun. Sen biliyordun öleceklerini, hepimiz öleceğimizi biliyoruz. Ama ömrümüzü, sıramızı bilmediğimiz için birden insanın başına geldiği zaman zorlanıyor. Ama insanoğlu bilecek yine evet biz buraya zaten kalıcı gelmedik. Biz bu dünyaya zaten misafir olarak geldik. Zaten ölecektik biz. Öyleyse bizim buluşmamız inşallah cennettedir.
Her zaman olaylara bu gözle bakarsa Allah’ın izniyle o hadiseleri büyük bir rıza ile büyük bir gönül hoşluğu ile karşılar.
Allah-u Zülcelal yine ayeti kerimede buyuruyor:
“Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir imtihandır; büyük mükâfat ise Allah’ın katındadır.” (Teğabun, 15)
Bunların her biri bize birer imtihandır. Hayata baktığımız zaman çok kısadır. Tüm hayatı göze aldığımızda bir insan okula gittiği zaman o okulun sınavı bir saat iki saattir, o kadar. Ondan sonra tüm yıllar sınav dışıdır. Öyleyse bu dünyayı da öyle değerlendirmek lazım. Kısa bir zaman diliminde sınava tabi tutuluyoruz. Öbür dünyada bu sınavın neticesini göreceğiz. Bu sınavın zamanı öbür dünyaya göre çok kısadır, birkaç dakikadan ibarettir.
Musibet İmanımıza Gelmesin
Hiçbir musibet yoktur ki Allah’ın izniyle gerçekleşmesin. Her şey onun izniyle gerçekleşir. Her şeyden haberdardır. Şunu da kavramamız lazım bir yerde bir musibet olduğu zaman musibetten musibete fark vardır ama öyle musibetler var ki bizim özellikle ahiretimize dinimize ilişmemesi için dua edelim.
Allah azze ve celle bizim dinimizi, imanımızı muhafaza altına alsın. Bununla birlikte dünyada da ondan afiyet istiyoruz. Onun için dünyada da afiyet vermek zor değildir, kolaydır. Onun için biz hem bu dünyada hem ahirette iyilikler, rahmetler ve afiyetler istiyoruz.
Şimdi musibetler her zaman bir bela yani Türkçe’deki anladığımız helak anlamında değildir. Birçok musibetler vardır ki müminin başına geldiği zaman müminin bir imtihanıdır. Allah azze ve celle o imtihanları yine biz sözümüzde sadık mıyız değil miyiz diye başımıza getiriyor.
Bizi imtihanına tabi tutuyor. Çünkü insanoğlu hayatı boyunca sadece söyler, “Ben şöyleyim ben böyleyim,” derse onun sözünün ispatı lazım. İşte bu da böyle bir şeydir. İkinci husus bu musibetlere sabredenler bilmeliyiz ki, öyle ümit ediyoruz Allah azze ve cellenin katında büyük makamlara erişiyorlardır, İnşallah. İnşallah sabrediyorlardır.
Ben Allah azze ve celleden bu konuda çok çok ümitliyim. İnternette de bazı videoları izlediğimizde bakıyoruz ki insanlar hakikaten büyük bir metanetle ve sabırla karşıladılar. İnşallah onların da bu sebeple Allah katında büyük ecirler kazandıklarını ümit ediyoruz. İnşallah.
Hazreti Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifinde buyuruyor:
“Bir kul kendisi için (Cennet’te) hazırlanmış olan makama ameliyle erişemeyecekse, Allah onun bedenine veya malına veya çoluk-çocuğuna bir belâ verir. Sonra (Allah) o kulu bu musîbete sabretmeye muvaffak kılar. Nihâyet (Allah) o kulu kendi katında hazırlamış olduğu makama eriştirir.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 1/3090; Ahmed, V, 272)
İnsanoğlu Allah’ı razı ederse Allah azze celle de bu kişiyi bir makama çıkarmayı dilerse o kişi ise bu makama ibadetle çıkamıyorsa Allah öyle bir durumda ona bir musibet veriyor, bir hastalık veriyor. O musibete karşılık bir sabır veriyor, tevekkül, teslimiyet, sadakat veriyor. Bu kişiyi o sabırla o makama erdiriyor.
İşte her musibeti bir helak gibi algılamamak lazım onda her zaman Allah azze ve cellenin rahmetini görmek lazım. Onda mağfiretini görmek ve onu bir fırsat olarak değerlendirmek gerekir. Musibetleri o şekilde karşılamak rahmetin, mağfiretin anahtarıdır.
Bilelim ki bu musibetler bizim için bir fırsattır. Çünkü Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem gibi eşref-i Mahlukat olan büyük zat da büyük musibetlere maruz kalmıştır. Allah’ın Resulü, hayattayken yediği çocuğundan altısını kaybetti. Bir baba için o çocuklar bir göz nuru haline geldiğinde, ümit veren bir yaşa geldiğinde vefat ettiler. Bazıları henüz bebekken bazıları yetişkin yaşta birer birer kaybetti. En sevdiği vefakar eşi Hz. Hatice radıyallahu anha annemizi en zor yıllarında kaybetti. Onu himaye eden amcasını kaybetti. Müşriklerin sürekli eziyetlerine maruz kaldı. Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam buyuruyor:
“Allah yolunda o kadar eziyet çektim ki benden başka kimse bu kadar çekemez.”
Bunları sadece zahiri musibetler olarak değerlendirmeyelim. Bazen duygularla ilgili musibetler eziyetler insana zahiri eziyetten daha ağırdır. İşte Resulullah aleyhisselatu vesselam da musibetlere uğradı fakat hep sabrediyordu. Her musibetin bir derecesi vardır. Şimdi bu zamanın musibetlerini değerlendirelim bu kişi için o musibetlerin aslında ne kadar da büyük bir müjde büyük cennet anahtarı olduğunu gösteren bir hadisi şerif okuyalım Hz Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor:
” Allah yolunda öldürülen şehittir. Suda boğularak ölen şehittir. Ciğer hastalığı sebebiyle ölen şehittir. Yıkıntı altında kalarak ölen şehittir. Hamile olarak ölen kadın şehittir.” (Buhârî, Cihâd 30; Müslim, İmâre 164)
Enkaz altında kalanlar bir anda toz toprak içinde kaldılar, belki yaralandılar. Ama şunu da unutmamak lazım Allah azze ve celle dilerse onlara bir zerre kadar bile acı çektirmeden onların ruhunu almaya muktedirdir. Onun için onlar zannetmeyelim ki o taşların altında çok büyük eziyet çektiler. Allah’ın şehadet makamına gittiler. Şehadet makamına giden Allah azze ve celle’nin himayesindedir.
Allah-u Zülcelâl Resul-i Ekrem’i eşrefi mahlukat olarak yarattığı halde hiç rahatına bakmadan Allah’ın kullarının hizmetine koşuyordu. Buyuruyor ki:
“Mümin kardeşimin ihtiyacını karşılamak üzere yürümem benim için şu Mescid-i Nebi’de bir ay itikafa girmekten daha sevimlidir.” (Beyhakî, Şuab, III, 424-425)
Biliyorsunuz Mescid-i Nebevi’de yapılan ibadet kat kat daha sevaptır. Ama kardeşimin ihtiyacını karşılamak için yürürsem, yorulursam bu benim için buyuruyor bir ay Mescid-i Nebevi’deki itikafa girmemden daha sevimlidir. Bir ay. Düşünebiliyor musunuz?
Onun için şu anda mümin kardeşlerimizin hizmeti için, onları doyurmak için, onları giydirmek için onların herhangi bir ihtiyacını karşılamak için herkes yürürse veya yürütürse böyle büyük sevap kazanıyor. Yürütürse derken herkes kendi imkanına göre yardımcı olursa. Elbette herkes oraya gidemez ama sen orada kendi malınla, fikrinle, bedeninle nasıl yardımcı olabiliyorsan yardım edersen sen bu hareketinle bir ay Hazreti Resulullah sallallahu sellemin mescidinden itikaf etmiş gibi belki daha da fazla sevaba nail olursun, İnşallah. Çünkü daha da sevimlidir, buyuruyor.
Yine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor:
“Kul, kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da kuluna yardım eder” (Müslim, Zikr 37-38)
Yine Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam buyuruyor:
“Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.” (Müslim, Birr, 66; Buhârî, Edeb, 27)
Bir yerimiz ağrıdığı zaman nasıl ki bütün vücudumuz o ağrıyı hissediyorsa bir yerde bir mümin kardeşimiz rahatsız ise hepimiz rahatsız olmalıyız. Onunla dertlenmeliyiz. İmkanımız ölçüsünde çünkü Allah hiç kimseye kaldıramayacağı bir yük yüklemez, onu mükellef ve sorumlu tutmaz. Onun için biz de gücümüz yettiği kadar bu hizmetlerde onların hem zahiri ihtiyaçlarını hem de o manevi ihtiyaçlarını karşılamaya çalışalım. Manevi ihtiyaçlar insanın ahireti ile alakalı olan ihtiyaçlar. O kişilerin aynı zamanda sabra olan ihtiyaçlarını, tevekküle olan ihtiyaçlarını karşılamak lazım. Allah-u Zülcelâl bizim de sizin de hepimizin sıkıntılarını gidersin. Hastalarımıza ve bizlere şifalar ihsan etsin.