Müslümanca Düşünmek

  • 17 Eylül 2015
  • 951 kez görüntülendi.
Müslümanca Düşünmek
REKLAM ALANI

Doğru olduğunu düşünerek yanlış bir hayat sürmek

“Bildiğini zannetmek” salgın hastalık gibi hareket ederek her alanda yayılırken “İslam’ı bilmek/bildiğini zannetmek” yönüyle de varlığını epey tesirli bir şekilde koruyor. Bu hastalığa ne zamandan beri müptela olduğumuz bilinmez ancak, itikadımıza varıncaya kadar ağır hasarlara sebep olduğu da bir gerçek.

Bildiğini zannetmek arızası, eskiden doğru bildiğini zannettiği meseleler üzerine bina edilen yeni bilgiler sayesinde gelişerek büyüyor. Eskiyi sıfırlamak, onarmak adına hiçbir gayret göstermeksizin hep yeni şeyler ekleyerek bilgi dağarcığını ‘geliştiren’ insanlar, yenileri eski yanlışlar üzerine bina edince yanlışın büyümesinden başka bir sonuç çıkmıyor ortaya. Kocaman yanlışlara yakinen inanmak ve bu yanlışların propagandasının oluşturduğu karmaşa içerisinde hayat sürüyoruz.

REKLAM ALANI

Ne doğru bilenlerin gücü yetiyor yanlışları yıkıp yerine yenilerini dikmeye, ne de hiç bilmeyenlerin gücü yetiyor bu yanlışlar ile doğruları ayırt etmeye. Yanlışlar kök salarken karmaşa büyüdükçe büyüyor…

İşbu yanlış öğrenme sürecine en büyük etki hiç şüphesiz “düşünme biçimi” üzerinden geliyor. Materyalist, kapitalist, sosyalist, modernist vb. düşünme biçimlerinin ürünlerini İslam ile hizaya sokmaya çalıştıkça “atı arabanın arkasına sürmek” gibi garabet bir durum ortaya çıkıyor da bunu dahi anlayan küçük bir azınlıktan başkası olmuyor. Azınlık dedik ya gücü neye yetecek ki? İşi başa sarıp atı arabanın önüne alabilene aşk olsun!

Devrim düşüncelerin sıfırlanmasıyla başlar!

“Atı arabanın önüne almak” fert fert her Müslümanın yanlış düşüncelerini sıfırlaması ve “Müslümanca Düşünmesi” ile mümkün olabilecek bir devrim mesabesindedir. Bu tespiti yaparken şunu söylemek istiyorum; modern zamanlarda önümüze getirilen problemlerin doğuşundan ya da büyümesinden İslamî sistem sorumlu değilse, bunu besleye besleye oburlaştıran ve her gün yeni problemlere gebe hale getiren sistemi tam anlamıyla devreden çıkarmadan problemleri çözemezsiniz.

Anlaşılsın diye birkaç somut örnek vermek gerekirse;

– Sinema sektörünü insanları yönlendirecek güce kavuşturan İslami sistem olmadığı için “İslami Sinema” sektörü arayışı içine girmek bizi en iyi ihtimalle tavizlere sürükleyecektir.

– Müzik sektörünü insanların haz almasını ve yönlendirmesini sağlayacak kuvvete kavuşturan İslami sistem olmadığı için “İslami Müzik” arayışı bizi tavizlere, hatta haramları mübah görmeye kadar götürecektir.

– Faizli, vade farklı, taksitli sistemi bu kadar vazgeçilmez hale getiren İslami sistem olmadığı için “İslami bankacılık” arayışları bizim hassasiyetimizi zedeleyecektir.

Örnekler burada yer bulunamayacak kadar çoğaltılabilir. Peki, bizi bu arayışa iten şey nedir? Katiyetle söyleyebiliriz ki, bunların zamanımızda vazgeçilmez birer unsur olduğuna olan inancımızdır bizi bu arayışlara iten. Oysa olması gereken bu değil, “Soru yanlış” demeyi becerebilecek, “Düşünce sistemi”ne kavuşmamız şart.

İslami düşüncenin tezahürü için şart!

Hasıl-ı Kelam; “Müslümanca” olmayan herhangi bir düşüncenin ürettiği problemleri Müslümanlara –daha doğrusu İslâm’a- çözdürmeye çalışmak isteyenlerin oyununa gelmek de modern zaman Müslümanlarına has bir durum olsa gerek. “Bu soru yanlış” diyerek önce sorunun değiştirilmesini istemek yerine oturup cevap verecek mercînin düşünme biçimini değiştirmek şeklinde tezahür eden bu çözüm bulma ameliyesi, İslamî hassasiyetleri zedelemek, hatta modernizme uydurmak gibi neticelere götürüyor. Çözüm üretme aşamasında fark edilmeyen değişim, işin sonunda Sosyalist İslam, Ilımlı İslam… gibi hakikatin tahrif edilmiş çeşitli modellerini sahneye çıkarıyor.

O zaman tüm veçheleri ile İslam, tüm yaşam alanlarına taalluk eden yönleriyle İslam, “yegane çözüm İslam” diyebilmek için; önce “İslamî düşünce”, önce “Müslümanca Düşünmek..”

İslam olmak isteyişte Müslümanca niyet

Asr-ı Saadette Ashab-ı Kiram’ın Müslüman oluş serüvenini iyi okumak ahir zamanda Müslüman olmaklığımızı tartmamız açısından son derece önemli ipuçları verecektir.

“Müslüman olmaklığımız” derken kastettiğim şeyi hemen açayım: Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme İslam’ı tebliğ vazifesi geldiğinde çevresindekilere İslam’ı anlatırken onlara vaad ettikleri arasında dünyalık zenginlikler, refah hayatlar, çeşitli kolaylıklar yoktu. Olması da pek mümkün değildi. Zira müşrikler asıl güç sahibi, asıl rahatlık ve cahiliyye özgürlüğüne fazlasıyla sahipti. Bulundukları coğrafi konum ve bir takım üstünlükler sayesinde refahı yalnızca kendi kabilelerinde yaşamıyor, sair kabililer üzerinde bir zevk-ü sefa içinde hayat sürüyorlardı.

Ashab-ı Kiram herhangi bir dünyalık menfaat için Müslüman olmamış, aksine Müslüman olanların içinde bulundukları eza ve cefalara rağmen Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin yanında olmayı tercih etmişlerdi.

Bunlar malumun ilanından başka bir şey değil. Yeniden dillendirilmesin icab ettiğini düşünmemizin sebebi ise ahir zaman Müslümanları olarak “İslami bir dünya” isterken yaptığımız propagandanın usulünü ve yaşayış biçim koordinatlarımızı kontrol etmemizin gerekliliğine dair bir kısım tespitleri sunmak…

Evvela iyi birer Müslüman olabilmek için, içinde bulunduğumuz dünyanın ahvaline dair malumat sahibi olup, onu bir yere oturtmak gerektiği bir hakikat. Eğer dünyaya “kötü” diyeceksek, “kötü dünyada iyi Müslüman olmak”, yok eğer dünyamız “iyi” ise “iyi dünyada iyi Müslüman olarak yaşamak” gibi misyonumuz olacak/var…

Kötü dünyada iyi Müslüman olmak, evvela dünyanın kötü oluştan kurtulması ve onun da iyileştirilmesi için çalışmakla mümkün. Yani dünyanız kötü olduktan sonra sadece Müslümanlık vazifelerinin ifası “iyi müslüman” olmak için yeterli değildir.

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin önderlik ettiği, iyi Müslümanların azınlıkta olduğu dönem dünyanın yaşadığı en büyük kötülüklerin devam ettiği bir zaman dilimi. Ancak ne Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem hayatta iken, ne de onun vefatından sonra Sahabe ve selef dönemi Müslümanları kötü dünyanın kötü kalmasına razı olmadılar. Dünyayı değiştirecek kadar çok çalışarak iyi Müslümanın nasıl olması gerektiğine dair bize örneklik teşkil etmiş oldular.

Bizi ancak İslam kurtarır!

Medine döneminde Müslümanlar güçlendiler, sonraki dönemlerde fetihler ile kuvvetlendiler. Kimi müşriklere dünyalık menfaat sunacak duruma da geldiler ancak, onların iyi Müslüman oluşlarını devam ettirmesi, Müslümanlığın onlara kazandırdığı rahatlama ve refah için değildi. Onlar Müslüman olmaklığın vazifesini ifa etmekten başka bir niyete sahip değildiler.

Ne demek istediğimi şöyle misallerle açıklayabilirim sanıyorum: Ecdad kıtalar fethetti, dünyanın büyük bir kısmına hükmetti, halkını refah kılan imparatorluklar kurdu. Bunları yaparken İslam’dan ayrılmadı. Hatta denebilir ki İslam oluşlarının ufuklarına kattığı avantajlar sayesinde bunca imkâna sahip oldu.

Hal böyle olunca “Biz yeniden İslam olalım, çünkü İslam olmadan dünya bizim olmayacak” demek geliyor insanın içinden. Ancak dikkat edin, böyle diyecek olursak “İslam olunca dünyaya hâkim olmak yerine dünyanın zelili olacağını bilsen İslam olmak istemeyecek misin?” sorusunu hak eden bir matematik var karşımızda.

Ya da diyelim ki açlık ve sefalet, Müslümanların mazlum oluşunu, güçsüz kalışını, ekonomik anlamda zayıf duruşunu değiştirebilecek güç İslam’ın ekonomik çözümlerinde olduğunu bildiğimiz için diyoruz ki “İslami yönetimin hâkim olması için çalışalım, aksi halde biz ekonomik sıkıntılardan hiç kurtulamayacağız. Bizi içinde bulunduğumuz maddi bunalımdan ancak İslami sistem kurtarır.”

Bunu dillendirmenin verimli propagandaya vesile olduğu aşikâr. Ancak yine yukarıdaki gibi “Eğer islam (faraza) senin bu maddi sıkıntını çözmeyecek olsa dünyanın İslam ile yönetilmesini istemeyecek miydin?” gibi bir sorunun gelmesi muhtemel…

Söylemek istediğim şey biraz daha netleşti: Biz, herhangi bir güç, kudret, rahatlık vs. için değil, sadece yeryüzünde Allah’ın kanunlarının geçerli olması gerektiğine iman ettiğimiz için bunu isteyeceğiz. Spor için namaz kılmıyor, diyet için oruç tutmuyoruz. Tek bir gerekçemiz var; Allah emrettiği için yapıyoruz bunları. Aynen böyle millet olarak, ümmet olarak güç ve kudret sahibi olmak için değil, Müslüman oluşumuzun gereği olarak islamî bir dünya isteyeceğiz. Müslümanca niyetin gerekliliği budur.

Yazıyı uzatmamak adına burada bırakırken, yukarıdaki detayları kendimizi hizaya çekerken yaptığımız kadar İslami yaşantıyı başkalarına öğütlerken de hesaba katmamız gerektiğini söylemeye gerek yok sanırım.

Her amelimizin yegane gayesinin Allahu Zülcelâl’in rızası olması duasıyla…

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ