Necat Ehlinin Ahlakı ‘Doğruluk’
O gün bize ancak
doğruluk yarayacaktır!
İnsan dünyada bir kişiye karşı hata yaptığı zaman, mazeret ileri sürerek, yalan söyleyerek kurtarabiliyor. Ama kıyamet gününde Allahu Zülcelal’in huzurunda bu mümkün değildir; o gün zerre kadar bir şey kaybolmaz. Yerler gökler ağaçlar, taşlar, toprak, kendi azalarımız, bizim üzerimize şahitlik yapacaktır. Nasıl kendimizi kurtarabiliriz? Kurtarmak yok!
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir gün ashabının arasındayken yere bir çizgi çizdi ve: “Bu Allah Teâlâ’nın dosdoğru yoludur.” buyurdu. Sonra o çizginin sağına ve soluna ikişer çizgi daha çizdi ve: “Bunlar da şeytanın yollarıdır.” buyurdu. Daha sonra mübarek ellerini ortadaki çizginin üzerine koydu ve şu âyet-i kerîmeyi kıraat buyurdu: “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur; öyle ise ona tabi olun. Sizi Allah’ın yolundan ayıracak başka yollara uymayın. Takvaya erişesiniz diye Allah bunları size emretti.” (Enâm; 153) (İbn-i Hanbel, III, 397)
Onun için Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “O gün insana, önden yolladığı (amel ve sevaplar) ve geciktirdiği, ertelediği (sonra yaparım deyip yapmadığı ne varsa, hepsi) haber verilecek.” (Kıyamet; 13)
Yani insana: “Sen şöyle şöyle amel yaptın, bunu da yapmadın.” diye haber verilecektir. Hatta ona ihbar edilmesine de gerek yoktur. Devamındaki ayetlerde: “Artık insan, mazeretlerini sayıp dökse de kendine kendisi tanıktır.” (Kıyamet; 14-15) buyruluyor.
O gün insan ne kadar özür ileri sürmek istese de azaları onu yalanlayacaktır. Dilinle gıybet yapmış isen ne kadar sen inkâr edersen et, dilin diyecek: “Ben yaptım!” Elinle bir kişiye vurmuş zarar vermişsen, sen ne kadar desen ki: “Ben vurmadım.” o diyecek: “Ben vurdum!” Kendini kurtarma imkanın yok!
Bu dünyadaki gibi değil! O gün ancak doğruluk bize yarayacaktır. Bu dünyada kendine avukat tutuyorsun, yalanla dolanla kendini kurtarabiliyorsun; orada öyle bir şey yok. Orada hakikat neyse ondan başka bir şey yok.
Öyleyse çok hamd-u senada bulunalım, şükredelim ki Allah-u Zülcelâl bize bu tevbeyi nasip etmiştir. O gün bu tevbemiz, zikirlerimiz, amel defterimiz içinde önümüze gelecektir. Öyle işimize yarayacak ki öyle sevineceğiz ki onunla… Öbür türlü de günahlarla, Allah’ın sevmediği yerlerde bulunmanın günahıyla gelenler de çok pişman olacaklar.
Allah-u Zülcelâl çok merhametli, şefkatli, kerem sahibi olduğu için umutluyuz inşaallah. Yoksa amelimize bakılırsa hiçbiri O’na layık değildir.
Dünyanın sevgisi kalbimize girmesin
Eğer biz, ahiretin bize çok yakın olduğunu, hakikati bilseydik daha oraya varmadan önce sanki ahiretteymişiz gibi bir hayat yaşayacaktık. Ama ne yazık ki dünyanın görünüşü bizim için bir perde olmuş, hakikati göstermiyor. Dünya fanidir, çok biçimsiz, çirkin olduğu halde, görünüşüyle bizi aldatıyor. Nasıl ki bir çöplüğün üzerine bir örtü yayıp altın döküyorsun; görünüşü altındır ama altı ise çöptür, pisliktir. Onun gibi dünyanın fani güzelliği de o hakikati örtüyor işte.
Her zaman söylüyorum, “Dünyaya çalışmayın” demiyorum, çalışın ama muhabbeti kalbinize girmesin. Kalbimizde sadece Allahu Zülcelal’in muhabbetinin olması lazımdır. Çünkü Allah-u Zülcelâl oraya bakıyor. Başka bir sevgi kalbimize geldiği zaman da hemen özür dileyelim. Daima Allah’a karşı özür dileme halinde olmak kul için bir ihtiyaçtır, kulluğun gereğidir.
Dünya manevî hal ile bize sesleniyor: “Ben faniyim, bana aldanma.” diye ama anlamıyoruz, zahiri manzarasına müptela olduğumuz için aldanıyoruz. Hiçbir zaman insan, Allah-u Zülcelâl’in rahmetinden ümitsiz olmasın. İnsan her an ölebilir, ecelimiz geldiği zaman hemen ölebiliriz. Bunu düşünerek tevbe edelim. Eğer bir günah işlemişsek hemen kendimize gelir gelmez tevbe edelim, pişman olalım ona ve diyelim ki: “Belki de bu işlediğim Allah’a karşı son günahtır. Buna tevbe edeceğim ve bir daha yapmayacağım.” Bu şekilde inşaallahu teala belki de o son günahın olacak ve ondan da tevbe etmiş olarak Allah’ın huzuruna gideceksin.
Bakmayın, bazen ibadetler biraz ağır geliyor insana ama o amelleri Allah-u Zülcelâl bize eziyet olsun diye emretmedi. Allah-u Zülcelâl, bizi cennetine davet ediyor. Bu taat ve ibadetleri zahiri olarak farz kılmış olması da cennete girmenin vesileleridir.
Allah-u Zülcelâl bizi cennetine koymayı istiyor, onun için bu ibadetleri, emir ve nehiyleri, günahlardan kaçınmayı üzerimize vacip etmiştir. Bu sebeple bu ibadetler bize sıkıntıdır demeyelim; bunlar bizim için bir nimettir, cennet vesilesidir. Bunu böyle bilelim.
Günahı mahvedecek bir sevap işle!
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Bir iyilik yapana on misli verilir; bir kötülük ise ancak misli ile cezalandırılır; hiç kimseye haksızlık yapılmaz.” (Enam; 160)
Hatta yedi yüze kadar da sevap veriyor. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şerifte buyuruyor: “Allah-u Zülcelâl, meleklerine şöyle emreder; ‘Kulum kötü bir amel yapmak isteyince, onu yapmadıkça yazmayın. Yapınca, onu aleyhine bir günah olarak yazın. Eğer benim rızamı düşünerek terk etti ise bunu onun lehine bir sevap yazın. Kulum iyi bir iş yapmak arzu edince, yapmasa bile onu, lehine bir sevap yazın. Eğer onu yaparsa en az on misli olmak üzere yedi yüz misline kadar ona sevap yazın.’” (Buhari, Müslim)
Bakın Allah’ın rahmeti ne kadar büyüktür. O günah işlediği zaman bir günah yazıyor, onu da tevbe ederse siliyor ve hatta sevaba tebdil ediyor. Böyle şefkatli, fazl-u keremi çok olan Allah-u Zülcelal’den hayâ etmemiz lazım değil midir?
Önümüze ne gelirse yapıyoruz, kabir kapısına gelince pişman olacağız. O gün elimizi ciğerimize atacağız, öyle pişman olacağız, öyle pişman olacağız ama yaramayacak bize.
Daima nefsimizin hevasına uymak, onun hastalığını kansere dönüştürmek demektir. Bakın insan zahiri olarak kanser olunca tedavi etseler de tam iyileşmiyor, acı çekiyor… İşte nefsin hastalığı da böyle; tedavi edilmeyince kanser gibi oluyor.
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Hayır hayır, öyle değil. Aksine onların kazandığı günahlar kalplerinin üzerine pas olmuştur.” (Mutaffifin, 14)
Bir insan hata işleyince bir nokta oluyor, tevbe etmeyince bir daha, bir daha böyle kalp böyle kararınca hastalığı artık iyileşmiyor. Bunun için büyük küçük demeden, bir hata işleyince Allah-u Zülcelâl’den özür dileyelim, hemen tevbe edelim.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şerifte buyuruyor: “Bir günah işlediğin zaman hemen arkasından bir iyilik yap, bir sevab işle ki o günahı mahvetsin!” (Beyhaki; İhyâ, 4/65)
Allah’ı bilmektir davamız…
İnsan olarak vazifemiz, Allah-u Zülcelâl’i tanımaktır. İnsanın görevi nedir? Her insanın Allah-u Zülcelâl’in insanlara karşı muamelesini, Kudret’inin ve Azamet’inin ne kadar büyük olduğunu bilmesi lazımdır.
Allah-u Zülcelâl bu konuda bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor.Dikkat edelim, Allah ne diyor bize, biz neyiz Allah’ın bize karşı durumu nedir bunu bilmek lazımdır. Buyuruyor ki: “Eğer Allah, sana bir zarar dokunduracak olursa, onu Allah’dan başka giderecek yoktur ve eğer sana bir hayır dilerse, o zaman da onun ihsanını geri çevirecek yoktur. Allah, ihsan ve fazlını kullarından dilediğine nasib eder. Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir.” (Yunus; 107)
Demek başımıza ne gelirse gelsin, O’ndan geliyor, böyle bilmek lazım. Musibet olsun, hayır olsun, nimet olsun, ne olursa olsun hep Allah’tan olduğunu bilmemiz lazımdır. Başımıza bir sıkıntı geldiği zaman da ancak Allah Azze ve Celle defedebilir, bizi ondan kurtarır; Allah’tan başka kimse bir şey yapamaz, bizi kurtaramaz! Ancak Allah kurtarır…
Zahiri olarak bakıyorsun bir şahıs, bir zararı senden def ediyor gibi görüyorsun. Aslında ona bu işi, Allah yaptırıyor gene. Allah-u Zülcelâl onun elini kolunu vücudunu hareket ettirecek kuvveti veriyor. O zararı bizden onun vasıtasıyla, yine Allah-u Zülcelâl def ediyor. Böyle bilelim bunu…
Allah-u Zülcelâl bir kimseye hayır vermeyi irade ettiği zaman da bütün dünya bir araya gelip o hayra engel olmak istese yine mani olamazlar. Allah yine verir ona, o hayrı! İşte Allah-u Zülcelâl’in böyle kaderimize hükmettiğini bilmemiz lazımdır. Öyle bilirsek devamlı O’nun ibadetini yapmak, günahlardan kendimizi muhafaza etmekle uğraşırız o zaman.
Daima yalvaralım Rabbimize, daima hayırlara müşteri olalım…
İlk önce dinimiz için, imanımız için, Allah’ın rızasını kazanmamamız için Allah-u Zülcelâl’in muhabbetini kazanmamız için Allah’a yalvaralım. Muhtaç olarak: “Allah’tan başka kimse bize yardım edemez.” diye inanarak Allah’a yalvaralım. Mesela Yunus aleyhisselam Allah’a böyle dua ettiği için Allah-u Zülcelâl onun duasını kabul etti. Yunus Peygamber denizin ortasında, balığın karnında, karanlık gecede, kim onu kurtaracak, Allah’tan başka?
İşte Yunus aleyhisselam böyle yalvarınca Allah-u Zülcelâl onu kurtardı. Biz de elimizden geldiği kadar bu zayıf olan kalbimizi, nazargah-ı ilahi olan kalbimizi Allahu Zülcelal’in rahmetine açalım. Onun rahmetinin bahar yağmuru gibi üzerimize yağması için daima dua edelim. Allah’ın bu bahar yağmuru gibi rahmeti de geliyor ama o açık kalplere giriyor.
Allah-u Zülcelâl hepimize razı olacağı şekilde amel-i salih yapmayı nasip etsin. Bizi kendi nefsimize teslim etmesin. Çünkü o yaramazdır, hep rahat olmak istiyor. Sanki yaptığımız ibadetler olmuştur, olmamıştır, onun yanında kıymeti yokmuş gibi; sanki bir şey değilmiş gibi davranıyor. Allah-u Zülcelal nefsimizi ıslah etsin, bizi ona teslim etmesin; bizi hayırlarda kullansın. (Âmin)