ÖLÜNÜN ARKASINDAN NE GİBİ HAYIRLAR YAPILABİLİR?
“Ölünün arkasından yapılacak olan amellerin ölüye fayda verip vermediği” sorusu zihinleri kurcalayan ve tartışılan bir konu olmakla birlikte, Ehl-i Sünnet âlimlerinin hepsi, hangi amelin fayda verip, hangisinin fayda vermeyeceği meselesinde ihtilaf etmişler ise de ölüye hayatta kalanların yapacağı amellerin fayda vereceği hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü bu konuda, bazı amel ve iyiliklerin fayda vereceğine dair, apaçık ayet ve hadisler vardır. Mesela, dua ve istiğfarın faydalı olacağına “Onlardan, sonra gelenler şöyle derler: Ey Rabbimiz, bizi ve bizden önce imanla geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma.”( Haşr, 59/10.) ayet-i kerimesi işaret etmektedir, denilmiştir.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimizde “Ölüye namaz kıldığınız zaman ona gönülden dua edin.”( Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 59.) buyurmuş ve kendisi de kıldığı cenaze namazlarında mevta için dua etmişlerdir. Şayet bu namaz ve duanın ölüye bir faydası olmasaydı, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem efendimiz bunu ne kendi yapardı ne de başkalarına emrederdi. Halbûki Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem kendisi de birinin cenaze namazını kıldırırken, “Allah’ım, filan oğlu filan senin güvencende, senin koruman altındadır. Onu kabir fitnesinden ve cehennem azabından koru. Sen vefa ve övgü sahibisin. Allah’ım onu bağışla, ona acı! Muhakkak ki sen çok bağışlayan, çok acıyansın.”(Ebu Davud, Cenâiz, 56.) diye diye dua etmişlerdir. Kaldı ki Cenâze namazının kendisi de ölü için bir duadır.
Geride kalanların vazifeleri
Ölen kişi hakkında yakınlarının yaptıkları meşru olan bir takım vazifelerin yerine getirilmesi ölen kişinin ferahlanmasına, geride kalanlar içinse sevap kazanmaya vesiledir.
Son dönem âlimlerinden ve Nakşibendi mürşidlerinden olan Seyda Muhammed Emin Er Hoca Efendi’ye “Ölenin yakınlarının yapabileceği meşru ameller ve vazifeler nelerdir?” diye sorulduğunda şöyle cevap vermişlerdir: “Ölünün kabirde rahat etmesi için ardında bıraktığı yakınlarının Allah’ın emirlerine imtisal edip (uyup, ayrılmayarak), yasaklarından sakınmaları gerekir. Çünkü ölenlere haftada iki defa evladının amelleri arz edilir. Eğer iyi amel işlemişlerse sevinir, kötü ameller yapmışlarsa onlardan mahzun olurlar.
Evlatları onların kesbi (sonradan elde ettikleri bir kazanımları) sayıldığı için onların hayır amellerinden dolayı müstefid olurlar (istifade edip faydalanırlar). Sevap kazanırlar. İnsanın evladı ve zürriyeti kesbinden sayılır. Tebbet suresinde geçen “vemâ keseb” ibaresindeki “keseb” evlatların şeklinde tefsir edilmiştir.
Salih birer evlat olduktan sonra eğer vasiyeti varsa vefat edenin vasiyetini ifa etmektir.
Baba ve dedelerinin dostlarını tekrar dost edinmek, onlara saygı ve hürmet göstermek gerekir.
İbn-i Ömer radıyallahu anhtan rivayet ederler. İbn-i Ömer radıyallahu anh Hac yolunda giderken, hayvanından inip karşıdan gelen birisini hayvanına bindiriyor, başındaki sarığı çıkarıp onun başına sarıyor, kendisi de yaya olarak yürümeye başlıyor. Ona:
– Buna, bu kadar saygı göstermenizin sebebi nedir? Denilince:
– Bu Ömer bin Hattab’ın dostlarındandır, diye cevap verdi. Yani Babamın dostu olduğu için bu hürmeti gösterdim demek istedi.
Ölen kişinin üzerinde borç ve zekât varsa, hac üzerine farz olmuş da gidememişse, üstelik vasiyet de etmemişse, arkada kalanların bunları eda etmeleri çok yerinde olur, çokça sevap kazanırlar. Çünkü vasiyet etmemiş olduğundan dolayı Allah-u Teâlâ katında mesuldür. Bunlar kişi hayatta iken üzerine farz olduğu gibi, yapamadığı takdirde vasiyet etmesi de farzdır. “Filana şu hayrı şöyle yapın, yol yapın, camiye verin, filanın üzerimde şu kadar şu hakkı vardır, onu ona verin, oruç yedim fidyesini verin, şöyle şöyle yeminlerim vardır, kefaretini verin …” diye vasiyet etmesi farzdır. Vasiyet etmediği takdirde geride kalan akrabaları kendi mallarından ödeyiverirlerse çok sevap kazanırlar. Bu çok mühimdir.
Hanefi mezhebine göre geride kalanlar kendi mallarından değil de ölünün bıraktığı mirastan bile vermeseler mesul değildirler. Çünkü insan öldükten sonra mal varislerin oluyor ve onda hiçbir hakkı kalmıyor. Hatta elbiseleri bile varislerin oluyor. Sadece yıkayana bir miktar bir şeyler verebiliyor. Şafii mezhebine göre vasiyet etsin etmesin ölünün varisleri zekât, borç vs. gibi şeyleri ifa ederler.”
(Ahmed b. Hanbel, Evzaî, Ebû Sevr, Nevevî gibi müçtehidler ile muhaddislerin çoğuna göre, ölünün yakınlarının, onun borçlu olduğu oruç, hac gibi ibadetleri de kaza etmesi caiz ve sahihtir.)
Sadaka verilip, sevabı bağışlanabilir
Sadakanın da ölen kişiye faydası olduğu mevzuunda Ehl-i Sünnet âlimleri ittifak etmişlerdir.
İbn Abbas radıyallahu anhın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmaktadır: “Bir adam gelerek:
– Ey Allah’ın Resulü! Annem vefat etti. Ben onun için tasaddukta bulunsam ona faydası olur mu? diye sordu. Peygamberimiz:
– Evet, deyince, adam;
– Benim bir meyveliğim var. Sizi şâhid kılıyorum, onu annem için tasadduk ediyorum, dedi.”(Buhari, Sahih, Vesaya, 15, 20, 26.)
“Verilen sadaka ister kişinin evladı gibi birinci derecede bir yakını isterse başkaları tarafından verilsin, sadakanın sevabının ölüye ulaşacağında ittifak olduğu bildirilmektedir.”(Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, 1/568.)
Okunan Kur’an’ın sevabı ölüye fayda verir mi?
Âlimler, namaz kılmak ve Kur’an okumak gibi ibadetlerin sevabının, yapandan başkasına ulaşıp ulaşmayacağı konusunda ihtilaf edip iki görüş ileri sürmüşlerdir: Hanefî ile Hanbelî âlimlerine ve Şafiî ve Malikîlerin sonradan gelen âlimlerine göre, ölü yanında okunan Kur’an’ın sevabı ile Kur’an okumanın peşinden yapılan dua, orada bulunmasa da ölüye ulaşır. Kur’an okumanın akabinde dua etmek ise daha çok kabule şayandır ve kabul edilmesi daha çok umulur.
“Kur’an okumak, belli bir maksat için diriye fayda verince, ölüye fayda vermesi daha evladır. İbn Salâh rahmetullahi aleyhe göre, Kur’an okumanın sonunda, “Allah’ım, okuduğumuz Kur’an’ın sevabını filancaya ulaştır.” demesi ve okunan Kur’an’ı dua kılması da uygun olur. Bu hususta uzak, yakın aynıdır değişmez. Bunun fayda vereceğine kesin olarak inanmak lazımdır.”( Vehbe Zühaylî, a.g.e, 3/98-100.)
“Okunan Kur’an’ın sevabının ölüye ulaşıp ulaşmayacağına” dair sorulan soruya, günümüz Rabbani âlimlerinden Seyda Muhammed Konyevi Efendi, “Asrımız Meselelerine Fetvalar” isimli eserinde şu şekilde cevap vermektedirler: “İmam-ı Azam, Ahmed bin Hanbel ve Şafii âlimlerden bir kısım, kıraatın sevabının ölüye ulaşacağını söylemişlerdir. Bu insanın yaptığı amelin sevabının bir başkasına bağışlanmasıdır. Hatta bazı âlimlere göre, ölüye bağışlanmak şartıyla her amel-i salihin sevabı ulaşır.
İmam-ı Azam, Ahmed bin Hanbel ve İmam-ı Malik’e göre, kabir yanında Kur’an okumak mekruhtur. İmam Muhammed’e göre ise, kabir başında Kur’an okumak mekruh değil, müstehaptır. Hanefi mezhebinde tercih edilen görüş, İmam Muhammed’in görüşüdür. Bir rivayette Ahmed bin Hanbel de İmam Muhammed ile aynı görüştedir. Bunlar kabristanda Kur’an okumayı tavsiye eden bazı hadislerle ve İbn-i Ömer radıyallahu anh’dan gelen haberle delil getirmişlerdir. İbn-i Ömer radıyallahu anh vefatında, defnedilirken kabri üzerine bakara suresinin başının ve sonunun okunmasını vasiyet etmiştir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hurma dalını ikiye bölmüş ve bir mezara yarısını, diğerine de diğer yarısını dikmiş ve şöyle buyurmuştur: “Kurumadıkları müddetçe, mezarda yatanların azablarının hafifletmesi umulur.” (Buhâri, Müslim) Buradan da anlaşılıyor ki, Kur’an okumakta ölüye fayda verir. Çünkü o hurma dalları yaş kaldıkları müddetçe mezardakilere faydalarının dokunacağı umuluyorsa, mü’minin okuyacağı Kur’andan istifade etmesi daha evladır. Hülasa; sırf Allah rızası için okunan Kur’anın sevabını ölülere bağışlamakla, kendilerine fayda verileceği umulur.”