Resulullah’ı Sevmenin Şartları

  • 05 Nisan 2015
  • 1.107 kez görüntülendi.
Resulullah’ı Sevmenin Şartları
REKLAM ALANI

O’nu sevmek niçin önemli?

Peygamber Efendimizin ashabı arasında, şakacı ve tuhaf halleri olan bir kimse vardı. Mesela, bir keresinde bir tulum yağ, bir tulum da balı veresiye satın alarak Resulullah sallallahu aleyhi veselleme hediye getirmişti. Satıcı, malların parasını isteyince ödeyememiş, satıcıyı Hz. Peygamber’in huzuruna getirmişti. Peygamberimiz onun bu halini hoş görüp tebessüm ederek malların bedelini ödemişti.

İşte, bu gibi garip halleri olan bu kişinin iradesi de biraz zayıftı. İslam yasaklamadan evvel içkiye alışmıştı, haram kılınınca da bir türlü bırakamamıştı. Bu sebeple, bazen kendisine hadd-i şirb (içki cezası) uygulanırdı. Yine, bir gün, sarhoş bir halde getirilmiş ve ceza almıştı. Orada bulunanlardan Hz. Ömer radıyallahu anhu bu duruma celallenip lanet okudu. Bunu duyan Peygamberimiz şöyle buyurdu:

REKLAM ALANI

“O’na lanet okuma ey Ömer! Allah’a yemin ederim ki O’nun hakkında kesin olarak bildiğim bir şey varsa, o da Allah ve Resulü’nü çok sevdiğidir.” (Buhari Kitâb’ül-Hudûd, c. VIII, s. 14)

Peygamber Efendimizi sevmek, böyle zayıf iradeli, günahları terk edemeyen bir kişiye bile faydalı oluyordu. Öyleyse Allah Resulünün getirdiği hidayetle nefsini terbiye ve tezkiye edenlere olan faydasını bir düşünelim…

Her Kutlu Doğum vesilesiyle Peygamber Efendimizi anıyoruz, onun sevgisi üzerine konuşuyoruz. Ama acaba Allah Resulünü sevmenin önemini kavrayabildik mi? …

Biraz düşünürsek Peygamberimizi sevmek ile sevmemenin ne kadar keskin bir hat olduğunu görebiliriz. Öyle keskin bir hat ki, bir yanı cennet bir yanı cehennem! Bir yanı sonsuz saadet, bir yanı sonsuz felaket!

Peygamberimizi sevmekle çöllerde yaşayan ümmî bir kavim, insanlığın şeref levhası oldu, O’na hased edip düşmanlık etmekle Ehl-i Kitap kavimler lanete müstehak oldu.

Peygamberimizin sevgisi, her türlü günaha batmış, vicdanları kararmış bir topluluktan, gökteki yıldızlar gibi seçkin rehberler çıkardı; O’nu sevmemek manastırlara çekilmiş, kadınlardan uzak duran, kendini ilme veren rahipleri, sonu gelmez şüphe ve tartışmaların karanlığında bıraktı.

Peygamberimizin bir anlık nazarı değince, Vahşî gibi eli kanlı katiller, mücahide dönüştü; yalancı elebaşlarını yok etti. Efendimize sırtını dönüp yüreğini kapatanlar ise ebediyen kalpleri mühürlenerek hidayetten mahrum kaldı.

Belki ilk bakışta insan önemini kavramaktan aciz kalıyor; acaba neden onu sevmek ile sevmemek böylesine önemli?

Gönül ilimlerinin tercümanı Hz. Mevlana bunun hikmetini şöyle açıklıyor;

“Ebu Cehil, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemi gördü ama ondaki güzelliği göremedi, onu sevmedi, getirdiklerini çirkin gördü. ‘Ya Muhammed ne çirkinsin. Senin gibi çirkin adam görmedim.’ Dedi.”

“Hz. Ebu Bekir radıyallahu anhu, Peygamber aleyhisselamı gördü ve O’nun getirdiği hidayeti güzel görüp tabi olarak, ‘Sen bir güneşsin, parlayarak dünyayı aydınlattın.’ dedi. Hz. Peygamber her ikisine de, ‘İkiniz de doğru söylediniz, çünkü ben bir aynayım, kim bakarsa ben de kendini görür.’ dedi.”

Mevlana Hazretlerinin söylediği gibi, Peygamber Efendimize bakan, onda kendi nefsinin temayülünü görüyordu. Ebu Cehil’in nefsi, kibirle, kıskançlıkla, kavmiyet asabiyetiyle doluydu; Allah Resulünde tezahür eden faziletler onun iç dünyasındaki haset ve nefreti kışkırttı.

“Hz. Ebu Bekir ise bir hak ve hakikat aşığıydı, kendisini Allah’a yaklaştıracak bir vesile arıyor, hak yolu bulmak istiyordu. Onu bulunca kendini feda etmeye hazırdı. Peygamberimiz onun fıtratındaki muhabbet çağlayanının Allah’a ulaşması için bir kanal, bir vesile oldu.”

Evet, aynı şehirde doğup büyüyen, aynı ekmeği yiyen, suyu içen, aynı dili konuşan, çoğu aynı soydan olan Mekke halkının bir kısmı, Peygamberimizi sevmekle insanlığın zirvesine çıkıp cennet efendileri oldular; sevmeyip düşmanlık etmekle Esfel-i Safilin’e yuvarlandı, “Ümmetin firavunu” “Cehennem kütüğü” oldular.

Resulullah sevgisi derece kazandırır

Sahabe-i kiramın faziletleri hakkında yazılan kitaplarda, onların derecelerini bildiren ifadelerde daima Peygamber sevgisi ve fedakarlığının belirleyici olduğunu görürüz. Allah’ın Resulü de muhabbetleri derecesinde ashabıyla yakınlık münasebeti kurmuş, onların sevgisini karşılıksız bırakmamıştır. Velev ki, evinden yurdundan uzakta, garip bir köle bile olsa.

Ashab-ı kiram hazeratı, yabancı menşeli birer azadlı köle olan Bilal-i Habeşî’yi, Selman-ı Farisî’yi, Süheyb-i Rûmî’yi asilzade Araplardan aşağı tutmamışlardır. Aksine, geç Müslüman olan asilzade Kureyş’liler kapıda bekletilirken, İslam’a koşmakta erken davranan Bilal-i Habeşî radıyallahu anhu Peygamberimizin huzuruna rahatça girip çıkıyordu. Mekke’nin fethedildiği gün, Kabe’nin damına çıkıp ezan okuyan Bilâl’i gören Kureyş reisleri, kendi aralarında söyleniyorlar ve Peygamberimiz onlara kendi aralarındaki konuşmaları haber veriyordu.

Hz. Ömer’in şehadetinden sonra, yeni bir halife seçilinceye kadar imam tayin ettiği sahabe, Hz. Suheyb idi. Pek çok sahabenin hayatta olduğu bir dönemde ona bu görevin teslim edilmesinin sebebi, Peygamberimizin yanına, Medine’ye hicret edebilmek için Kureyşlilere kese kese altın ödeyerek imanını satın almasıydı. Peygamberimiz onu karşıladığında, o henüz başına gelenleri anlatmadan kendisine haber vermiş ve “Kârlı bir alış veriş yaptın!” buyurarak müjdelemişti. Hz. Süheyb hakkında “O ne güzel kuldur.” buyururdu.

Peygamberimiz, muhabbet ve sadakatte en önde olan Hz. Ebu Bekir’in kızıyla evlenerek hısımlık bağı kurdu, onu Hac Emiri tayin etti, kendi hastalığı döneminde imamete geçirdi. Diğer ashabı da hep muhabbetteki derecelerine göre Peygamberimizin sohbet halkalarında halelendiler; O’nun nurundan istifade ederek yetiştiler.

Sahabenin her biri peygamberimizi kendi gönül aynasında seyrederek, kendince bir sevgiyle sevdi. Hicret gecesinde yatağına yatacak kadar canını feda eden Hz. Ali radıyallahu anhunun sevgisi bir zirveydi; Efendimize doğru atılan oku engellemek için elini uzatan Hz. Talha bir diğer zirve. Peygamber Efendimiz onun hakkında, “Yeryüzünde gezen cennetlik bir kimseye bakmak isteyen, Talha b. Ubeydullah’a baksın!” buyururdu.

Uhud Harbi’nin sıkıntılı anlarında Peygamber Efendimizi korumak için pervane olan Nesibe Hatun, Allah resulüne olan aşkının bir tezahürü olarak “Yâ Re­sû­lal­lah! Allah’a dua et de cennette sana komşu ola­lım!” diyor, istediği duayı alınca da “Bana artık dünyada ne musi­bet gelirse gelsin gam çekmem; bu bana yeter!” diye seviniyordu.

Allah Resulünü sevmenin şartları…

Sahabe-i Kiram’dan sonra Tabiîn ve Tebe-i Tabiîn de aynı şekilde muhabbet ve alakaları nispetinde yüceldiler. Allah’ın Resulünden hayatımızı manalandıracak, yolumuzu aydınlatacak ne kadar ilim ve hikmet öğrenmişlerse onları bizlere aktarma derdinde oldular. Allah Resulünün varisleri olan âlimler, böyle bir silsile halinde bizlere Allah’a güzel kul olma yolunu gösterdiler.

Sünnetine uymak

Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemi sevmenin en önemli şartı, onun getirdiği haberlere iman etmek, O’nun sünnetine uymak, hal ve ahlakta da mümkün olduğu kadar ona benzeyerek kulluk edebine bürünmekti. Çünkü Allah-u Zülcelâl, buyuruyor ki “Habibim de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Ali İmran; 31)

İnsanlar nasıl ki Asr-ı Saadet’te Peygamberimizi sevmekle kıymet ve derece kazandılarsa bugün de aynı şekilde, yine Peygamberin sevgisiyle derece kazanmaya devam ediyor. Bugün de Peygamberimiz aleyhissalatu vesselamın bıraktığı ilim mirasına sahip çıkmakla, O’nun yoluna uymakla ve O’nun ümmetinden bir fert olarak O’nu güzel temsil etmekle Allah’ın katında kıymet kazanabiliyoruz. Elbette bunun için de Peygamber efendimizi anlamak gerekiyor.

Bir kişiyi seven O’nu üzer mi? Onu üzen şeylere razı olur mu?

Ümmet’e düşkünlük

Peygamber Efendimizin ümmetine karşı olan düşkünlüğünü biliyoruz. Öyleyse onun ümmeti için ne kadar üzüldüğünü ve ümmetin ıslahını ne kadar arzu ettiğini de anlayabiliriz. Bu durumda, Peygamberi seven bir Müslümanın ümmet için endişe etmemesi mümkün mü? Peygamberimizi sevdiğini söyleyen ama ümmetin iyiliği ve ıslahı için hiçbir şey yapmaya gerek duymayan insan, peygamberimizi sevmeyi anlamamış demektir.

Ahlaken benzeme

Peygamberimizin sünnetine uymak deyince çoğumuz çok sathî bir bakış açısıyla anlıyoruz. Sanki sünnet-i seniyyeye uymak, sadece şekli bazı benzeme çabalarından ibarettir sanıyoruz. Birçoğumuz da bu zamanda hakkıyla yapamayacağını düşünerek bunu da terk ediyor. Hâlbuki en yakın sahabelerinden Enes radıyallahu anhu Peygamberimizin sünneti konusunda ufkumuzu açacak bir hadis-i şerifi naklederek şöyle buyuruyor:

Peygamberimiz bir gün bana dedi ki, “Ey Yavrucuğum, eğer kalbinde hiçbir kimseye kin ve haset beslemeden, gece ve gündüzü geçirmeye muktedir olursan (bunu)  yap.” Bundan sonra bana şöyle buyurdu:

“Ey oğulcağızım, bu benim sünnetimdir. Kim ki benim sünnetimi ihya ederse o kimse beni sevmiş olur. Kim beni severse o cennette benimle beraberdir.” (Tirmizi; Ebvabü’l-İlim, 16)

Bizler Peygamberimizin sünnetine uymak niyetiyle onun ahlakını benimsemeye çalışıyor muyuz? Onun gibi, insanlara karşı müşfik ve affedici oluyor muyuz? O’nun ümmetinden bir din kardeşimizi O’nun hatırı için sevip müsamaha gösteriyor muyuz?

Mümin kardeşlerini sevmek

Sevgiler bir ağacın dalları gibi birbiriyle ilişkilidir. Kimin kalbinde Allah’ın sevgisi kök salmışsa, Allah’ın hatırına, Allah’a kulluk yolunu gösteren Resulünü sever. Resulünün sevgisi hatırına da O’nun Ehl-i Beyt’ini, Ashab’ını ve sonra ona tabî olanları, en nihayet ümmetini sever, merhamet eder. Buna mukabil, Peygamberimizi sevmeyen, Ona muhalefet eden, onun yolunun zıddına bir yola davet edenleri de sevmez, onlardan sakınır.

Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki, “Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve Peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin.” (Mücadele; 22)

Elbette seven sevdiğinin sevdiğini sever, sevmediğini de sevmez. Peygamberimizin Allah’a kulluğu, güzel ahlakı, edebi, hayayı sevdiğini; dünyaya kulluğu, bencilliği, katı kalpliliği ve hayasızca günahları sevmediğini biliyoruz. O halde kendimize bakalım; gün boyunca meşgul olduğumuz şeyler, Allah Resulünün sevdiği ve sevilmesine razı olduğu şeyler mi, yoksa tam zıddı mı?

İslam’a hizmet etmek

Peygamberimize hakaret eden güruhun, dünyaya kul olmuş, Allah’a kulluğu nefislerine yediremeyip benliklerini ilah edinmiş bedbahtlar olduğunu görüyoruz. Onları bütün kalbimizle lanetliyor ve yaptıkları çirkinliğe karşı Allah için öfke duyuyoruz. Ama şunu da bilelim ki, Peygamberimize dil uzatanların birçoğu sahabe-i kiramın mükemmel ahlakını tanıdıkça ve onlar Allah’ın dini yolunda savaşıp onu aziz kılınca, birer birer tevbe ettiler. Peygamberimize dil uzatan şairler birer ikişer gelip peygamberimizi metheden şiirler okudular. Öyleyse bize düşen de budur…

Bir yandan Peygamberimizi sevdiğimizi söyleyip ona dil uzatanlara kızıyor, bir yandan da Peygamber düşmanları gibi dünyaya esir olup, dinimizi yeryüzünde üstün kılacak bir şey yapmıyor ve Peygamberi güzel temsil etmiyorsak, bizim de suçumuz var demektir.

Eğer inceden inceye düşünecek olursak Allah Resulüne layık bir ümmet olamadığımızı fark ediyoruz. Ama yine de ümidimizi kesmiyoruz. Çünkü kendimiz Allah’a layık bir kul, Resulüne layık bir ümmet olmasak da bizi Allah’a ve Resulüne çağıranları seviyoruz. Belki hatalarımız çok ama en azından onların yolunda bulunmaya çalışıyoruz. İnşaallah, Allah resulünü bize tanıtanların sevgisi hatırına ve onların feyziyle ona layık bir ümmet olmaya ve cümle âlemi, Peygamberimize hayran bırakmaya muvaffak oluruz.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ