‘Rızık Endişesi’ Kaybetme Sebebiniz Olmasın!
Ertelemelerin sebebi hep rızık endişesi!
İmam Suyutî rahmetullahi aleyh buyuruyor ki; “Çocuklarda beş haslet vardır ki, onlar büyüklerde olsa elbette evliya olurlar. Birincisi, çocuklar rızık için endişe etmezler. İkincisi, hastalandıklarında Rablerini kimseye şikâyet etmezler. Üçüncüsü yemeklerini paylaşır, birlikte yerler. Dördüncüsü korkunca hemen ağlar, gözyaşı dökerler. Beşincisi kavga ettiklerinde kin tutmaz, hemen barışırlar. Altıncısı kalpleri saftır, (riyadan uzaktır.)”
Gerçekten de büyüdükçe akıllandığımızı zannediyoruz ama çoğu zaman büyürken, farkında olmadan dünya hayatının ve ehli dünya insanların telkinleriyle aklımızın ve kalbimizin ayarlarını bozuyoruz. Her şeyden önce Rabbimize karşı tevekkülü kaybediyoruz. Sanki o dilese bize sıkıntı, darlık, yokluk çektiremezmiş gibi, onun takdirine karşı tedbir alabileceğimizi zannediyoruz.
Şöyle bir etrafımıza bakıyoruz, insanların çoğu manevi hayatını sürekli erteliyor. Öne sürdükleri en belli başlı sebep; rızık endişesi!
“Emekli olduktan sonra hacca gideceğim, ondan sonra namaza başlayacağım. Kuran okumayı unuttum, tekrar öğreneceğim.”
“Şimdi de yapabilirsin!” denilince, “İş yerinde namaz kılamam. Çok çalışıyorum, yoruluyorum, dini konularla ilgilenmeye vakit kalmıyor” diye hazır bahaneler öne sürülüyor.
Anne babanın kendileri bu kısır döngüye sıkışmışken çocuklarını da aynı çıkmaza sürüklüyorlar. Manevî bir eğitime yönlendirmiyor; “Öncelikle sınavı kazansın, okusun, iyi bir mesleği olsun, maddi güvenceye kavuşsun, sonra dinini öğrenir” diyor.
Dünyayı önceleyenleri bekleyen büyük tehlike!
Bazen bakıyorsun, çocuk iyi bir okul kazanmış, sonra yüksek lisans için yurt dışına çıkmış oradan evlenmiş, iş bulup yerleşmiş, dinini değil ana dilini bile unutacak noktaya gelmiş. Güya maddî güvenceyi elde edince sıra maneviyata gelecekti ama çocukları Hıristiyan mı, Müslüman mı, bilmiyor. Kendisinin de onlara dinini öğretecek bilgisi yok. Hatta evliliği yürümemiş, mahkeme çocukları anneye vermiş, kendisine düşman veya en azından yabancı çocukların nafakasını ödemekten başka bir şey yapmıyor.
“Önce dünya, önce rızık” diyoruz ama sonra bir dönüp bakıyoruz ki bunca zaman boşa kürek çekmişiz. Tamahkârlık nasibi artırmıyor aksine pek çok musibetin fitilini ateşliyor. “İşimi daha da büyüteyim” diye faize tenezzül edip kredi alanlar, sonunda katlanan borcu ödeyemiyor, bankalara gönüllü köle oluyor.
“Seçkin bir muhitte oturayım, çevre edineyim, sosyeteye karışayım” derken altından kalkamayacağı masrafların altına girenler, boşu boşuna yüklendikleri ağırlıkların altında eziliyor. Bazen sırf, ‘Eve iki maaş girsin’ diye yapılan maneviyatsız evlilikler yürümüyor, üstüne bir de boşanma masrafı, tazminatı, nafakası derken yılların birikimi kül oluyor. Kısacası, dünyada biraz daha fazla olsun diye hırs göstermek nasibi hiçbir zaman değiştirmiyor, bilakis iki dünyada perişanlık getiriyor.
Müslümanın çalışma gayesi nasıl olmalı?
Esasen Allah-u Zülcelâl, hiçbir kulunu rızıksız bırakmaz. Bu sebeple asli ihtiyaçlarımızı gideremezsek diye endişe etmemiz yersizdir. Allah-u Zülcelâl, bir imtihan takdir etmiş olsa da yardıma muhtaç duruma düşsek bile Rabbimiz, bizi doyuracak kadar rızkı bir vesile ile gönderir. Elbette biz alan el değil, veren el olmak için sebeplere müracaat etmeli, çalışmalı, helalinden kazanmalıyız.
Müslümanın dünya için çalışırken de gayesi, yine Allah’ın “Yeryüzüne dağılın, Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın” emrine itaat etmek olmalı. Allah-u Tea’lâ maişeti helalinden kazanmak için çalışıp birbirimize hizmet etmeyi, bir birimizin ihtiyaçlarını gidermeyi dünya hayatının bir gereği olarak takdir etmiş. Çalışmalarımızda gaye, Allah’ın muradını gerçekleştirmek olmalı; yoksa nefsin muradını gerçekleştirmek olmamalı…
Cehalet karanlıkları içindeki zalim nefsimiz, bütün kötülüklerin asıl kaynağı! Yoksa ne (içinde yaşadığımız) dünya kötüdür ne de rızık elde etmek için çalışmak. Ancak nefsin aşırı hırsı işin içine karışınca rızık çabası, derin bir endişeye dönüşüyor. Mesela günlük rızkını kazanmak hiç kimse için aşırı bir endişe kaynağı değildir ama borçlanmak insanların gönül huzurunu yok eden, büyük bir endişe kaynağıdır. Bilhassa Allah’ın haram kıldığı faiz yükü altına girmek, insanın kendine yapabileceği en büyük zulümdür.
Dumura uğratılan ihtiyaç psikolojimiz
Ne yazık ki medya ve çevrenin telkinlerine maruz kalan günümüz insanlarının ihtiyaç telakkisi değişti. Her insan için temel ihtiyaç olan barınma, beslenme, ısınma, giyinme gibi temel ihtiyaçları gidermek yetmiyor; en son çıkan cep telefonunu almak, fiyakalı kıyafetler giymek, tatile gitmek, dışarıda yemek yemek, mobilyaları değiştirmek de temel ihtiyaç gibi görülüyor. Harcama kalemleri çeşitlendikçe bugünün geliri yetmez oluyor. Kredi kartlarıyla harcama yapmak ise yarınki ekmeğinizi bugünden tüketmek manasına geliyor.
Bugün ülkemizde on binlerce kredi borcu davası var. Bankalar; memurlara, düzenli geliri olanlara kredi pazarlayarak boyunlarına borç halkası geçirmeye çabalıyor. Evlatlar anne babalarının üç kuruş emekli maaşına göz dikiyor. Halkımız anlık heveslerine mağlup oluyor. Bilhassa kadınlar! Tükettikleri kadar veya kendileri için harcama yapıldığı kadar değerli olacaklarını ve şu geçici dünyayı cennet yapabileceklerini zannediyorlar.
Kadınlar erkeklerin dünya hayatıyla en kuvvetli bağıdır. Hanımı açgözlü ve dünyaya düşkün olan erkeğin sırtından yük, boynundan borç eksik olmaz. Hanımlar mecburen evinin geçimini, çocuklarının nafakasını ister. Ancak isterken insaflı olan hanım, kocasını dünya ve ahiret sıkıntılarından esirgemiş olur. Bu sebeple geçici dünyanın en büyük ziyneti ve nimeti, Allah’ın nasip ettiği rızka kanaat edip şükreden saliha bir hanımdır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, aynen şöyle buyuruyor; “Dünya bir meta’dır. Dünya metaının en hayırlısı saliha hanımdır.” (Müslim, Rada 64)
Hanımı tok gözlü, üretken ve fedakâr olan kişinin dünya yükü hafif olur. Artık onun değerini bilirse, Allah onu rızık endişesine düşürmez. Velev ki düşürse bile hayırlı bir hanım zor günlerinde beyinin en büyük destekçisi olur.
İmtihanlara sabredenlere müjde!
Allah’ın yazdığı bir kanun var; bu dünyada müminler muhakkak bazı imtihanlardan geçecekler: “Sizi biraz korku, biraz açlık ve biraz mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmeyle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!”(Bakara; 155)
Bu ayetteki ifadenin yani, “bi şeyin minel havfi ve cu’i…” ifadesinin edebî açıdan tam karşılığı, “korku, açlık, ve eksiltme gibi imtihanlardan, az bir şeyle deneyeceğiz.” Yani dünyada mutlaka imtihan geçireceğiz ama bu az bir şey olacaktır. “Sabredenleri müjdele” çünkü imtihanı kazananlara arkasından hemen bolluk ve iyilik gelecektir.
Ayetin üslubundan çıkarılan manaya bakılırsa, dinimiz uğruna katlanacağımız yokluk ve sıkıntılar olsa da bunlar gereği gibi sabırla, yardımlaşma ve dayanışma ile karşılanırsa az zamanda atlatılacak ve sonunda refaha kavuşulacaktır. Nitekim sahabe-i kiramın hayatına baktığımızda bunu görüyoruz. Dinleri uğruna boykota, hicrete, savaşa, yoksulluğa katlandılar ama bunların ardından zaferler, ganimetler geldi. Bizim de şahsî hikâyemizde de bunun benzerleri olabilir.
Elbette imtihanlar farklı farklı olacaktır. Kimisi hayatının başında çeker, kimi sonunda. Kimi yoksulluk çeker, kimi varlık içindedir ama hastalıktan dünyanın tadını alamaz. Kiminin pek bir derdi yoktur ama gönül huzuru yoktur. Zaten hakiki Müslüman, önünde son nefes gibi zor bir viraj varken, kendini emniyette görüp, gülüp neşelenebilir mi? Mümin kardeşleri bunca derde uğramışken hangi gerçek Müslüman tam manasıyla hayattan tat alıp, keyiflenebilir?
Zenginlerimizi bekleyen dünya fitnesi
Dünya bir cenk meydanı; bir mücahede alanı… Nefsinle, şeytanla, şeytanın yarânıyla… Bu hakikî dertlerin yanında, dünya hayatına dair endişeler pek önemsiz kalmalı… Asıl endişe edeceksek, “Ya dünya önümüze serilir de ahireti unutursak?” diye endişe etmeliyiz. Nitekim Peygamber efendimizin ümmeti için asıl endişesi fakirlik değil, zenginliğin getireceği fitnelerdi!
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Ubeyde b. Cerrah radıyallahu anhuyu, cizye mallarını getirmek üzere Bahreyn’e göndermişti ve bir süre sonra mallarla döndüğü duyuldu. Allah Resulü sabah namazını kılınca sahabeler hemen onun önüne koşuştular. Peygamberimiz onların bu halini görünce gülümsedi. Sonra: “Öyle sanıyorum ki sizler, Ebu Ubeyde’nin Bahreyn’den bir şeyler getirdiğini duydunuz” buyurdu. Sahabeler: “Evet ya Resulüllah!” dediler. Bunun üzerine Allah Resulü: “O halde sevinin ve sizi sevindirecek şeyi ümit edin!… Allah’a yemin ediyorum ki, bundan sonra sizin adınıza fakirlikten korkmuyorum. Fakat sizin için dünyanın sizden öncekilere serildiği gibi size de serilmesinden ve onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışmanızdan, dünyanın onları helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum,” buyurdular. (Müslim, Fezail 30-31)
Peygamber efendimiz, bizzat kendi terbiyesi altında yetişen, Resulün feyzinden inikas alarak O’nun nuruna boyanan Sahabesi için endişe etmiş; biz nasıl endişe etmeyiz?
Her şartta tercihiniz ahiret olsun!
Müminler muhakkak dünya ile ahiret arasında bir tercihe mecbur kalarak imtihana çekiliyor. Hiç kimse çok iyi tahsil görmekle veya bol maaş kazanmakla bu imtihandan kurtulamıyor. Bir tanıdığımın oğlu çok iyi bir okul okudu ve yabancı bir firmanın Türkiye temsilciliğinde iş buldu. Öyle bir pozisyonu başka şirkette bulması zordu; çünkü bilgisayar yazılımına dair sektörde yerli firma yoktu. Firmanın müdürü ise, çalışanlarının Ramazan’da oruç tutmasına izin vermiyordu. Öğle saati çalışanların yemeğe gelmesini şart koşmuştu. Delikanlı onca tahsiline rağmen büyük bir imtihanla karşılaştı ve sonunda işinden istifa ederek imtihandan yüz akıyla çıktı.
Demek ki, ne kadar parlak bir tahsil yaparsanız yapın iş hayatınızı garanti edemezsiniz. Eğer dünya ile ahiret arasında bir tercih yapmak ve bu uğurda fedakârlık imtihanıyla karşılaşmak sizin kaderinize yazılmışsa bundan kurtulamazsınız. Asıl mesele öyle bir anda doğru tercihi yapabilmek; ebedi hayat için geçici dünyanın menfaatini gözden çıkarabilmektir.
Peki, düşünelim, çocuklarımızı yetiştirirken hep dünya endişesiyle doldurursak böyle bir anda nasıl dik duracaklar? Çocuklar neye, ne kadar değer vereceklerini, anne babalarından öğrenir. Anne baba dünya kaygısıyla dolu olursa çocuk da rızık uğruna her şeyi feda edebileceğini zanneder.
Bu sebeple rızık konusunda tevekküllü olmak basit bir mesele değildir. Müslüman muhakkak gerektiğinde aza kanaat etmeyi, helal çerçevesi içinde sınırlı kalmayı, ahiret uğruna dünyanın pırıltısından vazgeçmeyi göze alabilmeli.
Bu sebeple çocuklarımızı dünya nimetlerine karşı tok gözlü ve sabırlı olmaya alıştırmalıyız. Kadın ve kızlarımıza da, dünya sevgisine karşı dirençli olmaları için kuvvetli bir maneviyat aşılamalıyız. Toplumun idarecileri, öncüleri ve rehber şahsiyetleri olan erkekler de tercihlerini, dünyevi yönden cazip görünenden yana değil, ahiret bakımından emniyetli olandan yana yaparak toplumun değerlerini yönlendirmeliler. Çünkü onlar tercihleriyle kendilerine tabi olanları etkiler ve yönlendirirler.
Hepimiz ahireti hep gözünün önünde tutan, dünyayı sadece bir yolculuk, dünyevi rızkı da bir yol azığı olarak gören kişiler olmadıkça bu tehlikeli yoldan selametle geçemeyiz. Allah hepimize basiret versin, dünya tuzaklarına yakalanmadan kurtuluşa ermeyi nasip etsin.