Rüya ve Efendimiz (s.a.v.) Bir Rüyası

  • 20 Kasım 2016
  • 924 kez görüntülendi.
Rüya ve Efendimiz (s.a.v.) Bir Rüyası
REKLAM ALANI

Sadık rüyalar
Kur’an-ı Kerim, Yusuf aleyhisselam (bkz. Yusuf, 12/4-6) ve İbrahim aleyhisselam efendilerimizin (bkz. Saffât, 37/102) peygamberlerin rüyasından haber vermektedir. Yine Kur’an-ı Kerim, Rasûlü’ne, Allah’ın doğruyu rüyasında bildirdiğinden bahsetmektedir: “Allah, rasûlüne gerçeğe uygun rüyasında doğruyu bildirmiştir.” (Fetih, 48/27)

Rüya ile ilgili olarak, İslâm’ın şiârından olan ezanın meşru kılınması Abdullah b. Zeyd ve bazı sahabilerin rüyalarında görmesi ve bunu Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme anlatmasıyla olmuştur. (Ebû Dâvûd, Salât, 28; Tirmizî, Salât, 139; İbn Mâce, Ezan, 1).

Peygamberlerin haber alma yollarından birisi de rüyalardır (Buhârî, Ta’bir, 1) dolayısıyla onların rüyaları aynı zamanda vahiydir ve ümmetleri için bağlayıcıdır. Peygamberler dışındaki kişilerin rüyaları dini bir kaynak olarak kabul edilmez ve kişinin kendisinden başkasını bağlamaz. Çünkü Müslüman için kaynak Kur’an ve Sünnettir. Ama yalandan uzak doğru kimselerin rüyalarının doğru olma ihtimalinin yüksek olduğunu yine Allah’ın Rasûlü sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin, “Rüyası en doğru olanınız en doğru sözlü olanınızdır” (Müslim, Rüya, 6) buyurarak bildirmekte ve Müslümanları doğru olmaya teşvik etmektedir. Bu da doğru kişiler için Allah’ın kendilerine bir ikramıdır.

REKLAM ALANI

Allah’ın Rasûlü rüyaya önem verir ve şöyle buyururdu: “Rüya üç çeşittir: (Birincisi) Allah’tan bir müjde olan sâlih rüyadır. (İkincisi) şeytandan kaynaklanan üzücü rüyadır. (Üçüncüsü ise) kişinin yaşadıklarından bazısının hayatına yansımasıdır.” (Müslim, Rüya, 6).

Hazreti Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, rüyanın “peygamberliğin kırk altı kısmından biri” (Buhârî, Ta’bîr, 2, 10, 26; Müslim, Rüya, 7) olduğunu ve peygamberlikten sonra ise müjdeleyici olarak sâlih rüyaların kaldığını (Buhârî, Ta’bîr, 5) söylerdi. Yine O, “En sâdık rüya seher vakitlerinde görülen rüyadır” (Tirmizî, Rüya, 3) buyurur ve sabah namazından sonra ashabına “içinizde rüya gören var mı?” diye sorardı. Bu durumu sahabenin büyüklerinden Abdullah b. Ömer şöyle anlatmaktadır:

Abdullah b. Ömer
radıyallahu anhın rüyası
“Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin sağlığında (sahabilerden) birisi bir rüya gördüğünde gelip bunu Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme anlatırdı. Ben de, Rasulullah aleyhisselatu vesselama anlatayım diye rüya görmeyi istemiştim. Hz. Rasulullah zamanında mescidde uyurdum, genç bir delikanlı idim. Bir keresinde rüyamda sanki iki meleğin beni alıp cehenneme götürdüklerini gördüm. Bir de baktım ki, cehennem, kuyunun içi gibi örülmüştü. Cehennemin, kuyunun makara konulan dikmeleri gibi iki dikmesi vardı. Kuyunun içine baktım, bir de ne göreyim, içerisinde tanıdığım birtakım kimseler var. Hemen “Eûzu billahi mine’n-nâr, Eûzu billahi mine’n-nâr, Eûzu billahi mine’n-nâr” Cehennemden Allah’a sığınırım, Cehennemden Allah’a sığınırım, Cehennemden Allah’a sığınırım” demeye başladım. Derken bu iki meleği, başka bir melek karşıladı. Bana “Korkma” dedi. Rüyamı (ablam) Hafsa’ya anlattım. Hafsa da, Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme anlatmış, o da “Abdullah ne güzel bir kimsedir! Keşke gecenin bir kısmında kalkıp da gece namazı kılmayı adet edinse!” buyurdu. Abdullah b. Ömer bundan sonra geceleyin çok az uyur oldu. (Buhârî, Teheccüd, 2, Fedâilu’s-Sahâbe, 19, Ta’bîr, 35, 36; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 140).

Yine Abdullah b. Ömer anlatmaktadır: “Bir rüya gördüm. Sanki elimde ipekten dokunmuş kalın bir kumaş parçası vardı. Ben cennetin içerisinde gitmek istediğim bir yer olduğunda o kumaş parçası muhakkak oraya uçardı. Daha sonra bu rüyamı kız kardeşim ve müminlerin annesi Hafsa’ya anlattım. Hafsa da bu rüyayı Efendimiz’e (s.a.v.) anlattı. Efendimiz (s.a.v.) “Ben, Abdullah b. Ömer’i, Allah’ın sınırlarını ve kulların haklarını ye¬rine getiren iyi bir kimse olarak görüyorum” buyurdu. (Buhârî, Teheccüd, 21, Ta’bîr, 25; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe,  139).

Efendimiz sallallahu aleyhi
vesellemin bir rüyası
Semüre b. Cündeb radıyallahu anh anlatmaktadır: “Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, sık sık “Sizden bir rüya gören yok mu?” diye sorardı. Görenler de, O’na Allah’ın dilediği kadar anlatırlardı. Bir sabah bize yine sordu. “Sizden bir rüya gören yok mu?” Kendisine, “Bizden kimse bir şey görmedi!” dediler. Bunun üzerine, “Ama ben gördüm” dedi ve anlattı: “Bu gece bana iki kişi geldi. Beni alıp, “Haydi yürü!” dediler.

Yürüdüm. Yatan bir adamın yanına geldik. Yanında biri, elinde bir kaya olduğu halde başucunda duruyordu. Bazen bu kayayı başına indirip onunla başını yarıyordu, taş da sağa sola yuvarlanıp gidiyordu. Adam taşı takip ediyor ve tekrar alıyordu. Ama başı eskisi gibi iyileşinceye kadar vurmuyordu. İyileştikten sonra tekrar indiriyor, önceki yaptıklarını aynen yeniliyordu.

Beni getirenlere, “Subhânallah! Nedir bu?” dedim. Dinlemeyip “Yürü! Yürü!” dediler. Yürüdük, sırtüstü uzanmış birinin yanına geldik. Bunun da yanında, elinde demir kancalar bulunan biri duruyordu. Adamın bir yüzüne gelip, çengeli takıp yüzünün yarısını ensesine kadar soyuyordu. Burnu, gözü enseye kadar soyuluyordu. Sonra öbür tarafına geçip, aynı şekilde diğer yüzünün derisini de ensesine kadar soyuyordu. Bu da, yüz derileri iyileşip eskisi gibi sıhhate kavuşuncaya kadar bekliyor, sonra tekrar önce(ki) yaptıklarını yapmaya başlıyordu. Ben burada da “Subhanallah! Nedir bu?” dedim. Cevap vermeyip, “Yürü! Yürü!” dediler. Beraberce yürüdük.

Fırın gibi bir yere geldik. İçinden birtakım gürültüler, sesler geliyordu. Gördük ki, içinde bir kısım çıplak kadınlar ve erkekler var. Aşağı taraflarından bir alev yükselip onları yalıyordu. Bu alev onlara ulaşınca çığlık koparıyorlardı. Ben yine dayanamayıp, “Bunlar kimdir?” diye sordum. Bana cevap vermeyip “Yürü! Yürü!” dediler.

Beraberce yürüdük. Kan gibi kırmızı bir nehir kenarına geldik. Nehirde yüzen bir adam vardı. Nehir kenarında da yanında birçok taş bulunan bir adam duruyordu. Adam bir müddet yüzüp kıyıya doğru yanaşınca yanında taşlar bulunan kıyıdaki adam geliyor, öbürü ağzını açıyor bu da ona bir taş atıp kovalıyordu. Adam bir müddet yüzdükten sonra geri dönüp adama doğru yine yaklaşıyordu. Her dönüşünde ağzını açıyor, kıyıdaki de ona bir taş atıyordu. Ben yine dayanamayıp, “Bu nedir?” diye sordum. Cevap vermeyip yine “Yürü! Yürü!” dediler.

Beraberce yürüdük. Çok çirkin görünüşlü bir adamın yanına geldik. Böylesi çirkin kimseyi görmemişsinizdir. Bunun yanında bir ateş vardı. Adam ateşi tutuşturup etrafında dönüyordu. Ben yine, “Bu nedir?” diye sordum. Cevap vermeyip, “Yürü! Yürü!” dediler. Beraberce yürüdük. İri iri ağaçları olan bir bahçeye geldik. İçerisinde her çeşit bahar çiçekleri vardı. Bu bahçenin içinde çok uzun boylu bir adam vardı. Semâya yükselen başını neredeyse göremiyordum. Etrafında çok sayıda çocuklar vardı. Ben yine, “Bunlar kimdir?” dedim. Cevap vermeyip “Yürü! Yürü!” dediler.

Beraberce yürüdük. Ulu bir ağacın yanına geldik. Ne bundan daha büyük, ne de daha güzel bir ağaç hiç görmedim. Arkadaşlarım, “Ağaca çık!” dediler. Beraberce çıkmaya başladık. Altın ve gümüş tuğlalarla yapılmış bir şehre doğru yükselmeye başladık. Derken şehrin kapısına geldik. Kapıyı çalıp açmalarını istedik. Açtılar ve beraberce girdik. Bizi bir kısım insanlar karşıladı. Bunlar yaratılışça bir yarısı çok güzel, diğer yarısı da çok çirkin kimselerdir. Sanki böylesine güzellik, böylesine çirkinlik görmemişsinizdir. Arkadaşlarım onlara, “Gidin şu nehire banın!” dediler. Meğerse orada açıkta bir nehir varmış. Suyu sanki sâfi süttü, bembeyazdı. Gidip içine banıp çıktılar. Çirkinlikleri tamamen gitmiş olarak geri geldiler. İki tarafları da en güzel şekli almıştı.

Beni dolaştıran arkadaşlarım açıkladılar: “Bu gördüğün, Adn cennetidir. Şu da senin makamındır.” Gözümü çevirip baktım. Bu bir saraydı, tıpkı beyaz bir bulut gibi. “Beni gezdirin, içine bir gireyim!” dedim. “Şimdilik hayır! Amma mutlaka gireceksin” dediler.

Ben “Geceden beri acayip şeyler gördüm, neydi bunlar?” diye sordum. “Sana anlatacağız, dediler ve anlattılar: “Taşla başı yarılan, o ilk gördüğün adam, Kur’ân’ı atıp reddeden, farz namazlarda uyuyup kılmayan kimsedir.

Ensesine kadar yüzünün derileri, burnu, gözü soyulan adam, evinden çıkıp yalanlar uydurup, etrafa yalan saran kimsedir. Fırın gibi bir binanın içinde gördüğün kadınlı erkekli çıplak kimseler, zina yapan erkek ve kadınlardır. Kan nehrinde yüzüp ağzına taş atılan adam fâiz yiyen adamdır. Ateşin yanında durup onu yakan ve etrafında dönen pis manzaralı adam, cehennemin, ateşin bekçisidir. Bahçede gördüğün uzun boylu adam İbrahim (aleyhisselam) idi. Onun etrafındaki çocuklar ise, fıtrat üzere (bûluğa ermeden) ölen çocuklardır.”

Cemaatten biri hemen atılarak: “Ey Allah’ın Rasulü! Müşrik çocukları da mı?” diye sordu. Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) “Evet” dedi, “müşrik çocukları da” ve anlatmaya devam etti: “Yarısı güzel yarısı çirkin yaratılışlı olan adamlara gelince, bunlar iyi amellerle kötü amelleri birbirine karıştırıp her ikisini de yapan kimselerdir. Allah onları affetmiştir.”(Buhârî, Ta’bîr, 48.)

Resûlullah Efendimiz’e rüyasında bu enteresan geziyi yaptıran meleklerden birinin Cebrâil aleyhisselâm, diğerinin de Mikâil aleyhisselâm olduğu hadisin diğer rivayetlerinden bilinmektedir.

Allahu Zülcelal tevbe ederek kabirde azaba sebep olabilecek günahların cümlesinden kurtulmayı bizlere nasip eylesin. (Âmin)

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ