“Sadıklarla Beraber Olun”
İLİM İMAN
“SADIKLARLA BERABER OLUN”
Şeyh İsmail Hakkı Bursevi tefsirinde şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe; 119) ayet-i kerimesinden murad, mürşid-i kâmillerdir. Ciddiyetle bir insan onların kapılarında hizmet eder, muhabbetiyle nazarlarında kabul olunursa, onların feyz ve bereketlerinden dolayı masivayı (kötülüğü) terk etmeye muvaffak olur. Allah-u Zülcelal’in yolunda olan, istikamette başarılı olur ve İlahi huzura kavuşur.”
Tasavvuf yolu dinin zahiri olarak yerine getirilen namaz, zekat, oruç, hac gibi amellerinin yanı sıra, nefsi kötü sıfatlardan tezkiye etme, kalbi masivadan temizleme, niyetlerde ihlas, amellerde huşu ve takva gibi kalbi-manevi halleri elde etme yoludur. Ahiret gününde bizden asıl istenecek olan da kalb-i selim sahibi olmaktır.
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede:
“O gün ne mal ne de oğullar fayda vermez; ancak Allah ‘a selim bir kalble gelen (fayda görür.)” (Şuara; 88-89)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de Ashab-ı Kiram’a kalbin ıslahını emretmiş ve kalplerini o cihete yönlendirmiştir. Bunun için kalbin gizli olan hastalıklardan temizlenmesinin gerekliliğini bildirerek şöyle buyurmuştur:
“Uyanık olun, insanın cesedinde bir et parçası vardır. Eğer o et parçası iyi olursa bütün vücut iyi olur. Eğer o fesada uğrarsa bütün vücut da fesada (bozulmaya) uğrar. Dikkat edin o da kalptir.” (Buhârî; İman; 39, Müslim, Sehv: 17, Müsakat:20)
Bunun için insan kalbini kötü sıfatlardan, manevi hastalıklardan temizlemelidir. Bu kalb temizliği de ancak tasavvufu yaşamakla mümkündür.
İbn Abidin kuddise sırruh şöyle buyurmuştur: “İhlas ilmini okumak; ucub, riya, hased gibi manevi hastalıkları bilmek ve bunlardan muhafaza olmaya çalışmak farz-ı ayndır. (Her Müslümana farzdır). İnsanın nefsi için her birisi birer afet olan kibir, gazap, cimrilik, ihanet gibi hastalıkları bilmek ve kendini bunlardan muhafaza etmek de farz-ı ayndır.” (İbn-i Abidin;1142)
Tasavvuf yolu bu hali elde edinceye kadar, kulluk yolunun üstatları olan Allah dostu Rabbani alimlerin ilminden, feyzinden ve ruhaniyetinden istifade etmektir. Buna kısaca “Sadıklarla beraber olun,” emri ile işaret edilmiştir.
Sadıklarla beraber olmakla, nefsin tezkiye edilip zikrin nuruyla aydınlanması ve güzel ahlak sıfatlarıyla bezenmesi gerçekleşir. Bunu başarabilmek için de bir mürşid-i kâmile intisab etmek ve onların sohbetlerinde bulunmak şarttır. Çünkü sadıklarla beraberlik cismani olarak sohbetle, ruhani (manevi) beraberlik ise rabıta ile olur.
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
“İyi kişilerle ve kötü kişilerle oturup kalkmanın misali, misk kokusu satan kimse ve demircilerin misali gibidir. Bir kimse misk satan birisi ile beraber olduğu zaman, misk satan kişi cömertlik yaparak miskinden bir miktar arkadaşına verecektir, ya da arkadaşı bir miktar satın alacaktır. Almasa dahi o miskin kokusu üstüne siner. Demircilik yapanla arkadaş olduğu zamansa ya elbisesi onun ateşinden yanacak veya üstü kirlenecek ya da onun pis kokusu üzerine sinecektir.”[Müslim, Birr/146]
Mürşid-i kâmil ile beraber olmak ve onların sohbetlerinde bulunmanın ehemmiyeti ve fazileti anlatılamayacak kadar çoktur. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ashabı kiramı yetiştirmesi de sohbet ve muhabbet ile olmuştur. Nitekim Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
“Sabah akşam Rabblerinin rızasını dileyerek O’na dua eden kimselerle sabret. Sen dünya süsünü arzu ederek onlardan gözlerini ayırma. Bizi anmak konusunda kalbini zikrimizden gafil bıraktığımız, keyfinin ardına düşmüş, işi haddi aşmak olan kimseye uyma.” (Kehf; 28)
Bu ayetin nazil olmasından sonra Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam suffa ashabının arasını girip oturur ve şöyle buyururdu:
“Allah-u Zülcelâl’e hamd ediyorum ki benim ümmetimden öyle kimseler vardır, Rabbim bana, nefsini onlarla beraber hapset diye emirde bulundu.” buyurmuştur.
Tasavvuf Yolu Muhabbet Yoludur
Hz. Ömer radıyallahu anhtan rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allah-u Zülcelâl’in bazı kulları vardır. Onlar ne peygamberdir ne de şehittirler. Fakat peygamberler ve şehitler onlara verilen makam dolayısıyla gıpta edip imrenirler.”
Ashab-ı Kiram: “Ya Rasulallah! Onlar kimdir?” diye sordular. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Onlar (aralarında) neseb ve akrabalık olmadığı, mal alış verişi olmadığı halde birbirlerini Allah için sevenlerdir. Onların yüzü nurdur, nur üzerindedirler. İnsanların korktukları günde onlara korku yoktur. İnsanların hüzünlü oldukları günde onlar mahzun da olmazlar.” (Ebu Davud, Büyü:78)
Daha sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: “Dikkat edin! Allah’ın veli kulları için korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.” (Yunus; 62)
Tasavvufun ilk şartı, kalbi Allah’ın Zat’ından başka her şeyden temizlemektir. Bunun anahtarı ise kalbi, Allah’ın zikrinde istiğrak (zikir nurunun kalbi kaplaması) haline vardırmaktır.
Allah-u Zülcelâl’in veli kulları daha evvelki Mürşid-i kamillerden ders ve feyz alarak yetişmişler, o adabı almışlardır ve kendilerine tâbi olanlara da aynı şekilde aktarmaktadırlar.
Mürşid-i kamiller, zinciri oluşturan halkalar gibi hep birbirine bitişik olarak gelirler. Buna silsile denir. Silsile zincir demektir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ashabından aldıkları ehl-i sünnet itikadını ve maneviyatı her devirde sadırlardan sadırlara aktararak bu zamana kadar ulaşmışlardır. İşte bu sebeple, Allah dostu Rabbani alimler, Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın gerçek manada varisleridir.
Tasavvuf yolu önceleri Evliyaullah’ın sözleri ve hallerinin anlatımından ibaretken; sonraları Cüneyd-i Bağdadî kuddise sırruh (ö. 279/908) gibi zatlarında eser vermesiyle düzenli bir ilim haline gelmeye başlamıştır. Tasavvuf yolları zaman içinde çeşitli dallara ayrılmış ve aralarında usul farklılıkları meydana gelmiştir.
Şah-ı Nakşibend kuddise sırruh, önemli bir ilim ve irfan merkezi olan Buhara şehrine yakın Kasr-ı Hindüvan (Kasr-ı Arifan)’da dünyaya teşrif ettiler. (H. 718; m. 1318) Asıl adı, Muhammed Bahauddin’dir.
Şah-ı Nakşibend kuddise sırruh Hazretleri, yetiştiği devirdeki tasavvuf büyüklerinden istifade etmekle birlikte dinin aslına dönmeyi ve Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin sünnet-i seniyyesine bağlı bir tasavvuf yolunu ihya etme yoluna yönelmiştir.
Şah-ı Nakşibend kuddise sırruh, daha ilk çocukluk yıllarındayken, Hâcegân yolu şeyhlerinden Muhammed Baba Semmasî kuddise sırruh (ö. 740l1339), müridleriyle beraber o köye gelmiş ve Muhammed Bahauddin’i manevi evlatlığına kabul etmiştir. Baba Semmasî kuddise sırruh’un, müridi olan Emir Külâl kuddise sırruh’a hitaben: “Bu erin terbiyesi sana aittir.” dediği rivayet edilmektedir.
Hakikaten de Muhammed Bahauddin, Emir Külâl kuddise sırruh sırruh’a intisab etmiş, bu yolun âdâbının öğrenilmesi, sohbet ve zikir telkinlerini ondan almıştır. Şah-ı Nakşibend kuddise sırruh zâhirî terbiyesini Emir Külâl kuddise sırruh’dan almışsa da bâtınî manevi terbiyeyi Abdulhalik Gücdevânî kuddise sırruh’dan almıştır.
Abdulhalik Gücdevânî kuddise sırruh Hâcegân yolu pirlerinden olup Şah-ı Nakşibend Hazretlerini ruhani yolla irşad ederek “hafi zikri” telkin etmiştir. Emir Külâl kuddise sırruh’dan hilafet alan, Şah-ı Nakşibend kuddise sırruh çok sayıda mürid yetiştirmiştir.
İmam-ı Rabbani kuddise sırruh döneminde Hindistan ve havalisine; Mevlâna Halid Bağdadi kuddise sırruh zamanında da bütün Orta Doğu’ya yayılan Nakşibendilik yolu, Osmanlı Padişahlarının himayesi Anadolu ve İstanbul’da da yayıldı. Tasavvuf üzerine araştırma yapan zatlar şöyle demişlerdir:
“Nakşi yolu, itikadi sarsıntılara yol açacak fikir ve düşüncelere yer vermeyen mu’tedil bir yoldur. İslam kültürüne, halk maarifine ve Anadolu birliğinin te’minine yaptığı hizmet büyük olmuştur.”
Nakşibendilik yolu, zahiri ilim ve amellerle manevi halleri birleştirir. Bu yolun saliki evvela geçmişte işlemiş olduğu, günah, haram, hata ve kusurları için tevbe-i nasuh etmeli; gafleti gidermek için, kalbi rabıta ve zikirle meşgul olmalı, kalbi ve aklı terakkiyi kazanmak için gayret gösterilmelidir.
Nakşibendî Yolunun İki Esası:
1. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme ittiba, İbadetlerde, adet ve davranışlarda O’na mutabaattır. Ne söylemiş, nasıl yapmış ise aynen yapmaktır. Bu uygulama, Ashab-ı Kiram’ın tabi olduğu tarikin aynısı ve aslıdır.
2. Mürşid-i kâmile muhabbet: Mürşid-i kâmile muhabbet müridin kemâlâtına vesiledir. Allah Dostları, Allah’a yakınlık elde ettiklerinden ve Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ahlakıyla ahlaklandıkları için onlara duyulan muhabbet Allah içindir. Allah için bir zatı sevmek de kişiyi Allah tarafından sevilmeye götürür. Onların muhabbeti Allah-u Zülcelâl’in ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin muhabbetine vesile olur.
Kalp huzuru ile kulluk yapmak yani ihsan makamının hasıl olması için bu saydıklarımızı uygulamak şarttır. Özet olarak, Nakşibendî yolunun hakikati, Allah-u Zülcelâl ile sürekli olarak beraber olmaktır.
Nakşibendî Yolunun Rükunları:
Bu yüce yolun rüknü (şartı); kalbi masivadan, yani Allah’tan başka her şeyden temizlemektir. Sâdât-ı kiram, müridler için dört rükün tespit etmişlerdir:
1- Vird (Günlük Ders): Bir günde, en az 5 bin (5000) defa “Allah” Lafza-i Celalini kalben söylemek.
2- Mürşid Rabıtası: Akşam namazından sonra yapılır. (Ramazan’da öğle namazından sonra yapılır.)
3- İmsaktan, güneş doğuncaya kadar ki vakti, zikirle değerlendirmek.
4- Teheccüd Namazı: İmsaktan önce kalkıp, teheccüd namazı kılmak.