Sahabenin Rasulullah Sevgisi
Sevilen nice insan gelip geçmiştir şu dünyadan. Ama Resül-i kibriya’ya duyulan sevginin bir benzeri ne görülmüş, ne de duyulmuştur. Özellikle Ashab-ı Kiram arasında, bu emsalsiz sevgiyi engin gönüllerinde besleyip geliştiren nice büyük insan vardır. Onlar birer sevgi sıradağı gibidirler. En başta Hazreti Ebû Bekir radıyallahu anh gelir.
Hazreti Ebubekir Sıddık radiyallahu anhın yeni müslüman olduğu günlerdeydi. Kureyşliler, İslam adını daha yeni yeni duyuyor, rahatlarını kaçırdığı için Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi veselleme çok kızıyorlardı. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh, müslüman olmanın derin hazzını diğer insanların da tatmasını arzu ettiği için onları İslamiyet’e davet etti. Kureyşliler onun gibi sessiz ve sakin bir insandan böyle bir şey beklemiyorlardı. Müthiş bir öfkeye kapıldılar ve onu öyle bir dövdüler ki yüzü, gözü birbirine karıştı. Haberi duyup gelen yakınları öldüğünü zannederek onu, bir yaygıya koyup götürdüler. Akşama doğru gözünü açar açmaz:
– Resulullaha ne oldu? Diye sordu. Akrabaları Hazreti Peygambere zaten çok kızıyorlardı.
– Bırak şunu, diye ona çıkıştılar. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh ısrarla soruyordu:
– Ona ne oldu, söyleyin?
Baktılar ki teskin etmek mümkün değil, yürümeye de mecali yok; onu sırtlarına alıp Resul-i Ekrem’in yanına götürdüler. İki sevgili, birbirini görünce gözyaşlarıyla kucaklaştılar. Nebiyyi Muhterem sallallahu aleyhi vesellemi sağ salim gören Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh, onun gül yüzüne derin bir sevgiyle bakarak bütün ıstıraplarını unuttu. Hayatını, maddi manevi bütün varlığını onun yoluna ve aziz davasına vakfetti.
Süreceğiniz bir mazeretiniz olamaz!
Ölmek üzereyken bile Resûl-i kibriya’yı düşünen, onun yaşamasını, davasını muzaffer kılmasını arzu eden Hak âşıkları vardır. Akabe gecesi Fahr-i kainat’a biat edenlerden ve Ensar-ı Kiram’ın temsilcilerinden olan Sa’d b. Rebî radıyallahu anh bunlardan biridir. Hz. Peygamber tarafından Abdurrahman b. Avf’la kardeş ilan edildiği için ona malının yarısını vermek için ısrar eden ve iki hanımından birini boşayarak onunla evlenmesini isteyen ve böylece tarihte emsali görülmemiş bir fedakârlık sergileyen de odur.
Uhud savaşı bitmiş, düşmanlar çekip gitmişti. Nice Resûlullah aşığı onu korumak için can vermişti. Bir ara Hz. Peygamber Sa’d b. Rebî’i etrafında görmeyince:
– Biriniz Sa’d’dan haber getirsin. Şehidler arasında mı, gaziler arasında mı, bir baksın? Biraz önce onu şu tarafta çarpışırken görmüştüm, buyurarak vadinin bir köşesini gösterdi.
– Sahabilerden Zeyd b. Sabit Resul-i Muhterem’in işaret buyurduğu tarafa doğru koşarak gitti. Şehidler vadiye serilmişti. Sa’d b. Rebîi göremeyince bağırmaya başladı:
– Nerdesin Sa’d? Beni sana Resulullah gönderdi!
– Ben artık ölüler arasındayım, dedi Sa’d. Ölmek üzereydi. Derin derin nefes alıyordu. Vücudunda yetmiş tane yara vardı. Onu asıl perişan eden, göğsünden girip sırtından çıkan ok olmuştu. Hz. Peygamber’in onu arayıp sormasına sevinmişti. Resulullah sallallahu aleyhi veselleme selam gönderdikten sonra kavmine şu sözleri iletmesini istedi: “Allah’tan korkunuz, Allah’tan! Akabe gecesi Resulullah’a verdiğiniz, onu koruma va’dini hatırlayınız! Vallahi gözleriniz kımıldayıp dururken Resul-i Kibriya’yı düşmanlarından korumaz da onun başına bir felaket gelmesine meydan verirseniz, Allah’ın huzurunda ileriye sürebileceğiniz hiçbir mazeretiniz olamaz.” Sonra da ruhunu teslim etti.
Uhud savaşı, Resulullah âşıklarının onun etrafında vücutlarını siper ettikleri, onun uğrunda ölmeyi şeref ve en büyük saadet bildikleri yine de onun mübarek dişinin kırılmasına engel olamadıkları çetin bir savaştır.
Fahr-i Kainat sallallahu aleyhi vesellem Efendimize, “Seni canımdan da çok seviyorum ya Resulullah!” diyen Hz. Ömer’in muhabbet dolu sesi, asırlar boyu onun âşıklarının sermayesi olmuş ve sevginin bu mücessem ifadesi onları aşk ummanına fırlatan bir tramblen vazifesi görmüştür.
Allah Resulünün sevgi ve muhabbetiyle parıldayan gönüller, aşkın ve sevdanın eşsiz numunelerini ashab-ı kiram’da görmüşler ve sevmeyi onlardan öğrenmişlerdir.
Emret, ya Resulallah!
Âşıklar kervanının o kutup yıldızlarından biri de Talha b. Bera adlı genç sahabidir. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, Medine’yi teşrif ettikleri zaman Talha b. Bera çocuk denecek yaştaydı. Fahr-i kâinat’ı görmeden âşık olmuştu. Hz. Peygamber’i görür görmez eline kapandı, ayaklarını öpmeye başladı.
– Emret, ya Resulullah, diyordu. Sana asla karşı gelmem; ne istersen emret!
Böyle bir yavrunun, Talha gibi bir gencin akıllara durgunluk verircesine bir bağlılık arz etmesi Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin çok hoşuna gitti. Mübarek inci dişleri, memnuniyetini gösteriyordu. Sevdiklerine zaman zaman yaptığı şakalardan birini aynı zamanda bu sevginin mahiyetini denemek maksadıyla Talha’ya yöneltti:
– Madem her isteğimi yapacaksın, öyleyse git babanı öldür, dedi. Talha:
– Baş üstüne, diye fırlarken Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz onun gitmesine engel oldu:
– Ben akrabalarla ilgiyi kesmek için gönderilmedim, buyurdu. (Taberanî, Mu’cemu’l kebîr’den, Mecmeu’z-zevaid, III, 37;IX, 365-66).
Bu emsali görülmemiş aşkın sahibi bîr kış günü hastalandı. Haberi duyan Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Talha’nın ziyaretine gitti. Onun Rabbine kavuşmak üzere olduğunu görünce üzüldü. Dönüp giderken yakınlarına dedi ki:
– Talha dünyaya veda edecek gibi. Şayet ona bir şey olursa, bana haber verin de cenaze namazını kıldırayım. Elinizi çabuk tutun. Bir Müslüman’ın cesedinin ailesi yanında kalması doğru değildir (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 33)
Öte yandan Talha da vefat edeceğini anlamıştı. Ailesine dedi ki:
– Öldüğüm zaman beni bir an önce gömerek Rabbime kavuşturun. Resulullah sallallahu aleyhi veselleme de öldüğümü haber vermeyin. Böyle bir havada, gece yarısı benim için rahatsız olmasın. Ona yılanların yahut Yahudilerin bir fenalık yapmasından korkarım. Kendisine selamımı söyleyin, Allah’tan benim için af dilesin.
Talha’yı gece defnettiler. Olup biteni peygamberimize sabah namazından sonra haber verdiler.
Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelü’t-tehâyâ efendimiz Talha’nın kabrine gitti. Ashab-ı Kiram saf bağladılar. Efendimiz mübarek ellerini kaldırarak:
– Allah’ım! Talha’dan hoşnut ol, onu senden hoşnut et, diye dua etti.
Talha b. Bera gibi bir sevgi dağının Resul-i Kibriya’ya öylesine bağlı oluşu elbette bizi şaşırtmıyor. Huveyyisa adlı sahabi, Müslüman olmadan önce böylesi bir sevgi ve bağlılığa şaşıp kalmıştı. Küçük kardeşi Muhayyısa kendinden önce Müslüman olmuş ve kanı Hz. Peygamber tarafından heder edilen İbn Süneyne adlı bir Yahudi tacirini öldürmüştü. Bunu haber alan Huveyyisa, kardeşini dövmeye başladı. Bir yandan da:
– Bunu nasıl yaparsın? Karnındaki yağların çoğu onun malından hasıl olmuştur, diye çıkışıyordu. O zaman Muhayyısa yavaşça doğruldu:
– Beni bunun için mi dövüyorsun? Onu öldürmeyi bana emreden öyle bir kimsedir ki, şayet seni öldürmemi emretse, çekinmeden boynunu vururum, dedi.
Huveyyisa dondu kaldı:
– Hayret, bu ne biçim din! Diye söylendi. Sonra da vakit kaybetmeden Resulullah’ın huzuruna gidip Müslüman oldu.
Ashab-ı kiram, aşkta, bağlılıkta ve samimiyette tarihin bir benzerini daha göremediği eşsiz insanlardır. Bu vasıfları ve daha nice güzel taraflarıyla onlar, ümmet-i Muhammed’in numûne-i imtisali, en güzel modeli olmaya devam edeceklerdir.
Muhabbeti nebi aleyhissalatu vesselam
Fahr-i Kainat Efendimize çocukluk yıllarında âşık olanlardan biri de Zeyd b. Harise’dir. Onun acıklı bir hikâyesi vardır! Daha çocukluğunun ilk devresinde haydutların pençesine düştü ve köle diye satıldı. Ana kucağının, baba bucağının hasretiyle yandı, tutuştu. Sonunda Hz. Hatice validemize hediye edildi. O da Zeydi, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin hizmetine verdi. Resul-i Kibriya Zeyd’i çok sevdi. Bu küçük yavruyu hemen azad ederek ona evladı gibi davranmaya başladı.
Zeyd’in şair babası onu her yerde aradı. “Bir gün yine Zeyd’imi kucağıma alabilecek miyim?” diye yanık şiirler söyledi. Nihayet bir gün onun izini buldu. Koştu Rasûlullah’a geldi. Yavrusunu kendisine teslim etmesini istedi.
Resul-i Muhterem Efendimiz Zeyd’in yüzüne baktı:
– Oğlum! İşte baban. Gitmek istersen onunla gidebilirsin. Kalmak istersen bizimle kalabilirsin. Nasıl istersen öyle davran, buyurdu.
Dertli baba çok mutluydu. Yavrusunun onunla birlikte geleceğinden emindi. Ama Zeyd, zor durumdaydı. Evet, babasını çok seviyordu; ailesini çok özlemişti, ama Rasulullah’ı nasıl bırakacaktı? Onda hem baba sevgisini, hem ana şefkatini bulmuş, hem de bir benzerini hiç kimsede göremediği emsalsiz ahlakının hayranı olmuştu. Ayrıca Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem de insanı derin bir aşkla kendine cezbeden bir şey vardı. Hayır! Onu bırakıp gidemezdi. Babasına döndü. Kendisiyle birlikte gelemeyeceğini üzüntüyle ifade etti.
Tarihte bu olayın bir benzeri var mıdır, bilmiyorum. Fakat ihtimal de veremiyorum. İnsanların birbirine bağlılığında menfaat unsuru genellikle ön planda gelir. Bu olay için de aynı şeyi düşünmek mümkündür. Ama Zeyd’in bu tercihi sebebiyle bir menfaata kavuşması şöyle dursun, bu davranışı sebebiyle babası tarafından mirasından mahrum bırakılmakla tehdit edilmişti. Zeyd’in gönlüne hakim olan Allah Rasulünün muhabbeti o kadar muazzamdı ki, dünyevî olan her şey bu muhabbetin yanında pek sönük kalmıştı.
Rabbim, selamımı sen götür!
İslam tarihinde her anıldıkça yürek sızlatan olaylar vardır. Bu olaylarda bile Rasûlullah muhabbetinin burcu, burcu kokusu duyulur. Bize gözyaşları döktüren o hadiselerin acısını, bu emsalsiz sevdaların sıcağında unutmaya çalışırız. Recî Seriyyesi işte bu acıklı olaylardan biridir:
Hicaz bölgesindeki Lihyanoğulları, Müslümanlara zarar vermek için bir plan hazırladılar. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme:
-Biz Müslüman olmak istiyoruz. Bize İslamiyet’i ve Kur’an’ı öğretecek bir heyet yollayın, diye haber saldılar. Altı veya on kişi oldukları rivayet edilen bu muallimler heyeti kendi topraklarına girince, onları pusuya düşürüp bir kısmını şehit ettiler; bir kısmını da Mekkeli müşriklere büyük paralar karşılığında sattılar. Çünkü bazı Mekkelilerin, Bedir yenilgisinden sonra intikam hırsıyla yandıklarını ve yakınlarının öcünü almak için Müslüman öldürmeyi adadıklarını haber almışlardı. Bu maksatla satılanlardan Hubeyb bin Adî ile Zeyd bin Desine’nin şehit edilişleri çok vahşicedir.
Rasulullah efendimizin iki aşığı Hubeyb ile Zeyd’i şehit edecekleri gün, kâfirler onları önlerine kattılar; kadın, erkek, çocuk, köle büyük bir seyirci kalabalığı ile birlikte Mekke’nin 10 km. uzağındaki Ten’im’in yolunu tuttular. Oraya varınca, bu iki şehit namzedini darağaçlarına bağladılar. Ebû Süfyan da oradaydı. Zeyd bin Desine’nin yanına yaklaştı.
– Allah aşkına söyle Zeyd, dedi. Şimdi sen çoluk çocuğunun yanında olsan, şu bulunduğun yerde de Muhammed olsa, senin yerine onun boynunu vursak, ne iyi olurdu değil mi? Zeyd, Ebû Süfyan’a acıyarak baktı:
– Ben çoluk çocuğumun arasındayken, Muhammed aleyhisselam’ın değil burada olmasını istemek, şu anda bulunduğu yerde bile ayağına diken batmasına gönlüm razı olmaz, dedi. Ebu Süfyan dondu kaldı:
– Hayret doğrusu, dedi. Ben dünyada Muhammed’in ashabının onu sevdiği kadar birbirini seven kimse görmedim…
Sonra Hubeyb’in yanına gittiler. Dininden dönerse kurtulacağını söylediler. Hubeyb:
– Dünyayı verseniz dahi dinimden dönmem, dedi.
Zeyd’e sorduklarını ona da sordular. O da aynı cevabı verdi. Hz. Peygamber’in ayağına bir diken batmasına bile razı olamayacağını söyledi. Müşrikler böyle bir sevgiyi bilmedikleri, tanımadıkları için birbirlerine bön bön baktılar.
Hubeyb’in bir tek arzusu vardı; Hz. Peygambere selam göndermek. Ama kiminle gönderebilirdi ki! Yanında bir tek Müslüman yoktu ki! Gözlerini semaya kaldırdı:
– Allah’ım! Burada selamımı Resulüne ulaştıracak kimseler yok. Ona selamımı bari Sen ulaştır, diye niyaz etti.
O sırada ashabıyla oturmakta olan Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin, onun üzerine de selam olsun anlamında, “Ve aleyhi’s selam” buyurduğunu duydular. Ashab-ı kiram merakla:
– Ya Resulallah! Kimin selamına karşılık verdiniz? Diye sorunca:
– Kardeşiniz Hubeyb’in selamına, buyurdular.
Kâfirler her iki sahabiyi de ağır işkenceler altında şehit ettiler. Bazı kaynaklarda haber verildiğine göre, kalpleri Müslümanlara karşı kin ve nefretle dolu olan Mekkeli kâfirler, babaları Bedir savaşında öldürülen kırk oğlan çocuğu buldular. Ellerine birer mızrak tutuşturarak Hubeyb’i gösterdiler:
– Bedir’de babalarınızı öldüren işte bu adamdı. Haydi alın intikamınızı, dediler.
Şehit edilirken Hubeyb’in söylediği sözlerden biri çok manidardır. Diyor ki: “Müslüman olarak öldükten sonra, şöyle veya böyle, ölmek ne gam!…”
Allah’ım, bu ne büyük iman! Bu ne büyük aşk ve cesaret!… Böylesi bir ölüm ve işkence tablosu bizi dehşete düşürürken, Allah ve Rasûlullah aşıkları öyle bir manzaradan asla ürküntü duymuyorlar. Bütün dertleri Resuller sultanını bir kere daha görmek veya onu hallerinden haberdar edebilmek, hiç olmazsa selamlarını ona iletmek. Onun içindir ki, selamları yerine ulaşıyor; hem de selam iletenlerin en yücesi tarafından…
Allahumme salli a’lâ Seyyidina Muhammed(in) ve a’lâ alî Seyyidina Muhammed…