Şeyh İbrahim Farukî el-Belli (r.a)
(Belli Köyü, Kızıltepe, MARDİN | 1930 – 2007)
Doğunun tanınan âlimlerinden ve kanaat önderlerinden Seyda-i İbrahim Belli Hazretlerini, vefatının sene-i devriyesinde rahmet ve muhabbetle anıyoruz. Seyda 2007 senesinin Şubat ayının 26’sında, insanın ebedi yurdu olan ahirete irtihal etmiştir.
Seyda ahiret merkezli bir hayat yaşamıştır. O hep şunu söylerdi: “Biz bu dünyada kiracıyız ve ev sahibi her an bizi evden çıkarabilir. Onun için fazla ağırlıklara sahip olmamak lazım.”
Sünnete uygun bir hayat yaşadığı için, onun tertemiz bir ahlakı vardı. Hazreti Ömer Efendimizin soyundandı ve Faruki olarak biliniyordu. Çok merhametli, hak ve hukuklara dikkat eden, hayırdan başka hiçbir şeye gayreti olmayan Seyda, Nakşibendi tarikatının meşayihinden olan Ahmed el-Haznevi Hazretlerinin halifelerinden Şeyh Abdurrezzak el-Heleli kuddise sirrruhunun halifesiydi. Yani tasavvufi terbiyeyi ve tarikatı aliyyede irşad iznini Şeyh Abdurrezzak el-Heleli Hazretlerinden almıştı.
İnsanların sorunlarını çözerdi
Mardin ilinde ve çevresinde tanınan Seyda İbrahim Belli rahmetullahi aleyh, içinden çıkılmaz meselelerde bölge halkının danışarak sorunlarını çözdüğü faziletli bir İslam alimiydi.
İnsanlar nizaya düştüklerinde hemen mahkemeye başvurmaz, kendi aralarında: “Haydi şeriata gidelim.” derlerdi. Bu gibi durumlarda bölgede bulunan ilmiyle amil, fazilet sahibi âlimlere müracaat ederler ve bu âlimler adeta fahri birer hâkim gibi halkın arasında bulunan bu sorunları çözerlerdi. Seyda İbrahim Hazretleri de insanların çoğunun kendisine müracaat ettiği ve sorunlarının halli için kendisini hâkem tayin ettikleri bir âlimdi. Herkes bilirdi ki o aralarındaki sorunu İslam’a uygun bir şekilde çözer, güvenilir bir alimdir.
Seyda, aralarında problem yaşamış olarak kendisine gelen insanları önce dinler ve sonrada şunu söylerdi: “Ben size Allah’ın hükümlerinden başka bir şey söylemem. Bunun için söyleyeceklerime mutlaka uymanız lazım, yoksa sizin için tehlikeli olur.”
İnsanlar da bunu kabul ettikten sonra Seyda, İslam’ın bu yöndeki hükmünü söyler ve barış ve kardeşçe o sorunun çözümü için çabalardı. O, bir hukuki anlaşmazlığı çözerken daima insanın şerefini rencide etmeyecek, onu çevresine karşı küçük düşürmeyecek bir yol takip ederdi. Bir örnek vermek gerekirse bir gün kendisine iflas etmiş, borçlarını ödeyemeyen ve hatta bu yüzden köyünü terk edip, iş bulmaya Batı Anadolu’ya gitmiş bir şahsın alacaklıları geldi. Bu alacaklıların bir tanesi de bu kişiye faizle borç vermiş olan bir tefeciydi.
Seyda, bu alacaklıları karşısına aldı ve önce nasihat etti. Dedi ki: “Faiz haramdır, üstelik bu kişi zaten iflas etmiştir. Bana asıl borcu neyse onu söyleyin. Faizinden vazgeçin. Benim verdiğim hükme razı olmayacaksanız size hüküm vermeyeceğim.” Onlar da: “Razı olacağız” dediler ve alacaklarının aslı neyse onu söylediler.
Seyda bunlar arasında kura çekti. Sonra bu borçlunun terk edip gittiği arazisini bu sıraya göre her yıl birinin ekmesini ve böylece alacaklarını tahsil etmesine hükmetti. Onlar da razı oldular. Böylece birkaç sene içinde herkes alacağını almış oldu. Borçlu da bunu duyunca tekrar köyüne döndü ve sıkıntılardan kurtulmuş bir şekilde yeniden arazisine sahip çıktı.
Ayakta duracak kadar yemek…
Seyda, çok müşfik kalpli, şefkat dolu bir insandı. Çocukları, hayatında tek bir sefer bile eşinin yapmış olduğu yemeğe itiraz etmediğini naklediyorlar. Hatta söz, yemekten açılınca şöyle derdi: “Biz yemek için yaşamıyoruz, bizi hayatta tutacak kadar yemek yememiz lazım.”
Seyda, kanaat ehli bir insandı. O maddi anlamda fakirliği seçti ve halkın içinden daha çok fakirlerle haşru neşr oldu. Yoldan geçenlerin bile rahatça uğrayıp yemeğini yiyebileceği bir divanı vardı. Çoğu zaman o divanında fakir ve düşkünlerle oturur, sohbet eder ve onlarla yemek yerdi.
Seyda, anne ve babasını o kadar önemserdi ki, anne babasını telefonla bile arayarak hatırını sormaya yüksünen modern zaman insanına örnek olması açısından, nakledilen şu hadise yeterli olacaktır herhalde: “Seydanın Anne babası bir dağ köyünde yaşarlardı. Her fırsatta onları ziyaret edip dualarını alırdı. Tâ ki ikisini de yanına aldı. Seyda’nın hanımı onlara hizmet etmekten çok mutlu olurdu ama buna rağmen Seyda bizzat onlara hizmet ederdi. Evde kimsenin yüksek sesle konuşmasına müsaade etmezdi, belki rahatsız olurlar diye.
Seyda’nın babası vefat ettikten sonra Seyda annesiyle özel ilgilenirdi. Çoğu zaman çocukları hazır bulunmasına rağmen kendisi bizzat kalkar, ona su verir, yemeğini ikram ederdi. Seyda, bir yere gittiği vakit mutlaka “Annemden izin almam lazım.” der ve gider izin alırdı ondan. O da ona dua eder, yolcu ederdi. Birileri Seyda’ya:
– Seyda, (annesi kast ederek) teyze sizde mi kalıyor?” diye sorar. Seyda bu soruya şöyle cevap verir:
– Hayır, biz onda kalıyoruz.
Zira o annesini öyle sahipleniyordu ki, kendi evini bile annesinin evi gibi görüyordu.
O, hep şunu söylerdi: “Hayat, Allah tarafından verilmiş bir sermayedir; onu ya iyi değerlendirirsininiz ya da bu dünyadan müflis (iflas etmiş olarak) gidersininiz. Ömür Allah’ın kullarına
verdiği bir sermayedir, onu boş malayani şeylerle geçirmemek lazım.”