Şeytanın Amansız Düşmanlığı

  • 05 Aralık 2016
  • 1.207 kez görüntülendi.
Şeytanın Amansız Düşmanlığı
REKLAM ALANI

İblis insana hased etmiştir!
Allah-u Zülcelal Kuran-ı Kerim’de insanoğluna, başka bir kaynaktan elde edemeyeceği veya akıl yürütmekle keşfedemeyeceği gayb bilgileri verir. Bu bilgiler, insanın yaratılış gayesine dair bilgilerdir. İnsan bu dünya hayatında çeşitli hallerden geçerek imtihanlara uğramaktadır. Başına çeşitli haller gelmektedir. Bunların sebebi nedir? İnsan bunlara karşı nasıl davranmalıdır?

Rahmeti ve Keremi sonsuz olan Rabbimiz bizi yaratıp başıboş, rehbersiz, cehalet içinde bırakmamış, başımızdan geçecek haller hakkında evvela bilgiler vermiştir.

Rabbimiz ilk insanı, Hz. Adem aleyhisselamı aynı zamanda ilk Peygamber olarak seçmiştir. Yarattığı zaman suretini tamamlayıp ruh nefhetmesinden sonra ona, “İsimleri öğretmiş” böylece insanın aklına ilmin temel nüvelerini ekmiştir. Sonra ilmin kıymetini bilmesi için, bu ilmini izhar etmek istemiş, melekler huzurunda ona sorular sormuş, meleklerin bilmediği cevapları insan bilince meleklere ona hürmet için secde etmesini emir buyurmuştur.

REKLAM ALANI

Allah-u Zülcelal insana böyle büyük ikramda bulununca malum olduğu üzere İblis bu duruma hased etmiş ve secde emrine başkaldırarak öfkesini dışa vurmuştur.

Allah-u Zülcelâl, bize İblis’in düşmanlığını bilip ondan sakınmamız için onun şöyle dediğini haber verir: “Meleklere: Âdem’e secde edin! demiştik. İblis’in dışında hepsi secde ettiler. İblis: «Ben, dedi, çamurdan yarattığın bir kimseye secde mi ederim!»

Dedi ki: «Şu benden üstün kıldığına da bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım!» (İsra 61-62)

Allah-u Zülcelâl devamındaki ayet-i kerimelerde, İblis’e mühlet verişinden bahsederken, adeta onun bu edepsice meydan okumasına karşılık, ne İblis’e ne de ona uyacak insan ve cinlere hiçbir değer vermediğini beyan eder: “Allah buyurdu ki: «Haydi defol! Onlardan her kim sana uyarsa, biliniz ki cehennem de sizin cezanızdır, hem de mükemmel bir ceza! «Onlardan gücünün yettiğini yerinden oynat. Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yaygarayı bas! Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol! Ve onlara vaadlerde bulun.» Fakat şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaad etmez.”  (İsra; 63-64)

Şeytan insanın düşmanıdır!
Allah-u Zülcelâl iblisi yaratandır, hiç kuşkusuz onda gizli olarak bulunan huyları da en iyi bilendir. Öyleyse bütün bu olaylar ne tesadüftür ne de Allah’ın izni ve takdiri dışında meydana gelmiştir. Elbette Rabbimiz, kullarını çeşitli imtihanlardan geçirerek kendi nefislerinin zayıflığını ve Rablerine olan muhtaçlıklarını bilmelerini istemiştir.

İnsan, ilim okumakla bazı mefhumları mana bakımından öğrenir. Ama o mefhumların hakikatini ancak bir takım hadiseler vesilesiyle bizzat bazı halleri tadıp, tecrübeler geçirdikçe anlayabilir. Mesela insan, dost nedir, düşman nedir, diye tarifini okumakla belli bir fikir ve intiba edinebilir. Ama insanın başına çok şiddetli husumet besleyen bir düşman musallat olmadan ve ona karşı kuvvetli ve samimi bir şekilde iyiliğini isteyen bir dostun himayesine sığınmadan bu mefhumların manasını tam hissedip idrake demez.

İşte Hz. adem aleyhisselam, iblisin tuzağına düşüp cennetten çıkarılıncaya kadar düşman nedir, nasıl kandırır, nasıl kötülük eder, bilmiyordu. Ancak o halleri yaşamakla dostunu düşmanını bildi. İlk insanlar olan Adem babamız ve Havva annemiz bu tecrübeleri yaşayarak, acılar çekerek yeryüzüne indirildiler ki, bu hadiseler onların soyundan gelen bütün insanlara ibret olsun.

Mevlâ’mız bize, “Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin…”(Fatır; 6) buyuruyor.

İnsanın bir düşmanı olsa ne yapar? Mesela devletler arasında düşmanlık olduğu zaman, bir devlet diğeri hakkında bilgi toplar, “Hangi silahları ediniyor” diye bilgi edinir, ona karşı hazırlık yapar. Eğer bunları yapmazsa gafil avlanır. Düşmanı olan ülke, onun hazırlıksız yakalar ve kolayca istila ediverir. İnsanın şeytana karşı durumu da hemen hemen aynıdır.

Rabbimiz bizim Mevla’mız, dostumuz olduğu için bize düşmanımız hakkında bilgi veriyor, ona gafil avlanmayalım diye bizleri ikaz ediyor. Mesela bir ayet-i kerimede Rabbimiz, şeytanın “… onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde oturacağım. Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.”(Araf; 16-17) dediğini haber veriyor. Yani şeytanın ilk hilesi, insana şükretmekten alıkoyacak şekilde musallat olmasıdır.

Önce şükrü unutturur
Şeytan, insana verilen değeri kıskanmıştır ve bu değere layık olmadığını ispatlamak için insana öncelikle üzerindeki bunca nimete şükretmeyi unutturmaktadır. Şükür, kulluğun özüdür. İnsan Rabbinin çeşitli nimetleri üzerinde düşünecek olsa, bunlara şükretmek için ne yapsa az geleceğini görür. Ama böyle hakiki manada şükredenler azdır. Çoğu zaman insan başkalarına verilen nimete gözü takılır, kendisine verilen nimete alışıp ülfet eder, küçümser. İçin için kuruntular beslemeye başlar. Şeytan da vesveseler fısıldayarak bu kuruntuları dürter durur.

Vesvese, insanın kalbini meşgul eden değersiz düşünceler, şüpheler, düşük seviyeli hayal ve hatıralardır. Kuran-ı Kerim’de Rabbimiz şeytanın bir isminin “Vesvas” olduğunu bildirip ondan Allah’a sığınmanın yolunu öğretiyor. “De ki: Sığınırım insanların Rabbine, insanların yegâne malikine, insanların ma’buduna, o sinsi şeytanın şerrinden, ki o, insanların göğüslerine daima vesvese verendir. O (şeytan) gerek cinden, gerek insandan (olsun)…” (Nâs suresi)

Esasen şeytanın insan üzerinde vesvese vermekten başka bir etkisi ve gücü de yoktur. Allah-u Zülcelâl elest bezminde insanlardan bir ahit almıştır ve bu ahdine sadık kalan kullarına ebedi saadeti vaad etmiştir. Rabbinin bu vaadine iman eden bir kul, mükafat gününe kadar sadakatle kulluk yolundan yürümekte sabır ve sebat göstermeye gayret eder. Şeytan ise insanı imanında şüpheye düşürmeye çalışır. Eğer bunu başaramazsa dünyevi endişeleri hatırına getirip oyalamaya uğraşır. Ona daha yakın görünen dünya saadetini vaad eder. Hâlbuki onun dünyayı verecek gücü de yoktur, eğer Allah-u Zülcelâl takdir etmemişse kul dünya için ahireti feda etse de yine dünyayı elde edemez.

Şeytan insanın peşin olan dünya hayatına karşı zaafını kullanır, “Hele şimdi dünya için çalış, ahiret için sonra çalışmaya vaktin olur. Hem zaten Allah affedicidir”der. Ama insanın ömrü gelip geçer, alışmadığı için ibadetleri ve iyilikleri işlemeye güç bulamaz. Şeytan böyle yalan vaadlerle insanı meşgul edip oyalar.

Allah-u Zülcelal bu gerçeği bize şöyle bildiriyor: “(Ahiret gününde hesaplar görülüp) İş bitirilince şeytan da diyecek ki: ‘Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.” (İbrahim; 22)

Şeytan ne zaman
insana vesvese verir?
Şeytanın insan üzerinde hakimiyet kurmasının asıl sebebi, kalbin boşluk kabul etmemesidir. İnsanın kalbi bir ayna gibi boştur, neye yönelmişse, neyle meşgul ise onunla dolar. Bu sebeple insan bu dünya hayatı boyunca Rabbiyle alakasını kesmemeli, Rabbi ondan ne istiyor diye öğrenmekle, amel etmekle, dünya işleri sırasında bile zikretmekle daima kalbini nurlandırmalıdır. Ne zaman ki insan Rabbinin nuruyla irtibatını koparır, kendi nefsine döner, onun istekleriyle meşgul olursa şeytan hemen dürtükleme fırsatı bulur.

Nitekim Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Kim de Rahman’ın Zikri’nden yüz çevirirse, biz onun başına bir şeytan musallat ederiz. Artık o, onun ayrılmaz dostudur. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanırlar.” Zuhruf Suresi, 36-37)

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyuruyor: “Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş vaziyette bekler. Allah’ı zikredince siner, çekilir, gaflet etse vesvese verir.” (Buhârî, Tefsir, Nâs suresi, 1)

İnsanın kalbi, her türlü tesire açık vaziyettedir. Bununla beraber Rabbimiz elinden geldiği kadar imana ve ibadetlere sarılan müminleri şeytanın eline teslim etmez. Şeytan kalbe bulanıklık, huzursuzluk, endişe verirken Rabbimiz de abdest almak, namaz kılmak, zikretmek gibi vesilelere sarılan müminlerin kalplerinde imanı kuvvetlendirir ve selamet verir. Allah-u Zülcelâl şöyle buyuruyor:

“İmanlarına iman katmak için mü’minlerin kalblerine sükûnet ve emniyet veren Odur.” (Fetih; 4)

Namaz kılarken de saldırır!
Şeytan bir mümini imandan döndürmekten ümidini kesse bile ibadetlerinde sevabı eksiltmek ve bazı hatalar işletmek için uğraşmaktan vaz geçmez, son nefese kadar peşini bırakmaz. Her insana farklı bir yönden yaklaşır, neye zaafı varsa onu dürter. Birçok insanları günahları süsleyerek, ibadette gevşeklik vererek saptırdığı gibi, bu yolla başarılı olamadığı bazı kullara da ibadet sırasında musallat olarak eziyet verir. Hepimiz bu sıkıntıdan muzdarip oluyoruz. Normalde hiç aklımıza gelmeyen düşüncelerin tam namaza durunca birden sineklerin üşüşmesi gibi beynimize üşüştüğünü görüyoruz. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu halin şeytandan olduğunu bildiriyor:

“Herhangi biriniz namazda iken Şeytan ona gelerek, ‘Falan şeyi ve şu şeyi hatırla’ der. Ta ki, kul gafletle namazdan çıkıp gitsin. Ve her hangi biriniz yatağında uzanmış iken Şeytan onun yanına varır ve kişi uyuyuncaya kadar Şeytan durmadan onu uyutmaya çalışır.” (İbn Mâce, Sünen, İkame 32)

Demek ki bu haller, şeytanın müminleri ibadetten uzaklaştırmak, sevabını azaltmak ve ümitsizliğe düşürmek için yaptığı eziyetten başka bir şey değildir. Öyleyse bize düşen de onun başarılı olmaması için, asla ümitsizliğe kapılmamak, “Yapamıyorum, olmuyor,” diye ibadetten soğumamak aksine “Sana layık ibadet yapamadım Ya Rabbi, ama senden ümidimi kesmiyorum, çünkü sen çok merhametlisin,” demektir.

Allah-u Zülcelâl bizi yoktan var edendir, bizim her halimizi bilendir. O bizi hata yapabilecek, yanılabilecek, böyle vesveselere düçar olabilecek bir kul olarak yaratmıştır ki daima tevbe edelim, kulluk edebiyle tevazu içinde Rabbimizden yardım isteyelim. Böyle duygular yaşamak, daha güzel ibadet yapabilmek için daima Allah’tan yardım istemek için vesiledir.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “İnsanoğlundan her biri hatalıdır ve hatalıların iyileri tevbe edenlerdir.” (Tirmizî; Kıyâmet, 49)

Rabbimiz bizim hatasız olmadığımızı zaten biliyor ama bize düşen hataları azaltmak için sürekli bir nefis mücadelesi içinde olmaktır. Bu mücadele bizi rehavete düşmekten alıkoyup teyakkuz ve ürperiş halinde olmamıza vesile olduğu için, şu kısa ömrümüzün daha verimli geçmesini sağlar.

Biz kendi nefsimizle ve onu dürtükleyen şeytanla mücadele etmekten bizar oldukça Rabbimizin yardımına muhtaçlığımızı daha fazla idrak ederiz. Böylece O’nun kulluğuna sarılarak O’ndan yardım istemeye daha şevkli oluruz.

İbadet hususundaki
vesvesesinin savuşturulması
Şeytanın ibadet hususunda verdiği vesveselerin ilacı, ilim öğrenmektir. Çünkü kesin ilim, zan ve kuşkuya karşı en etkili silahtır. Fıkıh ilmi, vesveseyi ortadan kaldıracak kesin hükümleri ortaya koymuştur. Hangi maddeler pistir, ne kadarı namaza mani olur, belirlenmiştir. Namazda rekatları şaşıran kişi ne yapacak, bellidir. Mesela bir insan bilse ki, “Eğer abdest aldığımı hatırlıyor bozduğumu hatırlamıyorsam abdestli sayılırım,” o zaman vesvese etkisini kaybeder.

Vesveseye karşı etkili bir silah da, şeytandan olduğunu bilerek ehemmiyet vermemektir. Mesela kalbine riyakarlık yapmak gibi bir düşünce gelen insan, “Bunu şeytan kalbime attı ama bu saçma bir düşünce. İnsanlara neden riya yapayım ki? Beni cennete koyabilirler mi, cehennemden kurtarabilirler mi? Kendisi Allah’ın rahmet ve affına muhtaç olan kullar bana ne yapabilirler?” deyip geçerse o düşünce bir niyet, bir kasıt haline gelmediği için kula zarar vermez.

Şeytanın müminin kalbine attığı kötü düşünceler, bilhassa imani konulardaki şüphe ve kuruntular gerçek mümini çok rahatsız eder. Çünkü insan sanki bu kendi fikriymiş gibi korkuya kapılır.

Ashab-ı Kiram’dan bazı kişiler Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme gelip kalplerine gelen düşüncelerden dolayı endişelendiklerini bildirmişlerdi. Peygamber aleyhisselatu vesselam: “(Endişe etme) o imanın ta kendisidir.” (Müslim, İman 211;) buyurmuştur.

İnsanın imansızlıktan korkması, nefret etmesi, onda imanın olduğuna işarettir. Nitekim Allah-u Zülcelâl: “Allah size imanı sevdirdi, onu kalblerinize benimsetti.”(Hucurât; 7) buyuruyor.

Rabbimiz bize imanı sevdirdiği için imana aykırı düşünceler bizi rahatsız eder. Bunun gibi edebe aykırı hayaller, nefsani şehvet sahneleri veya müminlere karşı husumet, haset ve benzeri hisler de mümin kalbinde rahatsızlık uyandırır. Nefis ve şeytanın kalbe attığı bir his veya düşünce insanın ruhani yönünü rahatsız ediyorsa o insanda hala diri bir iman var demektir. Ancak insan bu hisleri kendisinin gibi benimser de artık rahatsız olmamaya başlarsa o zaman kalbinde imanın nuru söner. Bu sebeple kalbe gelen vesveselere karşı uyanık olmalı, ama onlar sebebiyle de büsbütün ümitsizliğe kapılmamalıdır.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ