Takva, Kalpteki Bir Nûrdur
Gönül Sohbetleri / Seyda Muhammed Konyevî (k.s)
Allah-u Zülcelâl’e hamd-ü senalar olsun, dünyadayken hem dünyanın selameti hem ahiretin selameti için bize çok güzel bir yol beyan etmiştir.
Allah-u Zülcelâl’in emir ve nehiylerine uyan şahıslar hem dünyada hem ahirette selamettedirler. Öbürleri Allah’ın emir ve nehiylerini dinlemeyenler, bakmayın zevk u sefa yapıyorlar ama hem dünyada hem ahirette azab içindedirler.
Allah-u Zülcelâl bu konuda bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“…Kim Allah’a karşı takvalı olursa Allah ona işinde bir kolaylık verir.”(Talak, 4)
Bir başka ayet-i kerimede de buyuruyor ki:
“Kim Allah’a karşı takvalı olursa, Allah ona bir çıkış yolu gösterir, ona ummadığı yerden rızık verir. Kim Allah’a tevekkül ederse, O, ona yeter!” (Talak, 2-3)
Yani kim Allah’ın takvasında bulunursa Allah onun sıkıntılarını giderir, ona menfaatli bir yol gösterir. İşte bu Allah’ın ikramlarındandır; insanlar için bir çıkış yoludur. Allah-u Zülcelâl ikram olarak bütün sıkıntıları, darlıkları onunla genişletir, ferahlandırır.
İnsanlar herhangi bir konuda umutsuz oldukları zaman, takvada bulunduğu zaman Allah onun o darlığını genişletir ve o sıkıntılardan sonra çok büyük bir ferahlık nasip eder. Ama Allah’ın takvasını yaparsa…
Kim Rabbine karşı hem azabından korkarak hem mükâfatını ümit ederek takvalı olursa Allah-u Zülcelâl onu bütün derdine derman gönderir, ona yardımcı olur. Çünkü takva bir nûrdur. Allah-u Zülcelâl mümin kalplerine onu atar. O nûr, Allah-u Zülcelâl’in müminin kalbine koyduğu bir aydınlık gibidir ki mümin onunla önünü görür hale gelir.
Karanlıkta bir insan el yordamıyla yürümeye çalıştığı takdirde, elini koyduğu zaman eline yumuşak bir şey geldiği zaman ondan hoşlanır. Ama o sırada aydınlık gelirse bakar ki meğerse o hoşlandığı şey bir yılan imiş. O zaman feryat eder ve ondan kaçar. İşte şehvani duygular da aynen böyledir.
Bu dünyada şehvani duygular, içki içmek, uyuşturucu kullanmak, işte o yılanın yumuşaklığı gibidir. İşin başında insanın hoşuna gider ama o yılan bir sokarsa o kişi ölür. Onun gibi, ilk zamanlar sana zevk veren haramlar, zamanla seni mahvediyor. Hem dünyada hem ahirette perişanlığa sebep oluyor. İşte takva nûruyla insan böyle şehvanî zevklerin gerçek yüzünü görmüş olur.
Karanlıkta veya kör olduğu için yılanı görmeyen kişi gibi, takva nûrundan mahrum olan kişi de şehvanî hislerin gerçek yüzünü görmez. Nefsin hoşlanmasına aldanır, böylece hem dünyada hem ahirette onun başına bela olur.
Takva nûruyla insan, kendisi için sıhhatli ve selametli olan şeyleri görür. Takvası olmayan insanın kalp gözü kördür, göremez, kendisi için iyiyle kötüyü ayırt edemez.
Takvalı Kullar Üstündür
Kim istemez, Allah’ın katında değerli olmayı… Ama Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en değerli olanınız, takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haberdar olandır.” (Hucurat, 13)
Bütün azalarımız, gözümüz, dilimiz, ayaklarımız, ellerimiz… Bunların hepsini Allah-u Zülcelâl emanet vermiştir. Bu emanetleri nasıl kullanıyoruz diye Allah-u Zülcelâl daima bizim üzerimizde murakıptır ve imtihan ediyor bizi onlarla…
“Kullarım benim emanetlerini nasıl kullanacak?” diye bizi her an murakabe etmektedir, görmekte ve haberdar olmaktadır. Acaba nefsanî kötülüklerden muhafaza ediyor muyuz; muhafaza etmiyor muyuz? Diye… Daima Allah’ın gözetimi altındayız biz…
Allah razı olsun, Allah sizleri kendi evine davet etti, tevbe etmek için sizin kalbinize ilham etti. Bu da Allah’ın sevgisinin alametidir. Allah-u Zülcelâl bir kimseyi sevmek istediği zaman ona böyle tevbe etmeyi ilham ediyor, ondan sonra kul tevbe ediyor ve Allah’ın sevgisine layık hale geliyor.
Onun için kendimizi bu yollardan uzaklaşıyor gibi gördüğümüz zaman hemen “Ya Rabbi, ben gafil kalıyorum, ama Sen benden gafil değilsin. Sen daima benimle berabersin. Sen beni muhafaza et. Sen iyilikleri, sâlih amelleri bana nasip et. Ya Rabbi beni bu gafletten kurtar.” Diye Allah’a yalvaralım, Allah-u Zülcelâl de bize nasip edecek inşallah.
Elimizden geldiği kadar, manevi olarak ve zahiri olarak bu sâdatların dairesine girelim. Allah-u Zülcelâl bize zahiri olarak nasip etmiş, manevi olarak da amellerimize dikkat edelim o daireden çıkmayalım inşallah.
Eski zamanlarda ücret karşılığında cenazelerin arkasından ağlayan, feryat eden, ağıtlar okuyan kadınlar vardı. İnsanlar cenazemizin arkasından ağlayan çok olsun diye onları tutuyorlardı. Onlar sadece zahiri olarak, yani yapmacık bir şekilde ağlarlardı. Gerçekten oğlu ölmüş annenin feryadı gibi değil, sahte gözyaşları dökerlerdi.
Bizler de o ücret için ağlayan kadınlar gibi olmayalım, gerçekten oğlu öldüğü için, içi yandığı için ağlayan anne gibi hakiki olalım. İnsanın kendi oğlu ölünce nasıl ciğeri yanıyor, işte bizim de “Allah’ın rızasını kazanabilecek miyiz?” diye ciğerimiz yansın. O ücretli kadın gibi sahtekâr olmayalım, Allah’a karşı samimim olalım. Tabi bunlar da amellerde ortaya çıkıyor.
Bir kişi hizmet yaparken samimi olunca, çok menfaatli oluyor. Bir kişinin velev ki fazla ilmi olmasa bile, samimiyeti olduğu için hararetle gayret gösteriyor. Onun için elimizden geldiği kadar Allah azze ve celle bizim kalbimize baktığı zaman hararetle, samimiyetle amel yaptığımızı görsün inşallah. Çünkü kalp Allah-u Zülcelâl’in nazargâhıdır.
Allah-u Zülcelâl bu konuda bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Rabbiniz sizin kalplerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.” (İsra, 25)
Allah-u Zülcelâl insanın suretine bakmaz, daima insanın kalbine bakıyor. Daima kalbimizde Allah-u Zülcelâl’in muhabbeti ve arzusu bulunsun, daima O’nun razı olacağı şekilde orayı O’na karşı ıslah edelim, elimizden geldiği kadar…
Bir dostumuza yaklaşmak için önce onun düşmanından uzak kalmak lazım. Bir kişinin düşmanına yaklaşırsak, onunla dost olamayız. İşte biz de Allah’a yaklaşmak için mutlaka şeytandan uzak durmamız lazım ki böylece Allah’a dost olalım.
İşte onun için, nefsimize mağlup olup bir günaha düştüğümüz zaman, şeytanın yanına yaklaşmış oluyoruz. O zaman hemen tevbe edip Allah-u Zülcelâl’e özür dileyip, Allah’ın yoluna dönmek, sâlih ameller işlemek lazımdır. İşte o zaman Allah’ın düşmanından uzaklaşmış, Allah’ın yoluna dönmüş oluruz.
Dünya Hiçbir Şey Değildir
Bir evliya, ibadet etmek için sahraya çekilmişti. Abdest almak için bir kuyunun başına gitti. Kovayı kuyuya sarkıttı. Çektiği zaman kova altınla dolu olarak çıktı. O evliya dedi ki:
“Ya Rabbi, benim abdest almak için suya ihtiyacım var. Ben seni istiyorum Ya Rabbi, altın istemiyorum,” dedi. Kovayı altınla dolu olarak kuyuya geri indirdi. Sonra içi su dolu olarak tekrar yukarı çekti. Çünkü Allah-u Zülcelâl’in onu imtihan ettiğini biliyordu. İşte böyle Allah’ı istemek lazımdır.
Biz ne kadar Allah’a talip olursak Allah-u Zülcelâl de o kadar bize talip olur. Bunun için nefsimize biraz nasihat edelim:
“Ey nefsim, vallahi bu dünya hiçbir şey değildir. Bak benden öncekilerin hepsi gittiler, bir daha dönmüyorlar. Dünya çok az bir zamandır, ondan sonra ebed ul ebed bir hayat başlayacak. Eğer sen zevk-u sefa istiyorsan, asıl ahireti iste.”
Hasan Basri’ye sormuşlar, “İnsan nedir?” cevap veriyor: “İnsan günlerdir.”
Yani her gün bizden bir parça gibidir. Bir gün gidince, bir parçamız gidiyor. Günlerimiz bitince biz de öbür dünyaya gideceğiz. O günler geçip gidince bir daha elimize geçmeyecek, geri gelsin diye ne kadar istesek de gelmeyecek.
O gün geçip gittiği zaman ancak ahiret günü, bizim hakkımızda şahitlik yapmak için gelecek. Eğer o günde, ibadetle, zikirle, sadaka ile, İslam hizmetiyle nefsine Allah rızasını kazanmak için zahmet vermişsen Allah’ın rızası o gün karşına çıkacak ve seni kurtaracak. Ama hiç Allah’ın rızasını düşünmeden hep nefsinin zevk-u sefası için zaman geçirdiysen o da senin önüne Allah’ın gazabı olarak çıkacak.
Allah’ın yanında ömrümüzün günleri bellidir, onlar bitince biz de bitiyoruz. Ama nefsimiz sanki çocuk gibidir. Sadece içinde bulunduğu o saati istiyor. O saati, o dakikaları hoş geçsin, yeter ona. Öyledir nefs.
Kim Allah-u Zülcelâl’i isterse, sımsıkı onun bağına sarılırsa o aziz olur. Bunu böyle bilelim. Kim de Allah’tan başka bir şeye sarılırsa o zelil olur. Hem dünyada hem ahirette… Çünkü insanın kıymeti, her zaman kendi himmetinin miktarı kadardır.
İnsanın kastı ne kadar Allah’a bağlı ise o kadar Allah’ın yanında kıymetli olur. Yani ömrünü geçirirken ne kadar Allah için, Allah’ın rızasını kast ederek işler yapıyorsa Allah katında da o kadar kıymetli olur. Onun için sadece zahiri olarak değil, kalben ve ruhen de Allah’ı isteyelim.
Kalbimiz Allah’a bağlı olursa, o tıpkı bir direksiyon gibi, bütün vücudumuzu da Allah’a doğru götürüyor. Nasıl ki araba yürüdüğü zaman, motorla direksiyon sağlam olduğu zaman bütün kasayı onlar çekip götürüyor. Onlar sağlam olmadığı zaman istediğin yere götüremiyorsun. Şarampole yuvarlanırsın.
Maneviyat da aynen öyledir. Kalp de öyledir, ruh da öyledir. Onlar sağlam olduğu zaman, Allah’ın emirlerini hararetle yerine getirmekte gayretli olursa o zaman Allah’ın yanında makbul olur. Kim himmetini Allah’tan başka bir şeye verirse o da manevi yönden eksik kalır.
Velhasıl sevgi olarak daima kalbimizin kapısında bekçi gibi duralım, oraya Allah’ın sevgisinden başkasını koymayalım. Yalnız Allah’ın sevgisi olsun, başka şeylerin sevgisi olmasın orada…
Dünya bizim elimizde olsun ama gönlümüzde olmasın. Dünyanın elimizde olmasının bir zararı yoktur, ama kalbimize girerse o zararlı olur.
Daima “Seni istiyorum Ya Rabbim!” diyelim. Bunun için dua edelim. Çünkü Allah-u Zülcelâl “Dua edin, icabet edeyim,” buyuruyor. Samimi olarak dua edelim. Allah-u Zülcelâl de bize nasip edecek inşallah.
Hulasa bilelim ki, Allah’ın rahmet kapıları önümüzde açıktır. Bu kapılardan mahrum olmayalım. Kapı açık olduğu halde, insan o kapıları kapatıyor. Sanki hiç ihtiyacı yokmuş gibi istemiyor böylece o kapıları kapatıyor kendine… İnsan gafletle, günahlarla, o rahmet kapılarını kapatır.
Elimizden geldiği kadar, Allah-u Zülcelâl’in sevdiği, sadık kullarla beraber olalım. Allah-u Zülcelâl bunu emretmiştir, “Sadıklarla beraber olun,” buyurmuştur. Eğer kendimiz sadıklardan olamıyorsak da Allah’ın bu emrini yerine getirelim. Eğer biz Allah’ın bu emrini yerine getirirsek o zaman Allah bizi de sadıklardan yapacaktır inşallah. Allah-u Zülcelâl buyuruyor: “Çünkü onlar en hayırlı insanlardır” buyuruyor.
Onlarla beraber olmak, onların gölgesinde durmak, Allah’ın rahmeti onların üzerine geldiği zaman bizim üzerimize de gelmesine vesile olacaktır inşallah.
Allah-u Zülcelâl’in zikri çok kıymetlidir. Bunu bilelim. Biz samimi olarak, ihlaslı olarak Allah’ın zikrini yaparsak, bir saatlik zikir, gafletle yapılan bir senelik zikirden daha menfaatlidir. Elimizden geldiği kadar huzurlu olarak, ihlaslı olarak zikir yapalım.
Allah İçin Nefsinle Mücadele Et
Bazı kişiler diyor ki, “Zikir çekmek için oturamıyorum.” Bir köşeye çekilirsek, sırf Allah rızası için kendi nefsimizi hapsedersek ve “Ey nefsim, sen istemiyorsun ama ben Rabbim için yapacağım,” dersek bize nasip olacaktır. İşte o Allah’ın yanında çok ihlaslı bir zikir olur. Çünkü nefsine Allah için muhalefet ediyorsun, sırf Allah için nefsinle uğraşıyorsun.
Musa aleyhisselam demiştir ki:
“Ya Rabbi ben nasıl Sana ulaşacağım?” Allah-u Zülcelâl demiş ki:
“Beni niyet ettiğin zaman, kast ettiğin zaman bana ulaşırsın.” Yani “Kalbinle, ruhunla Bana gelmek istediğin zaman, “Ben Allah’a ibadet edeceğim, Allah’ın zikrini yapacağım, Allah’ı isteyeceğim, bu dünyadan vazgeçtim ben Allah’ı irade ediyorum, istiyorum,” diye bir niyeti kalbine koyduğun zaman Bana ulaşırsın.”
Devam Ediyor, “Ya Rabbi ben iyileri kötüleri nasıl ayırabilirim?”
“Ya Musa, bir kişiyi sevdiğim zaman daima ona zikrimi, taatimi, sevdiğim şeyleri nasip ederim. Çünkü o beni zikrettiği zaman ben de onu çok hayırlı bir cemaat içinde zikredeceğim.”
Biz Allah’ı zikrettiğimiz zaman, Allah-u Zülcelâl bizi melekler içinde zikredecek, bizi methedecek. Bu ne kadar güzel bir şey!
“Sevmediğim kullarımı da zikrimden, taatimden mahrum ederim.”
İşte biz de kardeşlerimizi, Allah’ı zikrediyor, ibadet ediyor, İslam hizmeti yapıyor gördüğümüz zaman, onları sevmemiz lazım.
İşte Allah-u Zülcelâl Hz. Musa aleyhisselama böyle nasihat etmiştir, biz de bunları aklımıza yazalım, kendimize böyle ders ve nasihat alalım. Biz de hem kalbimizle hem ruhumuzla hem zahiri azalarımızla daima Allah’ın katındaki sevaplara talip olalım.
Demek ki Allah’ı seven bir kişi nefsini sevmeyecek, düşman olacak ona. Çünkü Allah’ın bizi sevmesi için, nefsin sevmediği şeyleri yapacaksın.
Gözümüzü bir kapatacağız, bir daha bu dünyayı görmeyeceğiz. Bunu unutmayalım. Daima Allah-u Zülcelâl’in sevdiği şeyleri yapalım, sevmediği şeyleri yapmayalım. O zaman Allah-u Zülcelâl bize karşı merhametli olacak inşallah.
Allah-u Zülcelâl bizi kendi nefsimize teslim etmesin, o nefsimizi hayırlarda kullansın inşallah.