TARİH-MEDENİYET / Peygamberler Şehri Müslümanlara Emanettir
TARİH – MEDENİYET
Peygamberler Şehri Müslümanlara Emanettir
Gülistan Araştırma
Allah-u Zülcelal bazı mekanları mukaddes kılmıştır. Başta Mekke-i Mükerreme’deki Mescid-i Haram ve Medine-i Münevvere’deki Mescid-i Nebevi ve ondan hemen sonra da Kudüs’teki Mescid-i Aksa Allah’ın mukaddes kıldığı mekanlardır.
Buralar Peygamberlerin sadece Allah’a ibadet edilsin niyetiyle imar ettiği mescidlerdir. Bu mekânlarda günah işlemek, zulmetmek, savaş ve kavga çıkarmak başka yerlere nazaran daha büyük günahtır.
Mukaddes şehirler, Peygamberlerin, onlara güzelce tabi olmuş öncülerin ve onların ibadetleri, itaatleri, mücadeleleri gibi mukaddes hatıraların taşıyıcısıdır. Bu sebeple bu mesciderin bulunduğu şehirler de insanların gönül huzuru ile Allah’a ibadet etmeleri için seçilmiş, adeta ibadet etmek isteyenlere vakfedilmiş hususi yerlerdir.
Bilindiği gibi, Müslümanların ilk kıblesi olan ve Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin Miraç mucizesinin gerçekleştiği Kudüs şehri, İslam’a göre üçüncü en kutsal şehirdir.
Allah-u Zülcelâl’in “çevresini mübarek kıldığımız” (İsra; 1) buyurduğu Mescid-i Aksa, Peygamberimizin Mirac gecesi daha evvel gönderilen Peygamberlerle buluştuğu, mübarek yerlerdendir.
Kudüs, Kur’ân-ı Kerîm’in bize kıssalarını anlattığı büyük Peygamberlerin yaşadığı, ibadet ettiği, mübarek bir mekandır. Peygamberlerin atası Hz. İbrâhim aleyhisselâm, Nemrut’un diyarından çıkıp Kudüs’e hicret ederek yerleşmiş ve burada vefat etmiştir. O ve evlatları olan Hz. İshak, Hz. Yakub ve Hz. Yusuf aleyhimüsselâm, el-Halil kentinde İbrâhim Camii’nde medfundur.
Kur’an-ı Kerim’de evvelki peygamberlerin kıssaları anlatılırken bu diyarın mübarek ve mukaddes olduğuna işaret edilir. Yıllar sonra bu civardan geçerken Hz. Musa’ya “Nalinlerini çıkar çünkü kutsal vâdidesin (yani:)Tûvâ’dasın sen!” (Taha, 10-12) denilen mukaddes yer de buralarda olmalıdır.
Kudüs’ü tevhid dinine fetheden Hz. Dâvûd aleyhisselâm, Beytülmakdis’i inşa eden Süleyman aleyhisselâm, Kudüs’e en yakın tepeye defnedilmeyi vasiyet eden Allah’ın kelimesi Mûsâ aleyhisselâm, hep bu topraklarda hatıraları hissedilen Resullerdir.
İsrail oğullarına gönderilen bütün Peygamberler, bilhassa bunlar arasından Kur’an-ı Kerim’de ismi zikredilen, Hz. Zekeriyyâ, Hz. Yahya, Hz. İsa aleyhimüsselam ve onun annesi Hz. Meryem gibi nice mübarek kişiler bu topraklarda yaşamış, ibadet etmiş ve birçok fevkalade haller geçirmiştir. Bunun içindir ki, bu mübarek topraklar, Hak dinin son temsilcileri olan Müslümanlara emanettir.
Mescid-i Aksa’nın Bereketi
Ümmetler dini hükümlerin ruhu olan inanç ve duyguları, o inancın zirve şahsiyetlerle hayata geçirildiği mekânlarda daha canlı bir şekilde hisseder. Bunu bilhassa Hac ibadeti esnasında çok bariz bir şekilde yaşarız. Bu yönüyle sanki mukaddes mekânlar, iman ve maneviyat gibi mücerred varlıkların maddeye temas edip adeta müşahhas hale geldiği noktalardır.
Biz Müslümanlar Allah’ın bizim için kıble olarak seçtiği Kâbe’ye yönelmeyi ve hac ziyaretinde bulunmayı nasıl ki Allah’ın emrine itaatin bir ifadesi sayıyorsak, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’yı da aynı şekilde ziyaret eder ve burada namaz kılarız. Çünkü bu mukaddes mekânlarda ibadet etmenin feyzi ve sevabı çok daha fazladır.
Peygamber efendimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir;
“Bir adamın kendi evinde kıldığı namaza bir namaz sevabı verilir. Oturduğu beldenin mescidinde kıldığı namaza yirmi beş kat sevap verilir. Cuma namazının kılındığı camide kıldığı namaza beş yüz kat sevap verilir. Mescidi Aksa’da kıldığı namaza elli bin kat sevap verilir. Benim camimde kıldığı namaza da elli bin kat sevap verilir. Mescidi Haram’da kıldığı namaza ise yüz bin kat sevap verilir.” (İbnu Mâce, İkâmetu’s-Sala ve’s-Sunne fihâ, 5/198)
Bir başka hadis-i şerife göre, Allah’a ibadet için inşa edilmiş mescidlerden ilki, Hz. Âdem aleyhisselam zamanından beri müminlerin secdegâhı olan Kâbe, ikincisi ise Mescid-i Aksa’dır. (Buhari, Kitabu Ehadisi’l-Enbiya, 60; 40; İbnu Mace, Kitabu’l-Mesacid ve’l-Cemaat, 4/7)
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam henüz Kudüs fethedilmemişken, devrin süper gücü Doğu Roma’nın elinde bulunurken dahi, Mescid-i Aksâ’ya gidilip namaz kılınmasını, bunu yapamayanın ise oraya kandillerinde yakılmak üzere zeytinyağı göndermesini emretmiştir. (Ebu Davud, Kitâbu’s-Salât, 14)
Bu emir, Müslümanlara Kudüs’ün bir İslam şehri olduğuna, Bizanslıların elinden kurtarılması gerektiğine işaret sayılmıştır. Ashab-ı kiram da bu sebeple buraların fethinin kendi üzerlerinde bir sorumluluk olduğunu hissetmiş olmalıdır. Bu sorumluluk bizler için de geçerlidir.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, son hastalığında bile Hz. Usame radıyallahu anhu komutanlığında bir ordunun hazırlanmasıyla meşgul olarak Müslümanların Roma istilası altında tutulan bu mukaddes diyarları İslam’a fethetmenin önemine işaret etmiştir. Ashab-ı kiram da bu vasiyeti yerine getirerek, Allah-u Teâla’nın hakkında “Arz-ı mukaddes” (el-Maide; 21) ve “Allah’ın bereket verdiği diyar” (el-Enbiya; 71) buyurduğu bu yerleri İslam’la buluşturma sorumluluğunu ifa etmişlerdir.
Hz. Ömer devrinde Kudüs şehrinin civarı askeri seferlerle fethedilmiş ve ardından mukaddes şehir, şanına yakışır bir hürmetle teslim alınarak asli hüviyetine kavuşturulmuştur.
Müslümanların İslam’a açmasından sonra mukaddes Kudüs şehri canlanmış, huzur bulmuş ve herkesin kendi dinini rahatça yaşadığı ortam sağlanmıştır.
Haçlıların işgali sırasında sergilenen vahşi katliamlar ve terör devleti İsrail işgali boyunca yapılan sistematik zulümlerin hiçbiri Müslümanlar tarafından yapılmamıştır. Aksine Yahudi ve Hıristiyanların ve bu dinin mezheblerinin kendi aralarındaki tefrikaları yüzünden devam edip giden huzursuzluk ancak Müslümanların himayesi altında bir derece dinmiş ve şehir huzura kavuşmuştur. Bugün bu mukaddes topraklar yeniden İslam’ın himayesi altındaki huzurlu günlerine kavuşmayı beklemektedir.
Peygamberlerin Hatıralarıyla Dolu Şehir
Geçmiş Peygamberlerin makamları ve hatıralarıyla dolu olan bu şehir bir maneviyat hazinesidir. Hz. Ömer’in emriyle Roma istilası sonrasında yıkılan Beyti Mukaddesin etrafı temizlenmiş, buraya Mescid-i Aksa ilk haliyle inşa edilmiştir. Hıristiyanların kiliselerine dokunulmamış, hiçbir mabed yıkılmamıştır. Yahudilerin Süleyman mabedi çok evvel Babilliler ve sonra Romalılar tarafından tahrip edilmişti. Müslümanlar tahrip edilen yere son hak dinin mensupları olarak asıl maksadına uygun bir Mescid inşa etmişlerdir.
Bölgede Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yakub, Hz. Davud, Hz. İsa aleyhimüsselamın hatırasına camiler inşa edenler de Müslüman idarecilerdir. Ayrıca şehir halkının çoğunluğu olan Müslümanların ihtiyaçları için medrese, tekke, sebiller ve benzeri vakıflar kurarak şehri imar ve maneviyatını ihya etmişlerdir.
Bu sebeple birçok tasavvuf büyüğü tarafından ziyaret edilen ve ibadet, zikir ve itikafa çekilmek için tercih edilen bir yer olmuştur. İlk devir sufilerden Rabia el-Adevî, Bişr el-Hâfî, Seri es-Sakatî, İbrahim Edhem rahmetullahi aleyhim ecmeiyn gibi nicelerinin Kudüs şehrini ziyaret ettiği bilinmektedir.
İslam Tarihi boyunca Kudüs önemli bir ilim ve maneviyat merkezi olmuştur. Abdurrahman Evzâi, Süfyânı Sevrî, Leys b. Sa’d ve Muhammed b. İdris eş-Şâfiî gibi mezhep imamları Kudüs’te ders okutmuş, talebe yetiştirmişlerdir.
Kudüs şehrinin Haçlılar tarafından işgal edilmesinden sonra bu şehrin yeniden fethi için mücadele eden ve onu haçlı zulmünden kurtaranlar arasında da yine tasavvuf ehlinin önemli bir yeri vardır.
Meşhur tarihçiler, Kudüs’ü haçlı işgalinden kurtaran Selahaddin Eyyubi’nin ordusunda alimler, zühd ve tasavvuf ehli zatların olduğunu, Mısır ve Şam’da ne kadar alim varsa hepsinin fethe katıldığını yazmışlardır. Hatta tarih kaynaklarında hangi tasavvuf şeyhlerinin fethe katıldığı hakkında çok geniş tafsilatlı bilgilere yer verilmiştir.
İbni Kesir rahimehullah el-Bidaye ve’n Nihaye adlı eserinde fethe katılan alim ve meşayıhtan bazılarının isimlerini zikreder. Bu simalardan en meşhur olanları, Şeyh Abdulkadir Geylani’nin oğullarından biri olan Abdulaziz Geylani rahmetullahi aleyhidir.
Zaten tasavvuf ehli alimler, medrese ve dergahlarında hem akıllarını hem kalplerini eğitip tam bir mücahit alim olarak yetiştirdikleri talebelerini İslam diyarlarına göndererek ümmetin uyanışında da büyük bir rol oynamışlardır. Kudüs’ü geri alan o şanlı ordunun neferleri işte bu Rabbani alimler tarafından yetiştirilmiştir.
Salahaddin Eyyubi’nin Dergahı
Büyük Selçuklular’ın Haleb Atabeyi Nureddin Mahmud Zengi ve ondan sonra Selahuddin Eyyübi tasavvuf ehline çok büyük değer vermeleri ile tanınan şahsiyetlerdi. Kendisi de sufi olan komutan Salahaddin Eyyübî rahimehullah, Kudüs’ü fethettiği zaman sufilerin şehirde yerleşip maddi manevi imarına katılmalarını teşvik etmiştir.
Haçlılar tarafından tahrip edilip mezbele haline getirilen şehri yeniden ihya eden Salahaddin Eyyubi, Latin patriğinin sarayını Hankah-ı Salahiyye ismiyle dergâh haline getirip, ikindi namazlarından sonra Kur’an-ı Kerim okunup akabinde zikir yapılması şartıyla burayı dervişlere vakfetmiştir. Kudüs şehrinin Osmanlı idaresine geçmesinden sonra burada ve çevresinde dergahların sayısı daha da artmıştır.
Hz. Peygamber’in miraca yükseldiği bu mukaddes şehir, hiç kuşkusuz ki, hayatını manevi kemâlât peşinde bir seyahat gibi yaşayan dervişler için vazgeçilmez bir menzildir. İşte bu yüzdendir ki, pek çok dervişler Kudüs’ün maneviyatını teneffüs etmek için bu şehre akın etmişlerdir.
1670 yılında Kudüs’ü ziyaret eden Evliya Çelebi meşhur Seyahatnamesi’nde şehirdeki ilim irfan merkezlerinden kendine mahsus üslubuyla şöyle bahsediyor:
“Dünya görmüş âşıklara malum ola ki bu Kudüs-i Şerif, küçük bir şehir gibi görünür fakat toplam 240 mihrabı vardır. Mescid-i Aksa ve iç kale camiinden gayri hepsi medrese ve zaviye (tekke) mescitleridir. 7 Dârü’l-hadis (Hadis ihtisas medresesi), 10 Dâru’l-kurrâ (Kuran ilimleri medresesi), 40 sıbyan mektebi ve 70 tarikatın birer tekkeleri vardır. Bunlardan Abdülkadir Geylanî, Seyyid Ahmed el-Bedevî, Sa’di, Rufâî ve Bâb-ı Amûd’ un iç yüzünde Mevlevî tekkesi mamur ve mesiregâh yeridir.”
Kudüs şehrinin medrese ve dergahlarında pek çok talebeler yetişmiş olduğu için, ilim ve tasavvuf büyükleri arasında el-Makdisî veya el-Kudsi nisbetli olanları sayısı hayli fazladır. Bunun yanında tasavvuf tarihinin tanınmış simalarından pek çoğunun yolu bir şekilde Kudüs’e düşmüştür. Kimisi hac yolculuğu sırasında şehirde bir süre bulunmuş, kimisi kitabını burada telif etmiş, kimisi medreselerinde ders okutmuştur. Hatta buraya gelip yerleşerek dergahını açanlar da çoktur.
Bunlardan biri, Şemseddin Ebu Abdullah Muhammed bin Ahmed Türkmâni’dir. 1320 yılında Şam’da doğan ve Kudüs’te ilim halkaları kurarak dersler veren Türkmâni Kayremî zaviyesinin kurucusudur. Bu isim, Şemseddin Türkmânî’nin Kırım asıllı olmasından ileri gelmektedir.
Bir diğer tekke ise Edhamia Zaviyesi olup 1358 yılında surların etrafındaki bir mağaranın içine yapılmıştır. Şimdilerde bu tekke evsiz mülteciler tarafından mesken olarak kullanılmaktadır.
İbrahim el-Kalenderî de Kudüs’teki Mamilla mezarlığında çok büyük bir Kalenderhane kurmuştur. Geçmişte dervişler burada kalıyor ve Hakk’ı zikrediyordu.
“Şeyh Yakup el Acemî Zâviyesi” ismiyle anılan bir diğer tekke ise, Kazak asıllı bir âlim olan Şemseddin Bağdâdî tarafından inşa edilmiştir. Osmanlı döneminde tamir edilen tekke günümüzde Ermeni mahallesinde bulunmaktadır.
Osmanlı zamanında şehir, Müslümanlar ile Yahudi ve Hıristiyanlar arasında bölünmüş değildi. Bu sebeple mescid ve dergahlar şehrin her yerinde bulunmaktaydı. Günümüzde ise pek çoğu evsizlerin sığınağı olmuştur.
İslam medeniyetinde tekkelerin işlevlerinden biri de seyyahların konaklama yeri olmasıdır. İlim yolculuğuna çıkan ilim talipleri yahut hacca gitmek için yola çıkan hacı adayları ve daha nice seyyahlar bu tekkelerde kalıp ihtiyaçlarını giderirlerdi. Sadece Evliya Çelebi değil İbn Cübeyr ve İbn Battuta gibi ünlü seyyahlar da eserlerinde seyahatleri esnasında kaldıkları tekkelerden bahsetmiş ve tekkede kalan dervişlerin güzel hallerini anlatmışlardır. Kudüs şehrinde Nakşibendî, Rûfaî, Mevlevî, Kadirî, Ahmedî, Ademî, Şâzelî, Kalenderî gibi pek çok tasavvuf yolunun dergâh kurarak faaliyet gösterdiği bu seyahatnamelerden öğrenilebilmektedir.
Her Milletin Zaviyesi Var
Hacıların ziyaret yerlerinden biri olması, Kudüs’de her etnik topluluktan müslümanın kendi konaklarını inşa etmelerini de beraberinde getirmiştir. Osmanlı zamanında Hindliler, Afganlar, Orta Asyalılar, Endenozyalılar, Faslılar, Kürtler, Türkmenler ve Türkler hac yolculukları sırasında Kudüs’ü ziyaret ederek Mescid-i Aksa’da ibadet etmişlerdir. Bunun yanında her milletten hacılar, kendi isimleriyle anılan zaviyelerde tasavvuf büyüklerinin gözetimi altında manevi rehberlik de görmüşlerdir. Bugün hala faaliyette olan Afgan, Hint, Özbek ve benzeri toplulukların tekkeleri, Kudüs’ün sadece Araplara ait olmadığının ispatıdır.
Günümüzde hâlâ tarikat faaliyetlerinin sürdüğü Kudüs’teki zaviyelerden birisi Afgan Zaviyesi’dir. 1633 yılında Kadiriye tarikatının mensuplarınca kurulmuştur ve her Perşembe akşamı zikir yapılmaktadır.
Hindli Tekkesi ise, Ahmed er-Rufai hazretlerinin halifelerine aittir. Kudüs’e ziyarete gelen Hintli hacıların uğrak yeri olan Hindî Tekkesi günümüzde sadece bir konuk evi ve Hint Kültür Merkezi olarak işlevini sürdürmektedir.
Kudüs’teki Özbek Tekkesi ise, 1615 yılında Kudüs Sancakbeyi Mehmet Paşa’nın damadı Kapıcıbaşısı Sufî Osman Ağa ibn Abdul Muin tarafından kurulmuş. Zamanında bir cami ile dört adet derviş hücresinden oluşan bu Nakşibendîye zaviyesi sadece ibadet yeri değil, hacı adaylarına Özbek pilavı ikram edilen bir vakıftı.
Tekkeye Özbek kimliğini veren Şeyh Muhammed Salih el-Özbekî (v. 1731) zamanında tekke genişlemiş ve faaliyetleri oldukça artmıştı. Özbek Tekkesi’nde 19’uncu yüzyıl boyunca daima meşhur hadis alimi İmam Buharî hazretlerinin soyundan gelen maneviyat büyükleri görev yapmıştı. Eskiden her perşembe hatme halkası kurulup gelenlere Özbek pilavı ikram eden bu tekke günümüzde sadece cami işlevi görmektedir.
Osmanlı zamanında cami, medrese ve tekkelerin giderleri için vakfedilmiş gelir getiren mülkler vardır. Osmanlı zamanında Kudüs etrafında 166 köy vardı. Bunların 121 tanesi mabetlere ve dini mekânlara vakfedilmişti.
Ancak İsrail işgalinden sonra hukuki bir düzen kalmayınca vakıflara ait mülkler yağmalandı. Geçmişte cami veya dergâh olarak yaptırılan nice mekanlar bugün ya mesken veya dükkân olarak kullanılmaktadır. Bir zamanlar dervişlerin kalıp evrad u ezkar ile meşgul oldukları odaları şu anda ev, sınıf, klinik veya bazen dükkân deposu olarak kiralanmaktadır. Bazısının durumu daha da kötü, mesela İsrail askerlerinin karakolu olarak kullanılan vakıf eserleri dahi var.
İsrail’in Yahudileştirme politikaları yüzünden Kudüs’te yaşayan müslümanlar birçok zorluğa maruz kalıyor. Mesela evlerini, dükkanlarını tamir edemeyen Kudüs halkı, hayatını sürdürmekte zorluk çekiyor. Kudüs halkına yardım eli uzatan TİKA, bugüne kadar eski şehirde birçok ev ve dükkânın restorasyonunu sağlayarak, yaşanabilir mekanlar oluşturmaya çalışıyor.
Özbekler Tekkesi de TİKA tarafından restore edilerek, daha önce vefat eden Özbekler Tekkesi şeyhinin ailesine teslim edildi. Nakşibendiye yolunun temsilcisi olan Özbekler tekkesinin son şeyhi Abdülaziz Buhari’nin vefatından bu yana dergah faaliyetleri kesintiye uğradı. Halbuki tekkeye hala Nakşibendi tarikatını öğrenmek için birçok kişi geliyor. Hatta Batı’dan gelen ziyaretçiler, İslam’ı ve sufiliği tanımak için tekkeye başvuruyor.
İsrail hükümeti Müslümanların Kudüs şehrini unutmalarını istiyor. Kudüs’ü çoğu Türk olan az sayıda müslüman ziyaret ediyor. Oysa orada bizim geçmişimiz, tarihi mirasımız ve vakıf eserlerimiz var. Nice Peygamberler ile birlikte pek çok alim ve maneviyat büyüklerimiz bizim ziyaretimizi bekliyor.
Kudüs ve Mescid-i Aksa’yı kurtarmak Filistin halkının özel meselesi değildir. Ortadoğu krizi veya Arap-Yahudi uluslarının kendi aralarındaki bir meseleleri de değildir. Bu mesele Allah’ın şiarlarına hürmeti olan her Müslümanın ortak meselesidir.
Bu mukaddes şehir bütün Müslümanlara emanettir. Müslümanların bu dünyada birlik beraberlik içinde hareket ederek, Allah’ın haremi, Peygamberlerin emaneti olan Mescid-i Aksa’yı kudsiyetine yakışan günlerine geri döndürmeleri gerekmektedir.
Kudüs’ü unutmayalım; unutturmayalım. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin miraca yükseldiği bu mübarek belde, bize emanettir. Kudüs’ü daha çok tanıyalım, daha çok sevelim. Gönlümüz Kudüs ile beraber olsun. Allah bize yeniden Kudüs’te Allah’ın adını yüceltmeyi nasip eylesin. Amin.