Tasavvuf Ehlinin Yanında Hayır Vardır

  • 10 Ekim 2016
  • 851 kez görüntülendi.
Tasavvuf Ehlinin Yanında Hayır Vardır
REKLAM ALANI

Allahu Zülcelâl, ayeti kerimede şöyle buyurmuştur: “İman edip salih amel işleyenler ve Rablerine karşı edepli olanlar, güvenen ve itaat edenler var ya, işte bunlar da cennet ehlidirler. Onlar orada ebedi kalırlar.” (Hud; 23)

 

Bu ayeti kerime, müminler için en büyük müjdedir. Yalnız, Allahu Zülcelâl iman ettikten sonra, salih amel yapmamızı emrediyor. Salih amel ile de kastedilen, hem insan olarak kendi aramızda olan hukuka riayet etmek, hem de emir ve nehiylerini yerine getirerek, itaat ve ibadetle Allahu Zülcelâl’ karşı olan hukuka riayet etmektir. İşte, bu ayeti kerime, bu şekilde salih amel işleyen kimseler için büyük bir müjdedir.

REKLAM ALANI

 

Çünkü bu ayeti kerimede methedilen kimseler, Allahu Zülcelâl’e karşı yaptıkları ibadetleri gönülden ve huzur içerisinde yaparlar. Yani, ibadetlerini gaflet içinde ve adet haline gelmiş olan bir iş gibi değil de dosdoğru bir şekilde yaparlar. Bu yüzden onlar, cennet ehlidirler ve ebediyyen orada kalacaklardır. Cennette dahi Allahu Zülcelâl’in zatına âşıktırlar. Zaten onların cennete girmelerinin sebebi, dünyada iken yalnız Allahu Zülcelâl’in rızası için ve O’nun zatına âşık oldukları için ibadet yapmalarıdır.

 

Bu da Allahu Zülcelâl’in fazlı keremidir. Yine aynı şekilde imanın nasip olması, ibadetin yapılması da O’nun fazlı ve ihsanıdır. Allahu Zülcelâl bize iman verdiği için iman ettik; ibadet yapabilme kuvveti verdiği için ibadet yapabiliyoruz. İşte bize ihsan edilen bütün bu nimetlere karşılık olarak Allahu Zülcelâl’e daima hamd etmemiz lazımdır.

 

İnsan, daima Allahu Zülcelâl’in huzurunda olduğunun şuuruyla hareket etmeli, murakabe ve münacaat hali içerisinde yalvararak Allah’tan yardım istemelidir. Allah’u Zülcelal’e emirlerini kolayca yerine getirebilmek, gaflete düşmemek ve nefse şeytana aldanmamak için Rabbimizden daima güç ve kuvvet istemeliyiz. Allahu Zülcelâl’den isteyelim. Allahu Zülcelal cömerttir, kendisinden samimi bir kalple isteyenlere verir.

 

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem sallallahu aleyhi vesellem de bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teâlâ, her gecenin üçte biri kalınca rahmeti ile dünya semasına iner (nüzul eder) ve şöyle buyurur: Mülkün sahibi benim. Dua eden kim ise, onun duasını kabul edeyim. Kim benden bir şey isterse, ona vereyim. Kim benden bağışlanmayı isterse, onu bağışlayayım.” (Buhari, Müslim)

 

Ahiret için azık hazırlayalım

İnsan, Allah-u Zülcelal’in rahmetine muhtaç olarak geceleri hiç olmazsa uykusundan az bir miktar feda edip, Allah-u Zülcelal’in rızasını kastederek iki rekât namaz kılarsa, bu fedakârlığa bakarak Allah-u Zülcelâl de: “Kulum, diğer insanlar uykudayken uykusunu bölüp bana, ibadet etti” diyerek, o kulunu af ve mağfiret edebilir. Yeter ki insan Allah-u Zülcelal’in affına müşteri olsun.

 

Abdullah b. Ömer radıyallahu anh, gece kalkıp namaz kılar, sonra Nâfi’ye:

“Seher vakti geldi mi?” diye sorardı. Eğer Nâfi, “Evet” derse, dua ve istiğfara başlar, sabaha kadar devam ederdi.

 

Geçmişte yaşamış olan seleflerimizin yaşantılarına baktığımız zaman, ömürleri boyunca seher vakitlerini hep ibadetle geçirdiklerini görürüz. Nitekim Şakik-i Belhi rahmetullahi aleyh, “Kabrimin aydınlık olmasını istedim, onu seher vaktinde namaz kılmakta buldum” demiştir.

 

Seher vaktinde af ve mağfiret talep etmek, emirlerini yapmak, yasaklarından kaçınmak yâda zikirle, ibadetle geçirmek kadar gece bir miktar uyuduktan sonra, uykusundan fedakârlık etmek suretiyle insanın rahatını bozarak, kalkıp ibadet etmesi de çok kıymetlidir. Bizden önceki büyüklerimiz buna da önem vermiş ve üzerinde devam etmişlerdir.

 

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir gün Ebu Zer Gıfârî radıyallahu anha, “Eğer sefere gitmek istersen, onun için hazırlık yapar mısın?” Diye sormuş. “Evet” demiş. Bunun üzerine efendimiz aleyhisselatu vesselam, “O halde kıyamet yolunun seferi, nasıl olur ey Ebu Zer? O gün sana fayda verecek şeyleri haber vereyim mi?” diye tekrar sormuşlar. “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Resulü, evet!” diye cevap vermiş. O zaman Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, Ebuzer radıyallahu anha şöyle buyurmuşlar; “Sıcak günde, mahşer günü için oruç tut. Kabrin vahşeti için gecenin zifiri karanlığında iki rekât namaz kıl. Büyük işlere hazırlıklı olmak için Hac yap. Miskine sadaka ver. Doğru söyle veya çirkin sözlerden kaçın” (İbn Ebî Dünya, İbn Muhalled’den mürsel olarak)

 

Eğer biraz derin olarak düşünecek olursak, Allahu Zülcelâl’in bize ne kadar çok fırsatlar verdiğini ve bu fırsatları elimizden nasıl bir bir kaçırdığımızı görürüz. Bize verilenlerin ve bu ömür sermayesinin kıymetini bilelim ve zayi etmeyelim bunları. Bilhassa onu kendi zararımız için kullanmayalım.

 

Tasavvuf ehlinin yanında
menfaat vardır

 

Haris el-Muhasibi (rahmetullahi aleyh), tasavvuf ehli büyük bir zattır. Bir gün onun hakkında Ahmed bin Hanbel (rahmetullahi aleyh)’e şöyle dediler, “Haris el-Muhasibi tasavvuf ile alakalı mevzulardan bahsediyor. Bunlara ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden delil getiriyor. Onu dinlemek istemez misin?” Ahmed bin Hanbel, “Evet, dinlemek isterim” dedi. Nihayet bir gece yanına gitti. Gece sabaha kadar sohbetini dinledi. Haris el-Muhasibi ve yanında bulunanlarda, dinen münasip olmayan bir şeye rastlamadı.

 

Ahmed bin Hanbel, burada gördüklerini şöyle anlatmıştır: “Akşam ezanı okununca öne geçip namaz kıldırdı. Namaz kılındıktan sonra yemek yedi. Yemeğe oturdular. Haris el-Muhasibi hem konuşuyor hem yemek yiyordu. Zaten yemek yerken güzel şeylerden bahsetmek, sünnete de uygundur. Yemek yedikten sonra ellerini yıkadılar. Sonra, beraberce oturdular. Herkes yerini alınca: ‘Bir suâli olan var mı?’ diye sordu. Riya, ihlâs ve muhtelif hususlarda, sualler sordular. Suallere cevap verdi. Ayrıca delillerini de söyledi. Bu sırada gece bir hayli ilerlemişti. Birisine Kur’an-ı Kerim okumasını söyledi. Kur’an-ı Kerim okundukça ağlıyor, inliyor ve gözyaşları döküyorlardı. Kur’an-ı Kerim okuması bitince, Haris el-Muhasibi hafifçe dua yaptı, sonra namaza kalktı.”

 

Sabah olunca, Ahmed bin Hanbel, Haris el-Muhasibi’nin faziletli bir zat olduğunu söyledi ve: “Hakikatin başı onların yanındadır.” buyurdu. Oğluna da şöyle nasihat etti: “Oğlum bu insanlardan ayrılma, onlarla beraber ol; bütün emirlerin başı (Allahu Zülcelal’in tanınması, zühd, vera ve güzel ahlak) bunlardadır.”

 

Ahmed bin Hanbel (rahmetullahi aleyh) bir mezhep kurucusu büyük âlim olduğu halde, tasavvuf ehline karşı böyle güzel bir itikadı vardı. Siz, bizim zamanımızdaki bazı insanların ve bizden önceki insanların tasavvuf hakkında ileri geri yanlış konuşmalarına bakmayın. Mezhep kurucusu olan Ahmed bin Hanbel gibi zatlar, yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kılıyorlardı. Gecelerini devamlı ibadetle geçiriyorlardı. Kalpleri ve beyinleri münevverdi, nurluydu.

 

Bu zamandaki tasavvuf karşıtı insanların kalbi de beyni de paslıdır. Kalbi ve beyni paslı olan bu insanlar, ilimden ve Kur’an’dan ne anlıyorlar ki tasavvuf ehli hakkında hüküm vermeye çalışıyorlar? Hâlbuki kalbi ve beyni münevver olanlar, tasavvuf ehli hakkında hep güzel sözler söylemişlerdir.

 

Efendimiz sallallahu aleyhi
veselleme yakın kimseler

 

Seyyid Abdullah Hasan (rahmetullahi aleyh) şöyle anlatmıştır: “Bir gün ceddim, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’i rüyamda gördüm:

– Ya Resulallah! Kıyamet gününde sana en yakın olan kimdir? diye sordum. Buyurdu ki:

– Dünyayı arkasına atan, ahireti daima iki gözünün önünde tutan ve günahlarından tertemiz olarak huzura gelendir.”

 

Ahiret daima gözümüzün önünde olursa sürekli hayırlı ameller yaparız. Kendimizi günahlardan muhafaza ederiz. Çünkü kıyamet gününde: “Bütün ahireti ve dünyanın hepsini sana verelim, buna karşılık bir günah işle!” deseler yine de günah işlemeyiz. Çünkü orada hakikati göreceğiz. “Günahlardan tertemiz olmuş bir halde huzura gelme”nin manası tövbedir.

 

Cennet ve cehennemin olduğunu daima duyuyoruz; şüphesiz bunlar haktır ve iman etmişiz. Ama duymakla görmek aynı şey değildir. Tabii olarak görmek daha farklıdır. Mansur bin Ammar şöyle demiştir: “Ben, hem duydum hem de kitaplarda gördüm ki, Malik cehennemin bekçisidir. Allahu Zülcelâl cehennemi onun emrine vermiştir. Yine Allahu Zülcelâl Malik’e, cehenneme girecek olan insanların sayısı kadar da el vermiştir. Her insanı bir eliyle zincirler, ayağa kaldırır, oturtur. Malik cehenneme bakınca, onun heybetinden cehennem ateşi birbirini yer. Hâlbuki cehennem, simsiyah ve insanın bakamayacağı kadar dehşetli ve heybetlidir.”

 

İşte, Allahu Zülcelal’in azabı böyle şiddetlidir. Biz daima cehennem, ateş, azap diyoruz ama oradaki ateş, bize sanki dünyadaki ateş gibi geliyor. Tabi görmekle, duymanın tesiri bir değildir. Onun şiddeti ancak, görüldüğü zaman anlaşılır. Kötü bir hale düşecek olduğumuzda cehennemi aklımıza getirelim ve o şeyden vazgeçelim, kaçalım. Allahu Zülcelal bizleri cehenneme götüren kötü hallerden kurtarsın ve bizleri ondan muhafaza buyursun.

 

İnsan ne hal üzere
olursa o hal üzere…

 

Birisi derse, “Acaba Allah katında benim yerim nasıl olacak kıyamet gününde?” Sen neyi önden gönderirsen, o amel üzere gideceksin. Namaz kılarsan, namazın üzere gideceksin. Hac yaparsan, İslam hizmeti yaparsan, ne yaparsan yap, o hal üzere gideceksin. Günah da yaparsan günahın üzere gideceksin. Bu böyledir.

 

Hizmetimize böyle, güzelce Allah rızası için birbirimizi sevmekle devam edelim. Onun kıymetini bilelim. İnsanların tevbesine vesile olmak için gayret gösterelim.

 

Nasıl hiç bir şeye sahip olmayan bir kimse, çalışmadığında eline bir şey geçmiyorsa ahiret için de durum öyledir. Ben bu gün kaç kişiye sebep oldum? Sebep olmak da böyle kıymetsiz değildir. Müslim ve Buhari’nin sahihlerinde rivayet olunan bir hadis-i şerifte, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz İmam-ı Ali’ye şöyle buyurmuş: “Bir insanın hidayetine vesile olman, senin için dünyadan ve içindeki her şeyden hayırlıdır.”

 

Kim; dünya ve dünyanın içindeki maldan onun eline geçeceğine kanaat getirirse, bunun kıymetini bilirse, boş boş dolaşmayacak, bir kişinin tevbe etmesine vesile olayım, hidayetine vesile olayım demeyecek midir? Diyecek ve yapacak da. O zaman biz yapmadığımız zaman, demek ki bizde bir gevşeklik olduğunu bilelim. Kendimize, “Ben gevşek davranıyorum, daha fazla hizmet etmem lazım.” Dememiz gerekir. Bu şekilde, daima kendimizle hesap görmek suretiyle, hizmetimize devam edelim.

 

Allah-u Zülcelâl, bizi nefsimize teslim etmesin. Bizi, İslam hizmetinde kullansın. Razı olacağı şekilde amel-i salih nasip etsin, inşaallah teâlâ. (Âmin)

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ