TEFEKKÜR – Oruç Sabrın Yarısıdır
TEFEKKÜR
Oruç Sabrın Yarısıdır
Abdullah Sofuoğlu
“Oruç, sabrın yarısıdır.” (İbn-i Mâce, Sıyâm, 44)
Müslümanların ibadet hayatında çok büyük bereketlerin, hayırların ve kazanç fırsatlarının bir araya toplandığı Ramazan-ı şerif ayı yaklaşıyor. Ramazan yaklaşırken bize de ona hazırlanmak, onu güzel karşılamak düşüyor. Hiç şüphesiz Ramazan’ı hakkıyla değerlendirmek için ondaki sırları ve hikmetleri idrak etmeye ihtiyacımız var.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem oruç ibadeti hakkında “Oruç sabrın yarısıdır,” buyurmakla, bu ayda ifa edeceğimiz oruç ibadetinin önemini beyan ediyor.
Oruç, birçok yönüyle sabrı öğretiyor ve yaşatıyor. Sabrın insanın nefsani tarafını biraz zorladığını ama bir kere azmedince sonunun çok tatlı olduğunu iftar saatlerinde tecrübe ediyoruz.
Evet, sabır insanın nefsani tarafında bulunan emmare sıfatını tezkiye eden bir ilaç yerinde. Nefis her istediğini elde etmek istiyor. Hem de hiç beklemeden, hemen elde etmek istiyor. Bu istek ise insanı haram ve şüphelilere sürükleyebilecek kötü bir sıfat ve nefsin bu huydan temizlenmesi gerekiyor. Nefse arzu ve istekleri hatta ihtiyaçları için bile biraz sabretmeyi öğretmek gerekiyor.
İftar saatine kadar yeme içme gibi ihtiyaçlarını bile elde edemeyip sabretmek, nefse bir ders veriyor: “Ey nefis, burada sözü geçen sen değilsin. Sen emre itaat etmek zorundasın. Arzularına sabretmek zorundasın. Çünkü senin bir Rabbin var, sahibin var. Sahibin sana biraz sabretmeni emrediyor ve sen de buna boyun eğeceksin.”
Nefsi boyun eğdirebilen bir insan Allah-u Zülcelâl’in emir ve nehiylerini yerine getirme hususunda irade kuvveti kazanmış oluyor.
Esasen nefse hakimiyet ve sabır bütün faziletlerin ve insanî kemâlâtın en önemli şartıdır. İnsan ancak sabırla yüksek ahlak ve faziletlere sahip oluyor.
“Sabır, her hayırlı muvaffakiyetin de sırrıdır.” Denilmiştir.
İnsan hayırlı işlerde ancak sabırla muvaffak olur. Mesela ilim öğrenmek sabır ister. İnsanın dikkatini uzun bir zaman derslere vermesi, hafızasına yerleşinceye kadar sistemli bir şekilde tekrarlar yapması hep sabır işidir. İbadet ve zikir sabır ister. Allah yolunda hizmet ve hayır severlik nefse zor gelen hallere sabretmeden yapılamaz. Kulluk yolunda mesafe almak için sabır şarttır.
Sabrın Sonu Selamettir
“Sabrın sonu selamettir,” diye bir atasözümüz vardır. Bu atasözü:
“Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel.” (Ra’d; 24) ayetinin meali gibidir.
Cennetin bir adı, “selamet yurdu”dur. Orada bütün dertler bitecektir ve insan cennete girmekle bütün korku ve endişelerden selamete çıkacaktır. Cennete girmenin şartı olan iman, ibadet, üstün ahlak ve faziletler ise ancak sabırla yerine getirilir. O maksada ulaşana kadar biraz sabır imtihanları olacaktır.
Allah-u Zülcelâl müminlere sabrı emrettiği gibi, sabır faziletini kazanmanın yolu olan amelleri de emretmiştir. Bu amelleri işlemekte iki türlü fayda vardır: hem bu amelleri işlerken kalpteki iman nuru kuvvetlenir hem de nefsin arzularına muhalefet edildiği nefsin kuvveti kırılır.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
“Sabır bir ışıktır.” (Müslim, Taharet 1) buyururken onun iç alemini aydınlatan ve basireti açan bir nur olduğuna işaret etmiştir.
Sabır ahiret yolunda belalardan yüz akıyla çıkmanın, manevi ticarette kazanç elde etmenin ve Allah’ın katında beğenilen bir kul olmanın şartı olmasındandır ki; “Sabır cennet hazinelerinden bir hazinedir.” (Gazalî, İhya: 4/61) buyurulmuştur.
En büyük imtihanlar Peygamberlerin başından geçmiştir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, risalet vazifesini yaparken karşılaştığı nice sıkıntı ve eziyetlerin yanı sıra yokluk, gurbet, evlat acısı, yakınlarının kaybı gibi nice imtihanlara da sabretmiştir.
En büyük imtihanı ise insanların kurtuluşu için gayret ettiği halde iftiralara uğramasıdır. Allah-u Zülcelâl Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme:
“Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.” (Yunus; 109) buyurmuştur.
Müminlerin dinleri uğruna veya başlarına gelen hallerden dolayı karşılaştıkları imtihanlara sabrederken de bunu unutmamaları gerekir. Allah-u Zülcelâl elbette zulmedenler hakkında hükmünü verecektir. Önemli olan son nefese kadar bütün emirlere, nehiylere ve başa gelen hallere karşı kulluk edebini bozmadan tahammül gösterebilmektir.
Sabır Allah’ın sevdiği kullarına bir lütfudur. Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“Sabret; senin sabrın ancak Allah(ın yardımı) iledir. Onlar için hüzne kapılma ve kurmakta oldukları hileli-düzenlerden dolayı sıkıntıya düşme.”(Nahl; 127)
İnsanın sabr-i cemil yani şikayet etmeden güzel bir sabır gösterebilmesi de Allah’ın yardımıyladır. Allah’ın yardımına kavuşmak için de Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak Allah’tan yardım istemelidir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
“Sabır ve tahammül gösteren kimseyi Cenab-ı Hak sabırlı kılar. Sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet hiçbir kimseye verilmemiştir.” (Tirmizi, Birr, 76) buyuruyor.
Allah-u Teâlâ’dan sabır istemenin bir yolu da sabrımızı kuvvetlendiren amellere sıkı sarılmaktır. Sabrın kıymetini bilen, sabra talip olur ve onu kazanmanın çaresini arar.
Müslüman son nefese kadar devamlı sabır imtihanı içindedir. Sabretmek, Allah’ın seçkin kullarının faziletidir ve Allah-u Zülcelâl kullarının arasında derece sahiplerini belirleyip onların üstünlüğünün açığa çıkması için imtihanlardan geçirecektir. Bu hususta Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri ve sabredenleri de belirleyip ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Al-i İmran; 142)
Üzerimize Sabır Yağdır
Kur’ân-ı Kerim’de geçmiş ümmetlerin seçkin kullarının faziletlerini zikrederken onların bol bol sabır istedikleri şöyle beyan edilir:
“Onlar, (küfür ehlinin komutanı olan) Calut ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında, dediler ki: “Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kafirler topluluğuna karşı bize yardım et.”” (Bakara; 250)
Calib-i dikkattir ki, bu duayı edenler zaten sabır imtihanından başarı ile geçmiş olan seçkin kullardır. Onların başından geçen imtihan daha evvelki ayet-i kerimede şöyle anlatılır:
“(İman ehlinin komutanı olan) Tâlût ordusuyla birlikte hareket edince askerlerine hitâben şöyle dedi: “Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Ondan içen benden değildir. Ondan hiç tatmayan ise elbette bendendir. Ancak sadece eliyle bir avuç alanlara izin var.” Fakat pek azı dışında hepsi ondan içti. Tâlût ve beraberindeki mü’minler ırmağı geçince geride kalanlar: “Bu gün bizim Câlût ve ordusuyla savaşacak gücümüz kalmadı” dediler. Allah’ın huzuruna çıkacaklarını kesin olarak bilenler ise: “Az sayıdaki nice topluluk, çok sayıdaki nice kalabalığı Allah’ın izniyle yenmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir” dediler.” (Bakara, 249)
Bu ayet-i kerimeden de anlaşılacağı gibi, ordu günlerdir yürüyüp hayli susamış oldukları halde ırmağın suyundan bir avuç kadar hariç kana kana içmemek gibi bir yasakla imtihan edilmiştir. Bu imtihanda çoğunluk yasağa uymayıp kana kana içmişlerdi. Bunlar daha sonra savaş sahasına geldiklerinde “savaşacak gücümüz yok” diyerek yan çizdiler.
Bu ayetlerde Allah’ın emir ve nehiylerine uymakta sabretmeyenlerin, savaş gibi zorluklar karşısında da sabırlı olamayacaklarına işaret edilmektedir.
İşte o az sayıdaki, su içmemeye sabır gösteren askerler, “Üzerimize sabır yağdır,” diyerek daha da fazla sabır istemişlerdir. Çünkü onlar sabrın kıymetini bilen, Allah’ın sabredenlerle birlikte olduğuna inanan samimi müminlerdir.
Sabır insanın hoşlanmadığı hallere katlanması, zorlandığı durumlarda azminin kırılmaması, korkuları ve elemleri karşısında metanetini kaybetmemesi demektir. Ancak bununla sınırlı da değildir, insanın nimetler karşısında şükür halini ve ölçüsünü kaybetmemesi de sabır gerektirir. Kısaca müslümanın son nefese kadar her durum karşısında Müslümana yakışır durumunu muhafaza etmesi hep sabır ister.
Fakirlik kadar zenginlik de sabır ister. Hastalıklara şikayet etmeden sabretmek ne kadar zor ise, sağlığa aldanıp gaflete, zevke eğlenceye dalmamak da bir o kadar zordur. Kısaca nefsin bütün arzu ve temayüllerine karşı koymak ve Allah’ın emirlerinde sebat göstermek hep sabır ister.
Kur’ân-ı Kerim’in yetmişten fazla ayetinde zikredilen sabır, Allah’ın katındaki mükafata talip olup Onun yardımına güvenerek sarsılmamak, paniğe kapılmamak ve hak yolda sebat göstermektir. Allah-u Teâlâ sabredenlere mükâfatını hesapsızca vereceğini müjdelemiş ve en büyük müjdeyi de şöyle vermiştir:
“Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 249)
Bundan daha büyük müjde olabilir mi?
Ramazan’da Sabrı Kuşanacağız
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i kudsîde Allah-u Zülcelâl’in şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
“Âdemoğlunun işlemiş olduğu her iyilik ve ibadet, sevap bakımından on katından yedi yüz katına, Allah’ın dilediği sayıya kadar artar. Ancak oruçlu böyle değildir. Çünkü oruç sırf Benim rızam için tutulmuştur, Bana aittir. O zevkleri ve yemesini Benim için bırakır.”
Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam ayrıca ilave etti:
“Oruçlu için iki sevinç vardır: Birinci sevinci iftar vaktindeki sevincidir. Diğeri de, Rabbine kavuşup mükâfatını aldığı zamanki sevincidir. Allah’a yemin ederim ki, oruç tutanın ağzının kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur.” (İbni Mâce, Sıyam: 1)
Allah-u Zülcelâl: “Oruç bana mahsus bir ibadettir.” buyurmuştur. Oruç, Allah ile kul arasında gizli bir ibadettir. İnsan ancak kalbinde samimi imanı, takvası, ihlası olduğu için oruç tutar. Oruçta riya yoktur.
Ramazan ayını oruçla geçirmek, her gece niyet edip iftar saatine kadar o niyete sadık kalmak imanın en büyük alametidir. Bu ibadeti ifa etmek nasip olduğu için şükretmek ve bunu büyük bir lütuf bilmek gerekir.
Ramazan ayı hidayete ve rahmete şükür ayıdır. Kurtuluş reçetemiz, kutlu kitabımız Kuran-ı Kerim’in, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme nazil olmaya başladığı bu ayı oruçlu geçirmekle Rabbimizin üzerimizdeki hidayet nimetine şükretmeye çalışıyoruz. Biz şükredince de Rabbimiz nimetini artıracak ve son nefese kadar imanımızı muhafaza etmeye ve kuvvetlendirmeye muvaffak edecektir inşallah.
Allah-u Zülcelâl yaklaşan bu mübarek ayın kıymetini bilerek ihya edenlerden eylesin. Âmin.