Ümmet Kardeşliği
Biz Müslümanları birbirine kardeş yapan Allah-u Zülcelal’e, yaratıkları adedince hamd ve senalar…
Hz. Peygamber Efendimiz’e, Ehl-i Beyt’ine ve Sahabelerine kelimeler adedince salât ve selâm…
Merhaba Dostlar;
Felaketlerin birbirini kovaladığı günleri yaşıyoruz; ama ümitsizliğe düşmek yok…
Karanlığın zifire bağlandığı nokta, güneşin doğmasına en yakın zamandır.
Hiç şüphe yok ki İslam güneşinin doğacağı günler pek yakın…
Yeter ki biz üzerimize düşeni yapalım; sebeplere sarılıp çalışalım, sabır ve ferasetle Sonsuz Kudret Sahibi’ne tevekkül edelim.
Geşmişten ibret dersini alalım ve geleceğe güvenle bakalım, inşaallah.
Şöyle ya da böyle, İslam Ümmeti’nin bütünlüğünü temsil eden Osmanlı Devleti, bu asli konumunu muhafaza ettiği sürece; müslümanlar, onları gözetebilen bir haminin kanatları altında huzur içindeydiler.
Sadece müslümanlar değil, Osmanlı himayesi altındaki, Ehl-i Kitap ve diğer gayri müslimler de aynı insani kardeşlik havasını teneffüs ettiler. Hatta dünyanın başka bir yerinde, herhangi bir topluma zulmetmek isteyenler bile Osmanlı’nın varlığını hesaba katmak zorunda kaldılar.
Ne zaman ki “Onlar dışardan biz içerden” bu koca devleti yıktık, işte o andan itibaren, hala derin dalgaları süren devasa bir tusunami gibi felaketler birbirini kovaladı durdu…
Osmanlı’dan önceki çağlarda da bu Ümmet, çoğu defa birlik ve beraberlik içerisinde oldu. Ta Saadet Asrı’ndan beri, dinimizin emir ve tavsiyeleri doğrultusunda hareket eden müslümanlar, birbirlerini kardeş bildiler, gözettiler, kolladılar.
Osmanlı döneminde halkı birbirine bağlayan, onların dini kimliklerini serbestçe yaşayabilmeleriydi. Bu şekilde, özellikle semavi dinlerin ortak ahlaki değerleri, inanç guruplarını birbirine bağlayan çimento vazifesi görüyordu.
Din referanslı yönetim şekli, yerini ırk referanslı sisteme bırakınca, her kavmin ve inanç gurubunun hedefi ve hayat tarzı ayrı yönlere akmaya başladı.
Dış tesirlerin de yönlendirmesiyle, zamanla düşmanlıklar ve ayrılıklar baş gösterdi. Birçok ‘ulus’ kendi bağımsızlığını ilan ederek bu devasa barış ortamını dinamitledi.
Osmanlı’yı ve onun şahsında İslam alemini/ümmetini himayesiz ve sömürüye açık hale getirmek isteyen dış güçler, kevmiyetçiliği/ulusçuluğu ikame ettirdiler. Ve yeni düzen, ulusçuluk üzerine kuruldu.
Kuruldu kurulmasına ama halkımıza biçilen bu elbise, zamanla dar gelmeye, orasından burasından sırıtmaya başladı. Dış güçlerin ve içeridekileri uzantılarının kaşımasıyla, ırka dayalı ayırımcılıklar baş göstermeye başladı.
Ayrıca, müslüman halkı düzene bağlayan bağlar zayıfladı. Batılı modern vatandaşta olması gereken kültürel standartlara da ayak uyduramayan halkımız (Uydurmalı mıydı? O da ayrı bir mesele!), kurulması düşünülen ideal düzenin bir hayli uzağına düştü.
Bugün yaşadığımız dünyada, buna paralel olarak ülkemizde de kimseyi tatmin etmeyen, huzur ve barıştan nasibini alamayan bir ortam var.
Bu bozuk atmosferden kurtulmanın yollarını hep birlikte düşünmeliyiz. Tabi kırmadan dökmeden. Bizi biz yapan değerlerimizi yeniden hatırlayarak. Bu değerlerin, çağın şartlarına göre yorum ve pratiklerini üreterek.
“Ancak müslümanlar kardeştir” ilahi fermanıyla, müslümanı müslümana dert ortağı yapan Allah-u Zülcelâl, asıl gücün bir ve beraberlikte, dinde, imanda olduğunu bize işaret buyurmuş oluyordu.
İşte, bu emir ve tavsiyeleri dikkate almaktan uzağa düşen müslüman toplumların durumu, şimdi içler acısıdır.
İslam medeniyetinin değer ve dinamiklerine uzak düşmüş,
Din ve mukaddesatını hakkıyla savunamayan,
İslami ve tarihi kültürünü yaşatmakta zorlanan,
Hemen her alanda taklide yeltendiği Batı’nın uyduluğundan kurtulamayan,
Aklını, zamanını ve parasını doğru yerde kullanamayan,
Hatta canını ve vatanını bile savunamayan bir Ümmet…!
Doğrusu, “Ümmet” değil; bunun adı olsa olsa “zillet” olur.
Evet, içine düştüğümüz bu zilletten, tekrar izzetin yüksek şerefine çıkmak için;
Allah’a hakiki kul,
Peygambere sadık ümmet,
Müslüman kardeşine vefakâr dost,
Vatanına tutkun vatandaş,
Kavim ve toplumuna yoldaş,
İslam vakarına sahip güçlü Müslümanların yetişmesi gerekiyor.
Yapılan bütün araştırmalar ve kamuoyu yoklamaları da gösteriyor ki din, sadece bizim memleketimizde değil, bütün dünyada gittikçe artan bir ilgiye muhataptır.
Kim ne derse desin, ülkemiz halkını bir arada tutan en güçlü bağ da dindir.
Kimse merak etmesin, hakiki dindarların elinde olduğunda yüce dinimiz İslam’ın;
Şerefi de,
Kudret ve salâbeti de,
Altın değerindeki prensipleri de,
Mukaddesatı da,
Şefkat ve merhameti de,
Bereketi de herkese yeter…
Dualarımızda; Mısırlı, Suriyeli, Iraklı, Afganistanlı, Filistinli, Doğu Türkistanlı, Çeçenistanlı, Arakanlı, Somalili… hasılı bütün Ümmet-i Muhammedi unutmama temennisi ile Rahmeti Rahman’a (celle celaluhu) emanet olunuz efendim.