Yedi Güzel İnsan -III-
İslam dininin bir şiarıdır camiler
Seri yazılarımızın üçüncüsüne geldik. Hatırlayacağınız gibi yazılarımız yedi güzel insan sınıfının teşekkülü hakkındadır. Bu konuda bize yol gösteren Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin hadis-i şerifidir. Bu yazıda ise kıyametin dehşetli gününde Arşın gölgesinde barınacak olan, “kalbi mescitlere/camilere bağlı kimse”ler hakkında yazacağız.
Caminin sözlük anlamı: Dağınık bir şeyi toplamak, biriktirmek, birleştirmek anlamındaki “c-m-a” kökünden türeyen cami müellif, mürettip demektir. Dini bir terim olarak ise, toplu ibadet edilen yerlere denir. Kur’an ve sünnette cami, mescid kavramı ile ifade edilmiştir. Mescid secde edilen yer anlamına gelmektedir.
Cami, İslam dininin şiarıdır. Yani İslam’ın olmazsa olmazıdır. Beldelerin İslami olduğunu gösteren en büyük etkendir cami. Bir beldede camii var ise o yer, Müslümanların bölgesidir. Ezan okunmadığı durumlarda bile Müslümanları Allah’a çağıran bir iletişim aracıdır. İnsanları ilme, ibadete, kardeşliğe davet eden en müstesna mekânlar, yegâne araçlardır. Cami, Allah ve Resulünün adını önce göklere sonra da mü’min gönüllere, mü’min nefesiyle aktaran bir şiardır.
İslam’ın ilk yıllarından beri camiler, Müslümanların ana merkezi olmuştur. Yeri geldiğinde ibadethane, yeri geldiğinde askeri stratejilerin konuşulduğu bir karargâh, yeri geldiğinde ise ilimlerin okutulduğu bir üniversite halini almıştır. İşte camiye bu vasıfları veren tek bir kavram vardır. Sevgi…. Adeta kandil gibi camileri aydınlatan, camilerin hayat bulmasına vesile olan sevgi dolu bir kalp… Sevmeyen kalp çöle benzer. Hiçbir fayda beklenilmez. Kendisine de faydası yoktur. Oysa seven kalp hem kendine hem de başkalarına faydası dokunur.
Hayatın anlamı bu sevgi dolu gönüllerde gizlidir. Bu gönüller İslam’ın yayılmasına, hizmetine boyun eğmişlerdir. İşte bu gönüllere sahip insanlar, Allah’ın kendilerine mükâfat verdiği müstesna insanlardır.
Kalbin mescitlere bağlı olması demek…
Hadiste zikredilen, “Kalbi mescitlere/camilere bağlı kimse” olmak demek, yerinde oturup “Ben mescidleri seviyorum, kalbim mesidlere bağlıdır” diyen insan olmak demek değildir. Bilakis bu kalp bağlılığının gereğini yerine getirmektir asıl amaç!
Kalbin mescidlere bağlı olması demek, namaz kılmak için mescitlere gitmektir. Mescidde kurulan kardeşlik bağına tutunmaktır. Bağı kesmemek, zayıflatmamaktır mesele. Camiler İslam’ın kalbidir. Dolayısıyla bu kalplerin yapımını ve onarımını yapmak gerekir. Başka bir açıdan kalbin mescitlere bağlı olması, mesidlerin yapımını ve onarımını üstlenmektir.
“Arşın gölgesinde olmak isteyen kalbini mescitlere bağlasın” ihtarına kulak vermeli Müslüman. Bunun için yegâne örnek Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin uyarı ve tavsiyelerine uymamız gerekir. Hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor; “Cemâatle kılınan namaz, bir insanın tek başına kıldığı namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir.” (Buhârî)
Başka bir hadis-i şerifte de Peygamberimiz şöyle buyuruyor; “Bir kimsenin bir kimseyle olan namazı yalnız kıldığı namazdan daha bereketli ve sevabı daha fazladır. İki kişi ile olan namazı da bir kişi ile olan namazından daha bereketli ve üstündür. Beraber kılanlar ne kadar çok olursa Allah katında o kadar makbuldür.” (Nesâî) Diğer bir hadiste de şöyle buyuruluyor: Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme âmâ bir adam gelip:
– Yâ Resûlallah! Beni mescide götürecek bir kimsem yok, diyerek namazı evinde kılabilmek için Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den kendisine müsaade etmesini istedi. Peygamber Efendimiz de müsaade etti. Âmâ dönüp giderken Resûl-i Ekrem onu çağırarak:
– Sen namaz için ezan okunduğunu işitiyor musun? diye sordu. Âmâ:
– Evet, cevabını verdi. Peygamber aleyhisselâm:
– O halde davete icabet et, cemaate gel.” (Müslim) buyurdular.
Cemaatle namaz hususunda büyük veli Hatem-i Esam rahmetullahi aleyh şöyle der: “Bir vakit namazı cemaatle kaçırdım, sadece Ebu İshak el-Buhari bana taziyede bulundu. Eğer bir çocuğum vefat etmiş olsaydı on bin kişiden fazlası taziyede bulunurdu! Çünkü insanlar din konusunda başlarına gelen musibetleri, dünya konusunda başlarına gelen musibetlerden daha hafif görüyorlar!”
Bu şuurda olmak ve bunun gereklerini yapmak bizlere çok şey kazandıracaktır. Zira ahiret hayatı ebedi dünya hayatı ise geçici ve fanidir.
Yine İbnu Abbas radıyallahu anh şöyle der: “Namaza yapılan daveti duyduğu halde icabet etmeyen; ne kendisi hayrı bulmuştur ne de hayır kendisini!”
İşte Arşın gölgesinde olmak için atılacak ilk adım namazları mescidde özellikle de cemaatle kılmaktır. Peygamberimizin ve Allah dostlarının bu teşvik edici tavsiyelerine uyan bu gölgede bulunma şerefine mazhar olacaktır. İslam bir cemaat dinidir.
Bir yanında da mümin kardeşliği vardır
Arşın gölgesinde olmak için atılacak diğer adım ise; kardeşlik hukukunu ve bağını mescidlerde sağlamlaştırmak ve bunu şehre, mahalleye, eve, Müslüman gönüllere aksettirerek tepe noktaya taşımak, “Mü’minler ancak kardeştir.”(Hucurat; 10) ayetinin gereğini her yerde icra edip, kardeşliğin şahlanışına tuğla koymak bizi o gölgenin altına koyacaktır. Mescidlere bağlı olan kalbin icraatı kardeşliği camide sağlamlaştırıp bunu Müslüman gönüllere akıtmaktır.
Yoksa kardeşlik hukukunu camiye hapsedip, diğer Müslümanlara düşmanca tavır sergileyenler elbette mükâfat alamazlar. Bununla beraber İslam’ın ortaya çıkardığı kardeşlik bağını kesmeye teşebbüs etmek, telafisi mümkün olmayan sorunlara yol açar. Bu açıdan arşın gölgesinde olmak için kardeşlik tavrını mescidlerde göstermeliyiz. Camiye devam edipte, kardeşlerine camide haksızlık yapan, birçok şeyden mahrum olacaktır.
Bedendeki kalp ne ise, cami de İslam’da odur. O kadar önemli yani. Bu bakımdan kalpleri sevgi ve muhabbet yeri yapabilmek için oraya gerekli önemi vermek gerekir. Camilerimizin eksiklerini tamamlamak her Müslümanın görevidir. Çünkü “Allah’ın evi” tabiri bu evlerin her türlü kusurlardan temizlenmesini gerektirir. Camiler, evler kadar temiz değilse, kalplerimizin mescide bağlı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Camilerin imarı
Allah’ın evlerini kalpleri mescitlere bağlı kimseler sahip çıkar ve onarımını yapar. Allah düşmanlarının mescitleri yıkmaktan, oraları harap etmekten başka bir işleri yoktur zaten. Bu gerçeği Rabbimiz bir ayeti kerimede şöyle ifade ediyor: “Müşriklerin, kendi inkârlarına kendileri şahit olup dururlarken, Allah’ın Mescitlerini imar etmeleri mümkün değildir. Onların bütün yaptıkları boşunadır. Ve onlar ateş içinde ebedi olarak kalıcıdırlar.” (Tevbe; 17)
Başka bir ayeti kerime de ise, “Allah’ın mescitleri içinde, Allah’ın isminin anılmasını men eden ve o mescitlerin harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır? İşte o zalimler yok mu, onların bu mescitlere korka korka girmekten başka hakları yoktur. Bunları yapan o zalimlere, dünyada büyük bir felaket ve mahrumiyet, ahirette de büyük bir azap vardır.” (Bakara; 114)
İşte Mü’min, bu yıkım karşısında duran ve Allah’ın evlerini küfre, zorbaya karşı ayakta tutandır. Mü’min Allah ve Resulünün adını tüm dünyaya ulaşmasına vesile olandır. Hemen sonraki ayette ise Müslümanların durumuna değiniliyor: “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır.” (Tevbe; 18)
Sonuç olarak şunu diyebiliriz: “Kalbi mescitlere bağlı kimse” olmak için üç adımı atmak gerekiyor:
- Camilere devam etmek, namazı cemaatle camii de kılmak…
- Kardeşlik hukukunu korumak, özellikle de mescidlerde buna özel hassasiyet göstermek…
- Camilere gerekli önemi verip oraları ibadete uygun hale getirmek, yapımıyla, temizliğiyle ilgilenmek…
Arşın gölgesinde olmak için kalbi mescitlere bağladım demek yetmiyor. Bunun gereklerini yapmak da gerekiyor. Ne mutlu kalplerini gerçek anlamda Allah’ın evlerine bağlayanlara.
Devam edecek…